27 Mart 2018 Salı

2- Genel Olarak Kadın Hareketi


Kadın hareketi, çıkış noktası açısından bir özgürlük ve eşitlik hareketi olarak kabul ediliyor. 

1789 Fransız Devrimi... İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayımlanır. Kişilerin hak ve özgürlüklerinin  güvenceye alındığı ilan edilir. Böylece dine ve soya dayalı otorite inancı yıkılıyor, siyasal güç odağı halkın özgür iradesiyle seçtiği parlamentolara geçiyor. Eğitim kurumları dünyevileşiyor, çoğalıyor, sanayi devrimiyle üretime kitlesel katılım gerçekleşiyor.  Kadınların kitlesel olarak ilk kez tarih sahnesine çıkması Fransız Devrimi'yle gerçekleşmiş. Kadınlar devrime destek vermişler, devrimin simgesi olan, eşitlik, özgürlük, kardeşlik  sloganlarıyla hak talep etmişler. Ne güzel değil mi? 

Lakin  Fransız Devrimi'nin fikir babalarından J. J. Rousseau, Emile adlı kitabında kadının erkeğe boyun eğmesini ve bağımlılığını doğal bir durum olarak görüyormuş.  Bu kadarla kalsa iyi... Kadınla erkeğin aynı biçimde eğitilmesini gereksiz buluyormuş.

Neticede, kadınlar devrime kitlesel olarak destek oldukları halde, bekledikleri haklarına kavuşamadıkları gibi, kadınların toplantı yapmaları, dernek kurmaları, faaliyetteki kadın kulüplerinde bir araya gelmeleri bile yasaklanmış. Bu konularda hak talep etmek de yasak denmiş.  Hak talep eden kadınlar giyotinle cezalandırılmış. Sonraki yıllar içinde, eğitim, hukuk, çalışma, siyaset gibi hemen her alanda eşitsizlik kadınlar üzerinde yoğun bir şekilde uygulanmış.  Kadınları hatta çocukları kitlesel biçimde üretime katan Sanayi Devrimi ve kapitalizimin getirdiği sorunlarla kadınların dertleri katmerlenmiş. Dünya değişiyor.  Bir takım haklar, değerler ortaya çıkıyor. Lakin kadınlar hep yok sayılıyor. Bunu fark eden kadınlar için yapılacak tek şey kalıyor: İsyan.

Kadın işçiler düşük ücret, çalışma koşullarının ağırlığı, işsizliğe baş kaldırmışlar. Ekonomik ve siyasi haklardan yoksun bırakılmaya karşı çıkmışlar. İngiltere, Fransa, Almanya'daki bu kadın hareketi, ABD'de kölelik karşıtı hareketle iç içe geçmiş. Böylece kadının toplumdaki konumu tartışılmaya başlamış. 

Toplumlar siyasal, ekonomik, sosyal ve düşünsel alanlarda köklü değişimler geçirmeye başlıyor. Kadınlar düşünsel alanda  eşitlik ve özgürlük ideolojilerinde  kadının yerini sorguluyorlar. Kadınların hiç değilse bir kısmının kadın sorunlarının çözümsüz olmadığı konusunda bilinçlenmesi, örgütlü bir araya gelip kadın hareketini toplumsal bir hareket haline getirmesine sebep olmuş. İlişkisiyle, değerleriyle, yaşam biçimiyle yeni bir toplumsal yapı ve bu yapı içinde toplumun herkese vadettiği eşitlik ve özgürlüğü kadının yaşam alanında gerçekleştirmesi, onu sınırlayan değerlerden, geleneklerden, yaşam biçiminden kurtulma mücadelesi başlıyor.  Hareketin ideolojisi Fransızca  femme-kadın sözcüğünden türetilen feminizm yani kadınlık akımı oluyor.

Peki... O dönemde Osmanlı'da kadın hareketleri ne durumdaydı?


NOT- Serpil Çakır'ın Osmanlı Kadın Hareketi adlı kitabından çıkardığım özete devam ediyorum.

