24 Şubat 2015 Salı

"Ah Benim Nergis Kokulu Cesaretim, Bana Yıllarca Bunca Sözü Boşa Söylettin."


"Hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz kadınsı, durup dururken bağıran şiirler."
 
didem madak
 
 
 

23 Şubat 2015 Pazartesi

Diyor Ki Bir Şair...


Türkü dinlemeyen, 
şiir sevmeyen,
kitap okumayan
ve çay içmeyen birine;
gönül vermeyin...

aykut ciyhan




22 Şubat 2015 Pazar

Gemilerle Her Gece Ben Çok Uzaklardan Dönerim...

 
"Sergüzeştin ne haritası ne de pusulası vardır. Gözleri değiştiren bu manzara nedir?
Hayat."



peyami safa / bir akşamdı

19 Şubat 2015 Perşembe

Şşşth Kimse Duymasın 17 - Sobaya Güzelleme



Ey soba!
 Hayatta hiç kıymetin kalmadı mı zannediyorsun? 
Olur mu?
Sırf  şu fotoğraftaki  halinle, 
ruhumu ısıtıyor, hayallerimi süslüyorsun...

Gerçekten!




17 Şubat 2015 Salı

Manda Yuvası - Gece On İkiden Sonra, Şafak On...



"Çiğdem Sineması, Yeşilyuva İlkokulu'nun yanındaydı...
Yalnız, bir dakika durup isimlerin güzelliğine dikkatinizi çekmek istiyorum. 
Çiğdem Sineması, Yeşilyuva İlkokulu, Cennet Mahallesi, Florya, Menekşe İstasyonu..."
 
atilla atalay/çiğdem sineması


Böyle düşsel bir mekanda, dev bir hercai menekşenin dibinden trene binip,  çiğdem kokan bir sinemada film seyretmeyi hayal ederek Beyoğlu'na gelmiştim. Aynen Çiğdem Sineması'nın olmadığı gibi, Emek Sineması da yok artık, kesin biliyorum. Fitaş'ın  yüksek  koltukları arasında boynumu uzata uzata,  !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali'nin   filmlerini arka arkaya seyrediyordum.

Üzerimde tuhaf bir hal vardı.  Parmağına çekiç vurmuş insanın, elini deli gibi sallayıp zıplaması, söz konusu acıyı geçirmesi nasıl mümkün değilse, Tokyo'daki çetelerden, Avustralya'daki trans anneye, büyükler için yazılmış masal tadındaki İngiliz filminden, Brezilya'nın ağustos esintilerine kadar muhtelif lezzette filmler seyrederken,  27 Şubat'ta vizyona girecek olan Manda Yuvası adlı filmin sürekli zihnimde gezinmesini ve günleri saymayı engellemem de mümkün olamıyordu. Acayipti!

Bilenler bilir,  öykü seven biriyim.   Atilla Atalay'ın  komik kitaplarının arkasına gizlediği, ciddi ve hisli öykülerini tekrar tekrar okumaya doyamam. Benim için nadide  mücevher ayarında her biri...  Tek kelimeyle biterim.

Biliyordum ki, Atilla Atalay  son kitabına yeni öykülerini hazırlıyordu. Çıkacak kitabının adı  bile belliydi.  Ağır Tren... Of! Trene dair her şeyi seven bencileyin biri için bu kitap adı tam anlamıyla harikuladeydi.  Diğer kitapları gibi bu kitabının adını da çok sevmiştim. Öğrendiğim anda yüreğim pıtı pıtı  kanatlanıvermişti. En hakiki okuru olaraktan, sabırsızlıkla  yeni kitabının yolunu  gözlemekteyim. 

Pekiii.... Manda Yuvası adlı filmle  alıp veremediğim neydi? 

