31 Ekim 2017 Salı

Sonbahar Hüznü



Ekim başında çıkan bir poyraz fırtınasından sonra Boğaz'ın akıntılı suları girilemeyecek kadar soğuyunca, kısa sürede hüznüm saklanmayacak kadar koyulaştı. Akşamın erkenden inmesi, arka bahçeye ve rıhtıma erkenden dökülen sonbahar yaprakları, yazlık olarak kullanılan  yalı dairelerinin  boşalması, iskelelere, rıhtımlara çekilen sandallar ve yağmurlu ilk günlerden sonra bir anda boşalan sokaklara devrilmiş bisikletler, ikimize de kaldırmakta zorlandığımız ağır bir sonbahar hüznü vermişti zaten.


Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi - Sayfa 220 - İletişim

30 Ekim 2017 Pazartesi

Ya Sonra?

Bir adam rüyasında Cennet'e gitse 
ve ruhunun gerçekten Cennet'e gittiğinin işareti olsun diye ona bir çiçek verseler 
ve sonra adam uyandığında bir de baksa ki çiçek elinde 
- Ee? Peki ya sonra?


Yazı - Samuel  Taylor Coleridge
Fotoğraf - Buradan

24 Ekim 2017 Salı

Ve Psikanaliz Ve Resim Sanatı Ve Dali Ve Narsisin Başkalaşması


Psikanaliz dersindeyiz. Salvador Dali'nin tablolarına bakıyoruz.  Hoca, Dali'nin Narsisin Başkalaşması tablosu üzerine konuşuyor. Diyor ki:

- Önde yerden çıkan bir el görüyoruz. Yerden çıkan bu el, yumurtaya benzer bir şekli tutuyor. Yumurta çatlamış. İçinden bir nergis dalı yükseliyor. Bakın, bu elin hemen arkasında  su birikintisinden çıkan başka bir el var. Bu elin rengi  farklı. İlk el gibi bu el de parmaklarının arasında yumurta şeklinde bir şey tutuyor. İyice baktığımızda görüyoruz ki, bu yumurta değil. Daha çok cevize benziyor. Cevizin çatlağından saça benzer püskülümsü bir şeyler çıkıyor.  

İkinci ele daha dikkatli bakabilir misiniz? Bu gördüğünüz bir el mi sizce? Yoksa suyun içine  çömelmiş bir insan mı? Ne dersiniz?  Ceviz sandığımız form adamın başı olabilir mi? Başın arkasında saçlar...  İki forma iyice bakın lütfen...  İki formun  aynı ölçülerde olduğunu farkedeceksiniz.

Çok doğru.  Ve şaşırtıcı. Öndekiyle arkadaki form, renkleri hariç tüm ölçüleriyle tıpatıp aynı. Hoca konuşmasına şöyle devam etti:

- Freud'a göre, insan beyninde bilinç ve bilinçaltını ayıran filtreler var. Dali psikolojik hastalığı sebebiyle paranoya esnasında, bilinçli olanla bilinçdışı olanı aynı anda algılayabiliyor. Böylece müthiş bir zeka eseri olduğunu söyleyebileceğimiz bu tabloda görüleceği gibi,  Dali bilincin her iki düzeyini birleştirmiş, ölçüleri tıpa tıp aynı olan iki formun birini taştan bir el, diğerini ise toprak bir vücut olarak resmedebilmiş.


 Hoca, Dali'nin hayatına geçti. Dedi ki:
- Salvador Dali, bir yaşındaki abisinin ölümünden dokuz ay sonra doğmuştur. Bir ikame çocuktur. 

İkame çocuk mu? Ömrümde böyle bir şey duymadım. İkame çocuk ne demek?