25 Mart 2018 Pazar

1- Erkek Tarihinden Kadın Tarihine


not- 
Serpil Çakır'ın Osmanlı Kadın Hareketi adlı kitabını okuyorum. 
Konuyu iyice anlamak için okuduklarımın  kısa kısa özetini çıkarmaya karar verdim. 
Sonra, dedim ki kendi kendime.. 
Kendi çapımda anlayıp yazacağım özeti niye  Hayal Kahvem'e yazmıyorum ki:)
Serpil Hoca affetsin beni, yorum hatası varsa elbette benimdir. 
Vakit buldukça özetlemeye devam etmek niyetindeyim.


Serpil Çakır'ın Osmanlı Kadın Hareketi adlı kitabının, Erkek Tarihinden Kadın Tarihine adlı birinci bölümü, "BİZ KADINLAR,  yıllarca kendi geçmişimizden habersiz yaşadık. Geçmişimizdeki bu bilinmezliği neye borçluyuz(!) Tarih, gerçekleri yaşandığı haliyle yansıtıyor mu?"  diye başlıyor.

Tarih disiplini, uzun süre iktidarı paylaşan, batılı, beyaz, soylu, burjuva, erkeklerin oluşturduğu gurubun çıkarları içinde biçimlenmiş. Bu özelliklerin dışında olan tüm altta kalanlar, kadınlar, köleler, köylüler, siyahlar, işçiler tarihin dışına itiliyor. Yüzyıllar içinde, kadınlar dışındaki  bu toplumsal guruplar iktidardan pay alıp tarihe adlarını yazdırmaya başlıyorlar. Böylece Tarih disiplini,  soylu-soysuz, siyah-beyaz, köylü-işçi ayırmadan sadece erkek iktidarı ve çıkarlarını kapsayan, öznesi erkek olan, kadınların var olmadığı savaşları, kadınların üyesi olmadığı parlamentoları, meclisleri anlatan bir tarih oluyor.

1970'lerin sonlarında kadın hareketleri bir özgürlük hareketi olarak başlıyor.  Kadınların ezilmesini ortadan kaldırmak ve özgürleşmesini sağlamak amacıyla, toplumların dönüşmesi için ikna olup ikna etmeleri gerektiğini savunmaya başlıyorlar. 1970'lerin kadın hareketlerinin, 19. yüzyıl kadın hareketlerinden farkı, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkinin çıkar ilişkisi olduğunun, erkeklerler ve erkeklerin çıkarlarının, sürekli kadınların rolünü, kadınların varlığını şekillendirdiğine ilişkin saptamadır. Yani kadınlar, ezilmelerinin sebebinin kendileriyle ya da  belli durumlara özgü  sorunlar olmadığını, sistemle ilgili olduğunu anlıyorlar.  Aslında kadınlar yüzyıllardır sanatta, tıpta, edebiyatta, bilgi alanı içinde hep varlar. Ancak kadınların yaptıkları çalışmalar, deneyler, eserler önemsenmemiş, ortaya çıkması, bugüne gelmeleri engellenmiş.  Kadınlar artık kitlesel olarak bilgi alanı içine dahil olmaya başlayınca, kadın bakış açısı bilime girmeye, bilim dallarını sorgulamaya, yeni yorumların ortaya çıkmasını sağlıyor.

Kadınlar çeşitli ülkelerde, farklı coğrafyalarda bilinç yükseltme toplantıları yapmaya başlamışlar. Bir bakılıyor ki,  sadece Tarih değil, tüm pozitif bilim alanları objektif değil... Bilimde erkek sesi hakim... Erkekçi sosyal davranışlar standart gösterilmekte... Bunu anlayınca, bilimler kadın bakış açısıyla sorgulanmaya başlanıyor. Mesela tıp kitaplarında "insan" olarak tanımlanan erkek bedeni olduğunu, hastalıklar üreme organları ve göğüsleri hariç hep erkeklere göre tanımlandığını, yani bilimlerin erkeklere göre, erkekler tarafından biçimlenmiş olduğuna fark edip, seslendiriyorlar.