Şuydu...  Yavaş Tren bir türlü yayımlanmamıştı.  Sabırsızlıkla beklerken, Manda Yuvası'yla ilgili haberler  gözüme ilişmişti. Haberlere göre, Manda Yuvası'nın senaryosunu  Atilla Atalay, Can Barslan ile birlikte yazıyordu. Kastamonu'ya filmin çekiminin yapılacağı yerleri görmek, köylülerle konuşmak için gitmişler, bir süre  oralarda kalmışlardı. Eee...   Bu durumda Yavaş Tren'in gelmesi gecikiyordu.  Yıkılmıştım resmen...  Çok fenaydı.

Yalan söyleyecek değilim.  Manda Yuvası hakkında bütün bu haberleri duyduğumda çok öfkelenmiştim. Fikrime göre, Yavaş Tren'in gelişini yavaşlatmıştı ya, bırakın Manda Yuvası'nın adını anmayı, mümkünü yok... Asla seyretmeyecektim.  

Sanki kızgın  ütüler  ayaklarıma düşüyor, boğazımda petrol yüklü tankerler infilak ediyordu. Hatta bir süre sonra kabuslarımda rol değişimi oldu.  Asabi kadın el emeğiyle, psikolojik gürültüler çıkarıp, Manda Yuvası'na karşı menfur suikast girişimleri planlamaya kadar işi götürünce, kendimden korktum. Geçer diye bekledim, geçmedi. Harbiden rehabilite olma durumum söz konusuydu. Nihayetinde Manda Yuvası'nı zihnimin ücra çekmecelerinden birine kilitlemeyi becerebildim. Vallahi unuttum sanıyordum.

Bilirsiniz, unuturken, sinemaya gider, öyküler okursunuz, gülersiniz, gözleriniz dolar... Aynılarını yaptım.  Yooo... Besbelli unutamamışım. Bırakın unutmayı, için için Manda Yuvası'nın vizyona girmesini dört gözle beklediğimi anladım. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali'nin  dünyanın her yerinden farklı  bakışları sinemaseverlerle buluşturan filmlerini seyrederken, aynen askerin kafa izninin bitmesine kalan günleri sayması  gibi,  kaç kere Manda Yuvası'nın vizyona gireceği günü sayarken  yakaladım kendimi.  Şaşırdım kaldım.  İçimdeki yavru kedi debelendi...  Gece on ikiden sonra, şafak on... 

15 Şubat 2015 Pazar

"İnsanın Duası Bile Kendine Benzer."

Akşam saatleriydi. Sinemadan çıkmıştım. Hava buz gibiydi. Sokağın köşesindeki kitapçıya daldım. Bir süre dalgın adım dolandım. Raflardan rastgele bir kitap çektim. İlk sayfasını araladım. Gözüme çarpan  cümleyi okumaya başladım: "İnsanlar, birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususi boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır." Bu cümleyi nasıl sevdim anlatamam. Murathan Mungan'ın  o şahane dizelerini hatırladım. 

  "Şimdi biz neyiz biliyor musun?
  Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
  Birbirine uzanamayan
  Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
  Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz."


Şiir yüreğimi titretti. Tanımadığım kitabın  sevdiğim bir şiiri hatırlatıp bünyemi silkelemesi hoşuma gitti.  Dayanamadım. Bir kaç sayfa çevirdim.  Durduğum sayfanın en alt paragrafına heyecanla baktım.  "Bu, günün en hoşuma giden saatiydi. Akşam şehre ve kalplere helmesini döküyor, sokaktan geçenlerin gözlerine karanlıkların sürmesini çekiyor, yüzlerini sanatın manalarıyla güzelleştiriyor, hareketlerini kahramanların edalarıyla asaletleştiriyor, her şeyi romantik gölgelerle sararak kıymetleştiriyordu."  Ne hoş  cümlelerdi. Gözleriminin önünden bir merak bulutu geçti. O anda kitabın kapağına bakmayı akıl ettim. Fahim Bey ve Biz... Yazarı Abdülhak Şinasi Hisar. Ah!.. Hatırlayıverdim.  Dört hüzünlü yazardan biri... Orhan Pamuk, İstanbul adlı kitabında anlatır.
"Hatıra yazarı Abdülhak Şinasi Hisar, hakkında bir kitap yazdığı arkadaşı şair Yahya Kemal, onun öğrencisi ve sonra yakını romancı Ahmet Hamdi Tanpınar ve gazeteci-tarihçi Reşat Ekrem Koçu, bu dört hüzünlü yazar, bütün hayatları boyunca yalnız yaşadılar, hiç evlenmediler ve yalnız öldüler. 

