14 Aralık 2008 Pazar

Romantik Kardeşim'in "Eylül" Denemesi...


Eylül sarışın sevgilim benim...Saçlarını savurarak ağır ağır rüzgarla dans eden. Sıcaklığı hala tenimde gezinen, çok özleyeceğimi bildiğim hasretim.

Ah Eylül! Sende nelerim gizlidir benim bir bilsen. Seni düşününce ilkokulun susamları yerlere saçılmış, simit satılan kantini gelir aklıma bir anda. Turuncu çantalı, saçları iki örgü, beyaz dantel yakası kolalı, siyah önlüğü ve kırmızı kurdelesi ile yedi yaşım yürür Ulugazi ye doğru. Her Eylül, İzmit'in her bir taşı anılarla dolu kaldırımlarında yürürken hep çınarlardan dökülen yapraklardadır gözüm. Yıllar önce saçlarına düşen Eylül yaprağını bir el uzanıp almıştı sevda dolu. O sarı çınar yaprağı kaç yıl durdu Türk Dil Kurumu sözlüğünün arasında.

"Eylül de Gel " demişti Alpay şarkısında. Ben de her Eylül o gelmeyeni bekledim yıllarca. Sonra başka bir Eylülde beklemekten vazgeçtim galiba. Sarı, asi, sıcak otuz üç Eylül geçti hayatımdan... Her Eylülde okullara koşturdum, bu Eylülde evdeyim. Sarı, minik, tatlı bir bebek var şimdi kucağımda. O elindeki çıngırağını sallayıp, bilgisayarda yazı yazan annesine bakarken , ben yaşamayı umduğum diğer Eylüllere göz kırpıyorum ve pencereden içeri dolan ılık Eylül rüzgarı gülümserken kahvemi yudumluyorum.

Yazan - Tuğba Uzuner Demirer
Fotograf - Numan Serteli

Masumiyet Müzesi

Erkenden kalktım. Uzunca zamandır heyecanla beklediğim Orhan Pamuk’un son kitabı bugün satışa çıkıyordu. Nedense aklıma oturduğum şehrin büyük alışveriş merkezindeki o güzelim kitapçının kapatılarak yerine banka açılacağını öğrendiğim günkü duygularım geldi . Nasıl da öfkelenmiş , kitap kolilerine oturup ağlamıştım. Günlerce mutsuz dolaşmış,önüme gelene anlatmıştım kitapların yerini paralar alıyor diyerek... Umduğum kadar tepki alamamıştım insanlardan…Kendimi yapayalnız hissetmiştim. Kitapçılar mabetimdir benim… Şimdi kimi zaman önünden geçip iç geçirdiğim banka ise başkalarının mabedi olmalı …Asla benim değil...Orhan Pamuk’un kitabını yaşadığım kasabadan iki saat uzaklıktaki İstanbul’dan alacağım. Kitapçılar gibi İstanbul da büyük bir kıymet benim için…İstanbul’un gizemli yanını bana sevdiren biraz da Orhan Pamuk’tur.

Orhan Pamuk’un ilk Kara Kitap’ını okumuştum. Yaşadığım büyük bir üzüntünün akabinde tesadüfen gitmem gereken Viyana gezimde yanıma aldığım bir kitaptı Kara Kitap…Şehrin karanlık ve barok mimarisi ile romanın baş döndürücü, mistik ve uzun cümleri o dönemdeki depresyonlu ruhuma okadar denk düşmüştü ki Kara Kitap’ta Galip’in peşini bırakmayan gölge sanki benim de peşimdeymiş gibi şehri kaçar adım dolaşmıştım.

Sonra ardı ardına yazarın adında renk olan tüm kitaplarını okumaya devam ettim… Kara Kitap..Benim Adım Kırmızı.. Beyaz Kale.. Kar.. Öteki Renkler … Sonra da diğerlerini… Hepsini çok sevdim. Yazar hakkında konuşulan her türlü olumsuzluk bir kulağımdan girip diğer kulağımdan çıkmıştır… Kitapçılar ve İstanbul gibi Orhan Pamuk da hayatımın en kıymetlileri arasına girmiştir.

Yazarın uzun zamandır beklediğim Masumiyet Müzesi adlı kitabını beli bir ritüel içinde okumaya karar verdim. Erkence kalktım... İstanbul’a gittim… Sessizce kitapçıya girdim. Kitapları gördüm…Hayret …Pembe bir kitap kapağı… Kitabı avuçlarımın arasına aldım… Fırından yeni çıkmış ekmek gibi yavaşça kokladım…Kitabı bu alışveriş çılgını insanlar arasında okuyamam… Kasabamdaki büyük çınarların altında,sukünetle okuyacağım…Bugün sadece koklayıp, dokunacağım… İlk sayfasını açtım… “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.” diye başlıyor kitap… Kapattım…Memleketim yazarının, anadilimde yazdığı cümleleri, paragrafları,sayfaları lezzetine vara vara, keyfini çıkara çıkara , kelimelerin ve mekanın armonisinde dans ederek okuyacağım…

“Sevgili Tanrım, bu coşku beni terk etmesin!”