Üniversitelerde, kadın araştırması denilen bir disiplin kurulmaya başlanıyor. Amaç bilgi üretimindeki erkek cinsiyetçiliğini ortaya çıkarmak, kadınları kendilerine dair bilgi üretme konusunda harekete geçirmek, görünür kılmak, güç ve etkinliklerinin nasıl önlendiğini fark ettirmek... Çalışmalar derinleştikçe kadın hareketindeki kadınlar, tarihteki kadınlar hakkında ne az bilginin var olduğunu  fark ederler. 

Kadınlar niçin geleneksel ve erkeksi tarih geleneğinden dışlandı?



Son Günlerde Seyrettiğim Filmler




24 Mart 2018 Cumartesi

Niye Kadın Shakespeare Yok?


"Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları "ezeli" ve de "ezici" bir soru vardır: Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız? İşte Virginia Woolf bu "yakıcı" soruya, tarihsel ilişkilerin kökenine  inip kütüphane raflarında şöyle bir gezindikten sonra esaslı bir yanıt getiriyor. Ve şöyle sesleniyor kadınlara: "Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!"

Virginia Woolf/Kendine Ait Bir Oda


İngiliz  kadın yazar Virginia Woolf(1882-1941), Kendine Ait Bir Oda adlı kitabının bir bölümünde Shakespeare'in, kendisi kadar yetenekli, bilgili, edebiyata, tiyatroya ilgili bir kız kardeşi olsaydı neler olurdu, diye hayal eder. Diyelim ki adı Judith olsun, der. Şekspir okula gidip eğitimini tamamlayacak, kızların okula gitmesi yasak olduğu için Judith ise evde temizlik, yemek, ütü yapacak, evin küçük çocuklarına bakacak.  Şekspir sanat ve tiyatroyla ilgilenirken ailesinin isteği üzerine komşu kızıyla evlendirilir. Bu duruma dayanamayan Şekspir evden kaçıp, hayallerinin peşi sıra Londra'ya gidecektir. Bir tiyatroda iş bulur. Başarılı bir oyuncu olur.  Sanatçılar arasında yaşar. Herkesle tanışır. Sokaklarda dolaşır.  Oyunlar yazar.  Kraliçenin sarayına giriş hakkını elde eder. 

Bu arada, kendisi gibi  olağanüstü yetenekli kızkardeşinin evde olduğunu farzedeceğiz. Aslında Judith de abisi gibi macera ruhludur, yaratıcıdır, dünyayı tanımak için yanıp tutuşmaktadır. Yirmisine varmadan evlendirmek isterler. Bir yün tüccarıyla söz kesilir. Judith evlenmek istemez, ağlar,  bağırır. Babaya itiraz mı ediyor? Elbette  dayak yer.  Abisinin yolundan gitmek ister. Evden  Londra'ya kaçar. Bir tiyatro  kapısına gider. Oyuncu olmak istediğini söyler. 16. yüzyıldayız. Kızların okula gitmesinin yasak olduğu gibi tiyatroda oynamaları da yasaktır.  Adamlar oyuncu olmak isteyen Judith'e gülüp alaya alırlar. Peki şimdi ne yapacaktır? Abisi gibi sokaklarda gezip, barlarda sanatçılarla muhabbet edebilir mi? Mümkün değildir. Oysa Judith erkeklerle kadınların yaşamlarını ve huylarını incelemek, açlığını doyurmak için yanıp tutuşmaktadır. En sonunda bir oyuncu menajerinin Judith'e acıdığını ve evine aldığını hayal edelim. Bir süre sonra Judith bu adamdan hamile kaldığını öğrenecektir. Woolf der ki, bir kadın bedenininde kıstırılıp kalmış bir şair ruhunun şiddetini ve ateşini kim ölçebilir? Bir kış gecesi canına kıyar ve şimdi otobüslerin durduğu bir kavşakta gömülü yatmaktadır.