"Koşar adım kasaya gittim. Fahim Bey ve Biz adlı kitap.. İşte... Artık benim...

Yahya Kemal dışındakiler ölürlerken eserlerini istedikleri gibi tamamlayamadıklarını, kitaplarının parçalar halinde yarıda kaldığını ya da istedikleri okuru bulamadıklarını  da acıyla hissediyorlarmış ya hani...  Yattıkları mekan nurla dolsun.  Diğer üçünün zaten  hastasıyım. Abdülhak Şinasi Hisar'ı  hiç okumamıştım.  Ne yapabilirim? Yolumuz yeni kesişti.  Yeminle  şimdi okuyacağım.
 
Aramızda kalsın. Az önce kitabı yüreğimin üstüne bastırıverdim. Edip Cansever "İnsanın duası bile kendine benzer," der. İnandığım Tanrı'ya kendimce bir dua gönderdim. "Tanrım, Abdülhak Şinasi Hisar üzülmesin e mi? İnanıyorum, istediği okur benim. " 

13 Şubat 2015 Cuma

Türkülerim Ve Çizgi Romanım

 "Sen yarim idun sevduğum idun
Ölesiye sevdum seni her şeyum idun"
 

"Kader böyle ayirdi bak yollarımuzi
Ne yapalum kuramaduk yar yuvamuzi"




 
"Görüyorum bu aşk beni seni de yakar
Ayrı düştük seninle yar sonsuza kadar"

12 Şubat 2015 Perşembe

Suspus...


Doğrusu bugün iyi becerdiğimi düşünüyorum.

Ses tellerime düğüm atabilme, sesimi kesebilme, dilimin ucunda takla atan sözcükleri  dudaklarımın arasında  hapsedebilme,   sessizliği seçebilme,  suspus olabilme vaziyetimi diyorum.  

Suspus...

10 Şubat 2015 Salı

Kar Altında Hüzün Denemesi Ve Diğer Denemelerim



sabah uyanıp dışarıya baktım ki o ne? dünyam gene  kara bürünmüş!  erdem beyazıt'ın şiiri vardır ya hani... "kar altında hüzün denemesi"...  ne şahane şiir adıdır...   bu dize   fikrimde ince ince gezindi.


işten eve gelirken tipi tüm gücüyle üfürdü beni. eve girer girmez canım tatlı istedi. dolaba baktım. üç ayva kalmış. aaa! içlerinden biri  göz kırpıp  gülümsedi. hey, dedim, kendi kendime... niye kar altında ayva tatlısı yapmayı denemiyorum ki?  üşenmedim. tüm hevesimle denedim...  soğur soğumaz hapur hupur yedim. söylemesi ayıp, harikuladeydi.


ayva tatlısının fotoğrafını anladık da, diğer iki kare neyin nesi, diye soruyorsunuz  di mi? olur mu ama?  madem kar altında deneylere devam ediyorum... reha erdem'in kosmos adlı güzeller güzeli filmini seyredeceğim şimdi.

1 Şubat 2015 Pazar

Fakat Müzeyyen, Bu Kitap Sevdiğim Filmlerin Resmi Geçidi...