Ölen çocuğun yerine konan çocuk demekmiş. İlk çocuk ölmese, Dali doğmayacaktı. Abisinin ölümü Dali'nin doğum sebebi. Ailenin yasını hafifletmek için doğmuş olduğunu düşünerek büyümüş. Abisinin kendi bedeninde tekrar vücut bulduğunu düşünüyormuş. Dedesinin, babasının, ölen abisinin adı, kurtarıcı anlamındaki Salvador. Dali'ye de aynı adı takıyorlar. Ölecek korkusuyla aşırı korumacı büyütülmüş. Hastalık ve ölüm korkusu hayatına sinmiş. Bir sır olan dedesinin intihar ettiğini ergenlik yaşında öğrenmiş. Yoğun değersizlik duyguları, derslerde başarısızlık, yalnız geçen çocukluk, ergenlik sorunları, cinsel problemler, halüsinasyonlar, paranoya krizleri, evli ve çocuklu bir kadın olan Gala'ya olan saplantılı aşkı... Ve... Gala ile evlendikten sonra üreticiliği artmış. Gala ölünce ölmek istemiş. Artık resim yapmamaya başlamış. 1989'da öldüğünde bedeni mumyalanmış.

Segen Kuguş Digiligi Bigiligiyogor Mugusugun?


Ankara'daki  Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi'nin varlığından haberdar olunca, somut olmayan kültürel miraslarımız nelermiş diye merak ettim. Masallar, efsaneler, bilmeceler, atasözleri, fıkralar, halk hikayeleri, karagöz, meddah, kukla, geleneksel yemeklerimiz, halk hekimliği, halk takvimi, dokumacılık, telkâri, nazar boncuğu, bakırcılık, ebru,  halk mimarisi, doğum, düğün, nevruz kutlamaları, ölüm ritüelleri diye kısaca özetleyebilirim. 


Konuyla ilgili haber ve yazıları okurken, "kuş dili, lavaş ve çinicilik" in de UNESCO'nun somut olmayan kültürel miras listesine yer alması için girişimde bulunduğumuzu öğrendim. Lavaş ve çiniciliği anladım. Kuş dili ne oluyor ki diye merak ettim. Araştırınca şaşırdım kaldım. Giresun'un Çanakçı ilçesinde, coğrafyanın engebeli olması sebebiyle yöre halkı yaklaşık 500 yıl önceden beri  birbirleriyle iletişim kurmak amacıyla  kuşdili kullanıyorlarmış.  Halk eğitim merkezlerinde kurslar açılıyormuş ki, memleket olarak teknolojiye hemencecik alıştık ya, kuşdili unutulmasın, nesilden nesile aktarılsın isteniyormuş. 


Nasıl heyecanlandım anlatamam. Lakin tam anlayamadım. Kuş dili ne demekti? Kuş dili nasıl konuşulurdu? Durur muyum? Hemen sanal aleme göz attım. Meğer kuşdili, ıslıkla haberleşmeymiş. Türkçe'nin ıslıkla çalınan şekliymiş.  Uzak mesafelerde iletişim kurmak için kullanıyorlarmış. Allahım yarabbim... Müthiş! Ben bunu neden daha önce duymadım? Bencileyin tamtam ve dumanla iletişim yollarını sular seller gibi bilen Zagorsever biri, memleketimin somut olmayan kültürel değerleri olduğu söylenen,  ıslıkla iletişim yolunu nasıl bilmez? İtiraf etmeliyim, önce kendimi berbat hissettim. Lakin "bilmemek değil öğrenmemek ayıp" denir bizim köyde... İcabında atlar giderim valla  Kuşköye:)

Ayrıca Türkiye'de Giresun'un Çanakçı ilçesine bağlı Kuşköy'de kullanılan kuşdili olan ıslık dili var ya, sadece bizim memlekette değil, İspanya, Fransa, Çin, Meksika'nın bazı bölgelerinde de kullanılıyormuş. 