"Şekspir döneminde bir kadın onun dehasına sahip olmuş olsaydı, sanırım öyküsü böyle yazılırdı," der Viginia Woolf. "16. yüzyılda üstün yetenekle doğan herhangi bir kadın hiç kuşkusuz çıldırır, kendini vurur ya da yaşamını köyün dışında bir kulübede, korkulan ve alaya alınan bir yarı cadı, yarı büyücü olarak geçirirdi."

İngiltere'de 19. yüzyıla kadar bir kadının ailesi olağanüstü zengin ya da çok soylu olmadıkça, kendine ait bir odası olması imkansızdı der Virginia Woolf. !9. yüzyıldan sonrasını başka bir yazıya saklayayım... Çünkü 19. yüzyıl Virginia Woolf'un zamanıdır. O  başlı başına ayrı bir kadınlık hikayesidir.

21. yüzyılda yaşıyan bir kadınım. Para kazanıyorum. Kendime ait bir odam var. Zaman ayırıyorum ve bloğa da olsa illa yazıyorum. Erkekler ne der düşünmeden yazıyorum.

Ve artık kadınların daha çok yazmaları gerektiğine inanıyorum:)


23 Mart 2018 Cuma

Ve Kitap Ve Kadın Ve Erkek

 
Şubat... 28 gün... Türkiye'de Şubat ayında 47 kadın erkekler tarafından öldürülmüş.

Amerikalı  yazar Rebecca Solnit, Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar adlı kitabının önsözüne "Bu kitap, şiddet kurbanı olmamak için harcanan hayattan, okuduğumuz haberlerden, şiddet, özgürlük ve adalet hakkında düşünmekten ve toplumsal cinsiyetten ders çıkarıyor." diye başlamış. Türkiye'deki toplumsal cinsiyet politikaları hakkında pek fazla bir şey bilmese de, bu meseleler hakkındaki konuşmaların evrensel olduğunu söylüyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde her 6.2 dakikada bir polise bildirilmiş tecavüz vakasının yaşandığını, her 5 kadından birinin tecavüze uğradığını söylüyor. Yeryüzünün her köşesi kadınlara karşı şiddet ve tecavüz vakalarıyla dolu. 

Şiddetin bir ırkı, sınıfı, dini ya da milliyeti yok ama şiddetin bir cinsiyeti var, diyor. 

Elbette bütün erkekler şiddete eğilimli değil. Çoğu değildir.  Hatta erkekler de erkek şiddetinden zarar görüyor.  Rebecca Solnit, örnek vermeye devam ediyor. Diyor ki, kanser, savaş ve trafik kazalarına bağlı ölümlerin tümünün toplamından daha fazla sayıda kadının, erkek şiddeti nedeniyle öldüğü görülüyor. Feci!

Yazarın dediği gibi, şiddetin olmadığı ya da açığa çıkarıldığı, şiddete karşı çıkılan, şiddetin radikal bir şekilde azaldığı ve böylece de ölümün, yaralanmanın, korkunun, sessizliğin, tehtidin, kısıtlamanın olmadığı, kadınların güven içinde yaşadığı, insan haklarına ve eşit haklara sahip olduğu  bir dünya hayal etmeliyiz. 

Erkekler tarafından şiddete maruz kalmış, öldürülmüş, adını bildiğim ya da bilmediğim tüm kadınları kız kardeşimmiş gibi hissediyorum. Ve ancak kadın-erkek el ele mücadele ederek, dayanışarak erkek şiddetine son verileceğine inanıyorum. Yazar da kitabında şöyle söylüyor: Ayrımcılığı tek başına kadınlar yok edemez, tıpkı siyahların ırkçılığı, beyazların katılımı olmadan yok edemeyeceği gibi.


22 Mart 2018 Perşembe

Her Zaman Acemi Olmayı Becerebilir Miyim?