  


  

“Geri Grant amcamın, bir yandan esas kız Oldrey Hepburun’u, Cames Koburun kazması ve diğer katillerden korurken, öte yandan çeyrek milyon doları film boyunca arayıp, ta ki final sahnesinde, pul pazarını gezerken işe uyanması gibi, vaziyet netleşmişti. Aradıkları para evde, esrarengiz çantadan çıkan mektup zarfının üzerinde, pul biçiminde sıralanmış, aheste yatıyordu. Çeyrek milyon dolar, günlerce gözlerinin önünde durmuş, onlar geğik gibi bakmışlar ve bu arada  bir sürü adam papaz olmuş, sel gibi kan akmıştı.” (s.14)
  






 “Ufaklık yanıma geldikçe aklıma, Cak Nikolson denen koca ağızlı herifin, yeni romanını yazacak yazar rolünde, karısını ve çocuğunu alıp, dağ başında bir otele kışlık bakıcı olarak yerleştiği ve bir süre sonra kafayı yediği film geliyordu.  Filmin son sahnesinde, herifin film boyunca aynı kelimeyi on yedi bin kere yazmaktan başka bir bok yemediğini ve eline balta alıp, karısını ve çocuğunu kovaladığını görüyorduk.” (s.17)






"İçimden bir ses bana, Cak Lemon ve Sokak Kızı İrma diyordu. Cak denen herif, kerhane sokağına yeni atanmış kuş ve gerzek bir polis olarak, orospu İrma ile tanışıyor, kadına aşık oluyor, polis kimliğinin dışında başka ve gizli bir kimlik ile İrma’nın hayatına müşteri rolüyle giriyor ve kadının başka bir müşterisi olmasına izin vermeyecek ölçüde hayatını kaplamaya çalışıyordu. Müşteri rolüne para yetiştirebilmek için, mezbahadan tut, bilmem nereye kadar bir sürü işte çalışıyor ve İrma’nın koynuna girdiğinde, yastığa bir karış kala havada uyuyordu.” (s.18)






"Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün Kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşa döner, Sadri Alışık denen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça, ben de ağlardım. Nedenimi bilmez, ağlardım. Ağladıkça Sadri’ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin mecburiyet gibi duruşuna, Sadri’nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü gibi bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine….” (s.19)

GİZLİ NOT Cumartesi günü, "bi lodos lazım şimdi bana, bi kürek, bi kayık" tadındaydım. Kadıköy'den motora atladığım gibi, pıtı pıtı Eminönü'ne geçtim. Tramvaya bindim. Ver elini  dünyanın en güzel AVM'si... Neresi mi? Neresi olacak? Kapalıçarşı tabi! Size bir şey söyleyeyim mi, Kapalıçarşı tek kelimeyle gene büyüleyiciydi! Anlatacağım bir ara... Başka bir şey anlatmak istiyorum şimdi... 

Kapalıçarşı dönüşü, tabanvayla Eminönü'ne indim ki o ne? Deniz seferleri iptal edilmiş. Hoppala! Niye? Öğrendim. Lodos sebebindenmiş. Ah!.. "Bi lodos" istedim ya...  Demek felek ricamı kabul etmiş. Önce yüzümü gökyüzüne çevirdim, sağ elimi yüreğimin üzerine yerleştirdim. Sonra başımı öne eğdim. "Eyvallah" dedim. Kaderime gülümsedim. Ahaliye sordum. Eminönü'nden Taksim'e,  Taksim'den Kadıköy'e dolmuşlar varmış. Şahane! İlk dolmuşa atladım. Hemencik çantamdaki kitabı çıkardım. Okumaya başladım.


Sabah Kadıköy'de kitapçıda dolanırken bir kitap ilgimi çekmişti. Yazarı İlhami Algör'dü. Ömrümde işitmemiştim. Kapağında bir gözü  Sadri Alışık bakan bir kadın çizimi vardı ya, o göze ve hüzünlü çizime kapılıvermiştim. Satın alıvermiştim. Tek sayfasını aralamadan çantama atıvermiştim. Dolmuşa binince, hemen kitabı açtım. Okumaya başladım. Bu kitap, hikaye değil, adeta sevdiğim filmlerin resmi geçitiydi. Çok eğlendim. Eve gelince üşenmedim. Nanananoom... Buyrunuz... Filmlerle ilgili cümleleri tek tek bulup, çıkarıverdim.

Çok Gizli Not: Bir ara gene üşenmeyip, kitaptaki şarkı sözlerini de yazacağım:)