Bakınız, ŞURADA hem açıklamalı anlatıyor hem uygulamayı gösteren video var. Bayıldım:)


23 Ekim 2017 Pazartesi

Evvel Zaman İçinde Kalbur Saman İçinde, Cinler Cirit Oynarken Eski Hamam İçinde



Gazi Üniversitesi Türk Halk Edebiyatı bölümünden yardımcı doçent  Evrim Ölçer Özünel'in uzun zamandır takibindeydim. Kendisi  aynı zamanda Ankara'daki Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi'nin koordinatörüymüş. Ne hoş! Ankara'ya gidip o müzeyi gezmek, Anadolu masalları dinlemek, bilmecelere kafa yormak, eskiden kullanılan eşyaların etrafında dönen  geleneksel yaşamı hatırlamak  kim bilir ne heyecan vericidir. 

Ayrıca Evrim hocanın yüksek lisans tezi olan, Masal Mekanında Kadın Olmak adlı kitabını epeydir arıyordum. Arayan bulur derler ya... Sahiden buldum ve tüm merakımla okudum. Okumakla kalmadım,  masal kadınlarını anlatırken seçtiği bazı metinlerin içinde bulunduğu Prof. Dr. Saim Sakaoğlu tarafından olağanüstü emek verilerek hazırlanmış, Gümüşhane ve Bayburt Masalları adlı derleme kitabını da aradım, taradım, buldum, aldım. Evrim Ölçer Özünel'in  kitabını ilk kez okurken, örnek gösterilen masal cümlelerinin altını çizmiştim. Şimdi o masalların orijinallerini, Saim hocanın kitabından okuyacağım. 

Tolkien, masal diyarının "tehlikeli bir ülke"  olduğunu; "bu diyarda ihtiyatsızlar için tuzaklar ve fazla cesur olanlar için de zindanlar" bulunduğunu söylüyor. Son günlerde masalların menzilinde  ihtiyatsızca ve cahil cesaretiyle hoplaya zıplaya gezinmekteyim. Nanananoom! Misal, az sonra Gümüşhane ve Bayburt yöresi masal diyarına  bodoslama gireceğim.  

Masal diyarı sahiden tehlikeli bir ülke mi? Koskoca Tokien söylemiş... Tuzaklar ve zindanlar varmış öyle mi? Heyy!  Üstelik masal mekanında kadın başıma kaldım di mi? 

Haydi ordan! Kimden korkacakmışım ki?  Başlıyorum işteee:  "Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içindeeeee.........."


21 Ekim 2017 Cumartesi

Tövbe!


Zamanında yetişmek niyetiyle, sabah evden o kadar erken fırlamışım ki, üniversiteye vardığımda dersin başlamasına bir saat vardı.   O sevdiğim kafedeki  salaş tahta masalardan birine geçip,  en öğrenci edamla sandalyeye kuruldum. Baktım  sıcacık simit var. Ohh! Misss! Simitin yanına beyaz penir ve ince belli bardakta çay rica ettim.  Daha ne olsun? Ders öncesi en şahane kahvaltıyı ediverecektim.  Garson:
-  Haşlanmış yumurta  ister misiniz? diye sorunca...
-  Oluuur, deyiverdim.  
Tabağım geldi. Yanında kız belli bardakta çayım...  Nasıl mutluydum anlatamam. 

Normalde şu güzelliğin hakkını verecekken... Ne bileyim... Hayatın bedava hazları törenim yok mu hani... Önceee avucumla kavrayacaktım bardağımı mesela... Diğer yuduma kadar tabağa asla koymayacaktım...  Çayın kokusu aklımı alacaktı... Çok şükür, deyip simidi beyaz peynire katık yapıp,  hımlaya humlaya, keyfini çıkara çıkara,  yemeğe başlayacaktım... 

Yooo! Yapmadım!  Vallahi böyle yapmadım!

Ne yaptım bilin bakalım? Cep telefonumu elime aldım. Ve masadakilerin fotoğrafını çekmeye başladım. Sonra durdum. Binlerce kasırga aşkına! Ben ne  yapıyorum, dedim.  Niye, çok şükür diyerek yemeğe başlayacağıma, fotoğraf çekiyordum ki? Korktum iyi mi? Abicim,  bu yoksa  teknoloji dini mi ne?  Büyükannem duymasın valla! Tövbeee! Tövbe!