Tamam. Çoktan kabul ettim. Tuhaf biriyim.  Merakım çok, ilgim dağınık, bilgim yarım yamalak, sadakatim yok. Şimdi  edebiyatta kadınlık vaziyetleri üzerine  kendi kendime okumalar yapıyorum ya... Allahım yarabbim... Nasıl kaptırıyorum kendimi...  Nasıl iştahlı iştahlı, nasıl tüm ilgimle, nasıl dünyada başka bir iş yokmuş gibi okuyorum anlatamam.  Beni bir görseniz... Bazan sinirlenip evin içinde homurdana homurdana volta atıyorum, bazan kendimi geçmişte yaşayan kadın yazarların yerinde hayal ediyorum, Abartıyorum. Duygularımı abartıyorum. Okumalarımı abartıyorum. İşte az önce elime şu kitapları aldım. Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar, Etin Cinsel Politikası, Tavan Arasındaki Deli Kadın. Hepsini çılgınca merak ediyorum. Lakin... Biliyorum kendimi... Birini okurken ilgim dağılacak, diğerini okumaya başlayacağım. Bu durumda bilgim yarım yamalak olacak. Bir zaman sonra... Edebiyatta kadınlık vaziyetlerine sadık kalmayacağım da... Seziyorum... Edebiyatta erkeklik vaziyetlerini merak edeceğim... 

Ne mi yapayım? Bakın bu durumda ne yapacağımı çok iyi bilirim.  Hemen bir şairin sözlerini tekrarlarım ... Derim ki... "Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız, yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka taş daha... Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar." Turgut Uyar sanki beni teselli etmek için söylemiş bu sözleri.... Lakin ben de şairin tanımına uymak için elimden geleni yapıyorum.  "Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız." Anlatabiliyor muyum? Tıpkı böyle. 


21 Mart 2018 Çarşamba

Zihnimde Cirit Atan Fikirlerin Verdiği Garip Telaş...


Kadın öğrencileri felsefeye çekme amacıyla, Oxford Üniversitesi Felsefe bölümü bir dizi değişiklikler yapmış. Feminist felsefeyle ilgili yeni bir lisans programı başlatmak için bu bölümde eğitim verecek yeni akademisyenler  görevlendirilmiş. Ne hoş! 

BBC Türk'te "Oxford Üniversitesi'nde feminist felsefe çalışmaları güçlendiriliyor" diye denk geldiğim başlık, acaba son aylarda okuduğum kitaplar sebebiyle mi dikkatimi çekti diye düşünmeden edemedim. 

Çünkü kadınlık vaziyetleri sahiden zihnimi epey meşgul ediyor. Daha önce kadın edebiyatçı, felsefeci, bilim insanı, sanatçı niye erkeklere oranla daha az diye düşünürdüm.  Şimdi diyorum ki, var olanları neden bilmiyoruz?  Mesela lise yıllarımda, edebiyat  kitaplarında niye kadın edebiyatçılar yoktu? Sadece Halide Edip  Adıvar geliyor aklıma... Oysa yeni yeni öğreniyorum ki, mesela Fatma Aliye Hanım(1862-1936),  Ahmet Mithat Efendi(1844-1912) ile birlikte çalışmış. Romanlar yazmış. Ahmet Mithat'ın adını biliyorken, niye Fatma Aliye'nin adını ve eserlerini bilmiyoruz? Gene ellinin üstünde  romanlar yazan, Nazım Hikmet(1902-1963), Ahmet Hamdi Tanpınar(1901-1962), Sabahattin Ali(1907-1948), Orhan Kemal(1914-1970)'le dergi çıkarmış, Ahmet Haşim'in (1884-1933)  yere göğe sığdıramadığı şahane bir kadın yazarımız varmış. Suat Derviş (1903-1972) Niye öğretilmedi? 

