17 Aralık 2009 Perşembe

Çok Şey Bilen Adam mı? Çok Şey Bildiğini Sanan Kadın mı?

Yıl sonu. İşimin en debdebeli zamanları. Diğer aylara göre daha fazla çalışıyorum. Kafa dağıtmanın en iyi yöntemi sinema.. Sinema hayatı eşsiz kılmaz mı? Kılar tabi… Film seyretmek bünyeme daima iyi gelir. Şifa verir bile diyebilirim. İnsanın hayatta bazı bağımlılıklarının olması hoş bir şey. Hele benim gibi hayal alemi geniş birinin, sinemanın engin büyüsünden etkilenmemesi ve sinemaya bağımlı olmaması mümkün değil. Neyse… Son günlerde, bir film vardı aklımın köşesinde. Merak kurdu kemirip durmaktaydı beni. Bulup buluşturup seyretmek istiyordum. Alfred Hitchcock’un İp adlı efsanevi bir filmi olduğunu okumuştum bir yerlerde. Çok merak ediyordum.. 1948 yapımı bu filmde hiç makas kullanılmamış. Tek bir mekanda, kameranın düğmesine basıldıktan sonra, film başından sonuna kadar hiç kesintisiz çekilmiş. Aynı zamanda ünlü yönetmenin ilk renkli filmiymiş falan.. Bu filmi seyretmek isterken, isterken… Gene bir Hitchcock filmi olan, 1934 yapımı Çok Şey Bilen Adam adlı film elime gelmedi mi? Ne yapayım? Oturdum seyrettim tabi.. Siyah beyaz bir filmdi. Filmin başlangıç sahneleri İsviçre’de bir kayak merkezinde geçmekteydi. Hatta kaymakta olan bir kayakçı, dengesini kaybediyor, yuvarlanıyor, yuvarlanıyor… Seyircilerin arasına düşüyordu.

Hava soğudu malum. Kaç zamandır dağların ağaran tepelerine bakıp bakıp duruyorum. Aslında tam gözüm karlı dağlara doğru kayıyor ki hoop hemen yüzümü çevirmeye çalışıyorum. Fark ediyorum. İçimdeki kayak hevesi kendi kendini dürtmeye başladı gene. Kayak da başka bir bağımlılık durumu bende. Mevsimsel. Hatta yılda bir kerelik bir heves bile diyebilirim. Olsun. Yılda bir kez bile olsa, kayak yapmaktan büyük bir keyif alıyorum. Olur mu demeyin? Şarkıda bile “Yeter ki gel bana, senede bir gün” denmiyor mu? Deniyor… Hatta “Senede Bir Gün” diye, hani Hülya Koçyiğit ve Kartal Tibet’li bir film vardır ya… İki sevgili şimdi hatırlamadığım bir sebepten ayrılırlar da hani.. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra birbirlerini bulurlar. Ama kız evlenmiştir ne yazıktır ki… Ve ölümsüz aşklarını yadetmek için senede bir gün hep aynı kır kahvesinde buluşurlar hani… Yılda bir kez yapılmasının yeterli olabildiği keyifler, bağımlıklar olabiliyor demek ki. Peki ben neden lafı bu kadar dolandırıyorum. Kaymayı severim. Ama senede ancak bir kez kayabiliyorum, desem yeterli olmayacak mıydı? Olacaktı tabi.. Neden uzatıyorum? Çok şey bildiğimi mi sanıyorum?