16 Ekim 2017 Pazartesi

Az Gitmiş Uz Gitmiş...


Hepimiz bu zamanda, bu yerin konuklarıyız. 
Amacımız gözlemlemek, öğrenmek, büyümek, sevmek.
Sonra eve geri döneriz.

Aborjin Atasözü 

11 Ekim 2017 Çarşamba

Filmlerdeki Gibi Olmaz.


Evdeydim. Tökezledim. Yüzüstü düştüm. "Kötü düştüm. Kötü düştüm. Kötü düştüm." diyerek üç kez tekrarladım. Elimi alnımın sağ köşesine koydum. Ceviz büyüklüğünde şişlik hissettim. Ayağa kalktım. Mutfağa yöneldim. Buzdolabından buz çıkardım. Alnımda gezdirdim. Salona geçtim. Koltuğun ucuna çöktüm. Gözüm sehpaya bıraktığım telefonumun ışığına takıldı. Sol elimin işaret parmağıyla tuşuna bastım. İki kelimelik cümleyi gördüm: "Dilek gitti." 

Zihin tuhaf kutu! Sherlock'un 3. sezon 3. bölümdeki  silahla vurulma sahnesi aklıma geldi. Sherlock'u vuran kadın "Filmlerde izlediğin gibi değil, değil mi Sherlock?"  demişti. Vurulacağını asla tahmin etmeyen Sherlock'un  yaşadığı şoku atlatması ve hayatta kalması için neler yapması gerektiğini anlattığı sahneleri hatırladım. Vurulmuştum. Kurşun hiç beklemediğim yerden gelmişti. "Dilek gitti." Bu iki kelime kurşun gibi yüreğime girmişti. Diz üstü çöktüm. Yüz üstü düştüm. "Kötü düştüm. Kötü düştüm. Kötü düştüm." diye üç kez tekrarladım.  Her zaman aptaldım. Her zaman hayal kırıklığıydım.  Arkadaşımın öleceğini hiç düşünmemiştim. Tanımadığım bir acıydı. Yaramı iyileştirecek bir şeyler olmalı... Kontrol... Kontrol... Kontrol... Acıdan korkmama gerek yok. Acı... Kalp kırıklığı... Kayıp... Ölüm...  Hepsi bizim içindir. Yağmur yağıyor... Seller akıyor... Filmlerde izlediğim gibi değil, değil mi? Zihnimdeki anılar dosyasından Dilek'li bölümün çekmecesini açtım. Anılar yüreğimdeki kurşunu çekiyor. Gülüyorum ben... Ağlıyorum ben... Dilek gitti.

8 Ekim 2017 Pazar

Binlerce "Zıplayan Pire" Aşkına!!!!


Yeminle niyetim bambaşkaydı. İşte uzun zamandır yolunu gözlediğim çizgi roman elimin altındaydı. Sert bir kahve eşliğinde tüm duyularımı canlandırma gayretindeydim. Usta bir film yönetmeninin kamera  hareketlerini takip eder gibi Christophe Chaboute'nin çizgilerinin peşine düşme hayalindeydim. Eksiğim var abartım yok. Tıpkı böyleyken böyleydim.
Lakinnn....


İlgim dağınık... Merakım çok... Hafızam zayıf... Sadakatim yok.

Çizgi romanı olduğu yerde bıraktım. Cep telefonumdan Chaboute'nin hayatını gugıllamaya başladım. Yukarıdaki fotoğrafını görünce şaştım kaldım. Çizer tüm sevimliliğiyle gülümsüyordu. Arkasındaki duvarda bir müzik aleti asılı duruyordu. Bayıldığım çizer Chaboute yoksa ukulele mi çalıyordu!! Heyyy! Binlerce zıplayan pire aşkına! Sırf bu sebeple başım leyla gibi dönüyordu.........