Bunları okudukça  anlıyorum ki,  kadın yazarların büyük mücadele vererek  yazdıkları pek çok eser var. Serpil Çakır'ın Osmanlı Kadın Hareketleri adlı araştırma kitabını okuyorum. Bence çok kıymetli bir kitap. Bin bir baskıya  rağmen kitaplar, dergiler çıkaran  kadın yazarlarımızın sayısı azımsanmayacak kadar çok olduğunu öğreniyorum. Niye bilmiyoruz? Kimler kadın yazarları gölgede bırakmak istemiş? Bu vaziyet bir tür cinsiyet ayıklaması mı?

Zihnimde cirit atan fikirlerin verdiği garip telaş... Okuyorum... 



Not- 1. Meşrutiyet Dönemi’nde modern kadını imgesini yansıtan Namık İsmail’in “Sedirde Uzanan Kadın” tablosu –1917

BBC Türk'teki haber BURADA.


20 Mart 2018 Salı

Edebiyatta Kadın Vaziyetlerine Giriş


Geçen hafta sipariş ettiğim kitaplar bugün ofise geldi. Hoş geldiler, sefa geldiler. Bu Mart ayında, edebiyatta kadın vaziyetleri üzerine okuma yapmaya niyetlenmiştim. Epeyce okudum da...  Ay bitene kadar ise... İşte yukarıda dizim dizim dizilen kitapları okumak istiyorum.  İşim olmasa var ya... Feci dalacağım okumaya lakin... Sigortacıyım... Gün boyu genelde ya arazide ya yollardayım.  Müşteri ziyaretleri yapıyorum. Hasarlar oluyor. Şantiyelere gidiyorum. Demem o ki, feci yoğunum. Olsun. Kararlıyım. Okuyabildiğim kadar okuyacağım.

Laf aramızda, bu kadar okuma yaparsam, tekrar üniversiteye başlayıp kendime Kadın Çalışmaları konusunda bir yüksek lisans  programı bulabilir miyim acaba diye düşünmüyor değilim:)



16 Mart 2018 Cuma

Leylek Leylek Havada...



Müzeyyen abla merhaba, diye vatsaptan  mesaj yazdım. Önce Sarılma Emoji  (Açık el/sarılma emojisi) gönderdi. Sonra... Karşılıklı hatır sormalar falan derken, damdan düşer gibi marteniçkayı nereden bulabilirim, diye sordum. Marteniçkayı bilmeme şaşırdı.  (Ters Kafa: Zıpır ve tatlı gülüş emojisi) gönderdi. Valla Müzeyyen abla,  inan ki bilmiyordum. Feysbukta senin hesabında gördüm. Sonra araştırdım. Hikayesine bayıldım. Hemen bir parça kırmızı bir parça beyaz yün buldum. Yukarıdaki fotoğrafı gönderdim. Bak kendime marteniçka yapıverdim, diye yazdım.  Kalpli göz ifadesi (ya seni yerim emojisi) gönderdi. Ama ben senin marteniçkalarından istiyorum. Onlardan nerede bulabilirim diye yazdım. Ardından durur muyum? Ben de bir emoji ekledim.  Ağlayan ifadesi  (Ağlarmış gibi yapan emoji). Canım benim, onları ben Bulgaristan'dan getirdim diye yazdı. Şu emojiyi ekledi. Gülen gözlerle öpen ifadesi (Öpüyormuş gibi yapan) 


Bir dakika kadar sonra yukarıdaki fotoğrafı gönderdi. Dert etme. Bak bunları sana veririm diye yazdı. Allahım mutluluktan uçtum. Tam beş tane (32 diş gülen surat)  emojisi gönderdim. Hiiiç itiraz etmeyeceğim. En kısa zamanda kapında biteceğim diye yazdım. Tamam, bunlar senindir dedi.Kalpli göz ifadesi

Müzayyen abla benim kardeşin komşusu. Çok severim. Kardeşe gittiğimde mutlaka kapısını çalar, nabersin  Müzeyyen abla derim. Bulgaristan göçmeni olduklarını biliyorum. Allahım nasıl şahane yemekler yapar anlatamam.  Daha önce hiç işitip görmemiştim. Meğer Bulgaristan'da  her yıl Mart ayı geldiğinde, kırmızı ve beyaz yünlerden  bileğe takılan süsler yaparlarmış. Bu Bulgaristan'a has, bir nevi baharın gelişinin kutlanışıyla ilgili bir gelenekmiş.
Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç edince, geleneklerini gene devam ettiriyorlar demek ki. Ne güzel!