Aslında şunu diyecektim.. Hitchcock'un Çok Şey Bilen Adam adlı filminde, hani kayakçı yuvarlanarak düşüyor demiştim ya filmin ilk sahnelerinde... Tam o sahneleri seyredince, film dondu biliyor musun benim beynimde. Bir süre koptum filmden. Daldım eski günlere... Geçen yıl, ben, arkadaşlarım Banu ve Mualla günü birlik Kartepê'ye çıkmaya karar vermiştik. Ve çıktık. İkisi cadı gibi kayıyorlar. O zirve benim bu tepe senin cayır cayır dolanıyorlar. Ben işin keyfindeyim ya kendi kendime kayıyorum. Liftle yukarıya çıkarken yanıma kim denk gelirse muhabbet ediyorum. Kayarken, aynı bisiklete binerken olduğu gibi, arada sırada ellerimi iki yana açıp rüzgarı kucaklıyorum. "Heyyy!" diye hayata bağırıyorum... Kafama göre takılıyorum işte... Bir ara bizim kızlar "böyle kısa pistlerde dolanma, bir kere de gel en zirveye... Şöylee uzunn bir pistte kay. Bak nasıl keyif alacaksın" diyerekten başımın etini yediler. İnandım arkadaşlarıma. Dinledim. Kartepe'nin en uzun pisti ne kadar olacak ki dedim. En uzun yani en yüksek piste çıkmak için lifte bindim... Çıkıyoruz güya... Nerdeee? Çık çık çık bitmiyor... İnanamıyorum yaaa... Nasıl kayacağım bu kadar zirveden aşağıya? Bu iki tatlı cadı bir süre benimle kaydılar. Baktılar ki ben ağır kayıyorum. Onlara uymuyorum. "Siz gidin!" dedim. "Zaten size uydum zirveye geldim. Şimdi mümkün değil size uyup kayamam. Kafama göre takılacam.. Yürüyüünn!" Resmen korku filmi gibiydi vallahi. Bazen nasıl dik oluyordu pist. Bir de dar. Her yerden bir kayakçı fırlıyor. İnanılmazdı. Şimdi yazarken bile tüylerim diken diken oluyor. Ama o korkuyu hissetmek de çok keyifliydi ya... Valla... Asıl korkutucu tarafı Kartepe, Uludağ gibi falan bakımlı değildi. Karlar düzeltilmiyordu. Sanki dağ gel bende düş diyordu yani öyle diyeyim. Çok dik yerlerde kaç kere kayakları çıkardım da popomun üzerinde kaydım yemin ederim. Bana ne? Düşeceğime... Utanmadım hiç kimseden. Aldım kiraladığım kayakları koltuğumun altına. Oturdum kara... Başladım oturarak kaymaya... Bir ara tam düzgün kayıyordum ki Banu aradı beni. Düşmüş. Biraz beklemiş. Kalkamamış. Yardım istiyor. Hemen yardım çağırdık tabi. Kar ambulansı ile indirdiler Banu'yu. Dizde ve bacakta iki kırık. Ameliyat oldu. Korkuttu bizi. Ama çok şükür iyi şimdi... Nerden geldim kuzum ben buraya? Hitchcock'un filmini anlatmak için başladığım yazımdan, senede bir gün kayak yapmaya geçmiştim... Eee! Sonra... Ben bitirmedikçe lafı... Yazı uzadıkça uzadı... Ben var ya en iyisi Ölü Ozanlar Derneği ile son vermeliyim bu yazıma. Şöyle toparlasam.... Desem ki sana: Ölü Ozanlar Derneği'n deki Robin Williams'ın oynadığı Edebiyat öğretmeninin öğrencilerine fısıldadıkları gibi: "Carpe Diem!" desem mesela... Nerdeysen şu anda... Hangi şehirde... Hangi bölgede... Hangi memleketteysen... Unutma!.. Ağlamak için değil gülmek için sebep ara.. Anı yakala!... Yoo.. Çok şey bildiğimi sanma... Ölü Ozanlar Derneği'nde Edebiyat öğretmeni demişti de çocuklara... Ordan kalmış aklımda.

5 yorum:

  1. Bir de bunun "Çok Şey Bilen Kız" versiyonu var Misiz Vildan Abla... :-) Bkz; http://www.imdb.com/title/tt0057443/

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Tuğbacım.. Duymamıştım söylediğin filmi.
    Mario Bava'nın Hitchcock'a yoğun bir saygı duruşunda bulunduğu 1963 tarihli filmiymiş. Dönemine göre aşmış bir ışık kullanımı ve görüntü yönetimi varmış filmde. Filmin finali de tıpkı bir Hitchcock filmi gibiymiş. Yarattığı gizem ve gerilimin ardından sanki seyirciyi rahatlatırcasına oldukça yumuşak ve naif bitiyormuş.Bulmalı ve seyretmeli öyleyse.. Teşekkürler Ninja Kardeş:) Sevgiyle öpüldünüz:)

    YanıtlaSil
  3. Vildan hanım, Ben de bir Kocaelili ve sinema sever olarak bu paylaşımlarınız için teşekkür ediyorum. ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ, bu hafta izlemem gereken filmlerden biri. Senaryo atölyesi çalışmasına katılıyorum İstanbul'da. Filmi merak ediyordum şimdi daha çok merak ediyorum. Filmi izledikten sonra yine yazacağım buraya:)

    YanıtlaSil
  4. Merhaba Ala, Sizler tarafından okunuyor olmak ne keyif bir bilseniz:) Madem sinema ile ilgilisiniz, www.tersninja.com'u mutlaka takip etmelisiniz. Sahibi Landlord İzmit'lidir ve sinema yazarıdır. Çok katkısı olacaktır size, aynen bana olduğu gibi... Yazılarınızı bekliyorum. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  5. Merhaba Vildan Hanım, bilgilendirme için teşekkür ederim:) Filmi hala izleyemedim ama izlediğimde yine uğrayacağım:)

    YanıtlaSil