Bugün bir dilek tuttum. Marteniçkamı bileğime taktım.  İlk leyleği gördüğümde marteniçkamı bileğimden çıkaracağım. Veee... İlk denk geldiğim meyve ağacının dalına asacağım. Böylece hem benim dileğim gerçekleşecek hem o meyve ağacı daha çok ürün verecek. Allahım yarabbim. Niye böyleyim?  Biliyorum kendimi... İlk leyleği görene kadar başım havada gezeceğim. Dalgın ifadesi (Karşısındakine duygu sömürüsü yaparcasına içli üzülen emoji.)



gizli not- emojileri  buradan aldım.

Bu Gece Seyrettim Ve Sevdim



1995 yılı...  Balkanlar'daki savaş günleri...  Henüz iç savaş bitmemiş. Barış görüşmeleri devam ediyor. Bu süre zarfında ateşkes ilan edilmiş.   Kosova'nın dağlık bir bölgesinde, halkın temiz su ihtiyacını sağlayan bir kuyuya ceset atılmış.   24 saat içinde  cesedin çıkarması gerekiyor. Yoksa köylere pis su gidecek. Hemen gönüllü  insani yardım ekibi imdatlarına yetişiyor. Yardım ekibimizde Benico del Toro ve Tim Robbins abimiz ile Olga Kurylenko ve Melanie Thierry ablamız var. Aslında  yardım ekibinin işi ne ne kadar kolay değil mi? Halatı kuyuya sallandır... Cesede bağla... Vee... Yukarıya çek...  O kadar. 

Maalesef savaş bölgesinde en kolay işler bile çok zahmetli.  Bu film için, suya sabuna fazla dokunmak istenmemiş diyenler çıkabilir. Yooo...  Yönetmen bence savaş ortamında yaşanan talihsiz vaziyetleri, savaş dramlarını, ahlaksızlıkları, bürokrasinin  iş göreceğine nasıl işi  kör düğüme çevirdiğini, komik tesadüfleri, umudu elden bırakmadan, kara mizah tadında, uygun müziklerle, sakin sakin seyrettirip  anlatmak istemiş. Çok iyi etmiş. Mükemmel Bir Gün, aynı zamanda mükemmel bir film. Sahiden etkili. İbret verici bir film.


 


15 Mart 2018 Perşembe

İnsanın Bitmeyen Serüveni Dil'e, Giriş Yaptım.


"Çoğumuz bugün konuştuğumuz dilin, sözcüklerin hangi serüvenlerden geçtiklerini hiç düşünmeyiz. Sözcükler ve dil, farkında olmadan edindiğimiz öteki alışkanlıklar gibi bize verilmiş hazır reçetelerdir. " s.13



"İngilizce'de "C" harfinin önüne "H" geldiğinde "Ç" okunur.  "C" bazen  "S", "Ş" bazen de "K" okunur. "C" okunması için "G" yazılması gerekir. Ama "G" bazen  "G" okunur.  "J" ve "C" okunur. "J" de "C" okunur.  Okuma ile yazma arasındaki   kuralsız farklılaşmanın nedeni nasıl açıklanabilir?
Bir görüşe göre, İngiltere'de toplumsal ayrışmanın ve sınıflar oluşmasının sonucu, soylular yazı ve konuşma dilinde, kendi aralarında kullanmak amacıyla yalnız kendilerinin bildikleri "özel okuma şifresi" olsun istediler. Yazma ile konuşma dili arasındaki fark burdan doğdu: seçkinlerin, avamla kendi sınıfları arasına dille sınır çekmeyi istemelerinden. " s.29

"Biz "M" sesinin koyunların, keçilerin melemesinden, ineğin seslenmesinden geldiğini bilmediğimiz gibi, yazıdaki "S" iminin de deniz kabuğunun üstündeki spiralden çıktığını bilmeyiz. Başka seslerin ve imlerin de nereden geldiğini unuttuk." s. 18

"Ortaya çıkan ne çok dil var? Onlar birbirlerine çevrildiler ve daha da çevrilecekler. Hukuk dili, ekonomi dili, sibernetiğin dili, haberleşmenin dili, askerliğin dili, medyatik dil, mekaniğin dili, tıp dili, şiir dili, felsefe dili, bilgisayar dili, elektroniğin dili, balenin dili, sinema dili, resmin dili, trafik dili... ve onların birbirine çevrilişi... müzik dilinin matematik diline, fütürolojinin resim diline, resmin bilgisayar diline, şiirin sinema diline, hukuk dilinin ticaret diline... daha pek çok dilin, pek çok dile çevrilişi..."s.18

"İnsan olmanın ölçütü sayılan çeviri dili ile kurgusal dünyalarımızı büyüttükçe kendi iç doğamıza ve doğaya yabancılaşmışız. (Yeryüzünün en büyük, en işin içinden çıkılmaz çelişkisi bundan başka ne olabilir?)En basit sorunumuzu, yarattığımız yeni kaosta yitirdiğimiz için tanıyamıyor ve çözemiyoruz.  En basit sorunlar için psikoloğa, psikiyatriste gitmek zorundayız. Ama buna karşılık pek çok bilgi kazandık.  Bugüne değin hiçbir türdeşimiz bizim ulaştığımız bilgi birikimine ve bizim ve bizim bilgiçliğimize yaşlaşamadı. Ne var ki biz de onların bildiği, fark ettiği çok ama çok basit "şey"leri göremiyoruz,  işte ses ve anlam ilişkisi de o göremediğimiz, çok ama çok  basit "şey"lerden biri. Acaba bilgelikten yoksun bir bilgi birikimini sorgulamak yanlış mı olur? Acaba bilgeliği yitirmemizin beyin kirliliğiyle ilişkisi var mı? Bilgeliği tekrar yakalama şansımız olabilir mi? s.19
                              


"Nabokov romanına neden "Lolita" adını verdiğini açıklarken, L sesinin saydam ve arı olduğunu, romanın kahramanı genç kızdaki güzelliğin bu sesle anlatılabileceğini, güzellikteki kusursuzluğu gösterdiğini belirtir ve ekler: Bu ilişkiyi çok az kişi fark eder. (Nabokov'la yapılan bu söyleşi Metis Çeviri, 1988 Bahar, sayı3,s95) " s.19


"F" yi incelerken çok tuhaf bir durum çıktı ortaya. Tahsin Saraç'ın hazırladığı Fransızca sözlükte her harfin yanına "eril" olduğu belirtilmişİ yanlızca "F" için "dişil" denmiş. Demek ki eril ve dişil işaretler var. Buna diyecek yok, ama neden hepsi eril de yalnızca "F" dişil? Acaba dilbilimciler bunu nasıl açıklar? s.29

"Cemil Meriç Bir Dünyanın Eşiğinde adlı kitabında Hintli bir bilgenin "Dil Berekettir" dediğini belirtir. Bu söz burada bir kez daha yinelenmeye değer." s.17


"Türkçe sözcüklerdeki dil sesini alalım ele. "Ç" çıkıntı yapan, göze batan "uç"ları gösterir. Çengel, çalı, çapak, çörten, çıban gibi... Küçümsenen nesneleri de gösterir: çoluk çocuk, çaput, çomak, çalı çırpı, çopur, çöp, küçük, çirkin... "s.29


NOT: Yukarıdaki cümleleri, Yıldız Cıbıroğlu'nun Kadının Yazısız Tarihi "M" ve "N" Sesi adlı kitabının ilk bölümünden alıntıladım. Kitabı okudukça yazmaya devam etmek niyetindeyim. Yazarını keşfettiğim için  sevinç hissediyorum.