yalnız bir opera etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yalnız bir opera etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2021 Pazartesi

Ters Kontak mı? Düz Kontak mı?

 



Çocukluğundan beri uzaydan gelen sesleri takip eden astronom Ellie, nihayet Vega yıldızından gelen bir sinyali keşfeder. 

Ne yani? Uzayda bizden başka canlılar vardır öyle mi? 
İşte bu film bu soruya,  şöyle cevap vermektedir: 
"Bizden başkaları da var mı bilmiyorum ama eğer sadece biz isek, bu çok büyük bir alanı boşa harcamak olurdu."  

Yeminle aynı fikirdeyim. Ama  laf aramızda, henüz hiçbir uzaylıyla kontak kuramamış olduğumu itiraf etmeliyim:)

1997 yapımı Contact adlı bu  film, ışıklar içinde uyusun kendisine gani gani saygım, sevgim olan Carl Sagan'ın aynı isimdeki kitabından sinemaya uyarlanmış.  Aksiyonlu, aşklı meşkli  ilginç bir film. 

Bilim insanlarının, uzaydaki varlıkların ispatlanması çabaları karşısında, siyaset ve din adamlarının vaziyetleri, Einstein'in "İki şey sonsuzdur. Evren ve insanoğlunun aptallığı. İlkinden o kadar emin değilim" sözünün resmen ispatı.  Neyse ki kızımız zeki.😅

Hey! Aslında  başka bir şey yazacaktım. Şöyle... Bir sürü dalevera yapılsa bile, hak yerini buluyor ve kızımız, özel olarak üretilen uzay aracına bindirilip  uzaylılarla kontak kurmaya gönderiliyor.  

Veeee.... Uzayın sonsuzluğunda harikulade manzarayı görünce, sevgili Ellii'nin nutku tutuluyor.  Gördüklerini ifade edecek kelime bulamıyor. Ve yukarıdaki karelerde göreceğiniz gibi keşke benim yerime bir şair gönderselerdi, diyor.  

Bu sahneler ve sözlere bayıldım.  Geri sardım.  Aynı bölüme tekrar tekrar bakakaldım. 

Sonra hemen bir şiirle kontak kurdum. Oturdum. Murathan Mungan'ın Yalnız Bir Opera'sını okudum. 




26 Eylül 2020 Cumartesi

Eylül Ve Yalnız Bir Opera'yı Özlemek


".......
"Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken 
Senin bana geç kaldığını
.........."



Murathan Mungan'ın 
Yalnız Bir Opera adlı şiirinin bazı dizeleri
ve 
Atatürk Arboretumu



2 Kasım 2017 Perşembe

Uyku Büyüsü Yapayım Derken...


Gece. Uykum kaçtı...   Her aklına estikçe kaçıveren uykumun peşinden bu kez  gitmeyeceğim. Kararlıyım. Uykumu kendi ayaklarıyla tıpış tıpış geri getireceğim. Evet. Yapabilirim bunu. Becereceğim.

Yatmadan önce okumaya başladığım Haydar Akın'ın  Ortaçağ Avrupa'sında Cadılar ve Cadı Avı adlı kitabının  büyü ve büyü teknikleri bölümünden derdimin anlam ve önemine uygun bir büyüyü hatırlamaya karar verdim. Düşündüm... Taşındım...  Şu hafıza ne tuhaf bir kutu. Bir tane bile büyü  yapacağım kelimeyi, aklımın ucuna getiremedim. Binlerce kasırga aşkına...  Onun yerine ne yaptım bilin bakalım?  Bir şiirin  en şahane dizelerini, hafızamın tılsımlı dolabından cımbız cımbız çekiverdim... Diyor ki...

"Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza." 
(koca bir ömür mü? yok artık!) yeminle yeni gitti!)

"Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana." 
(hoppala! yoo! sakın ha! yooo! )

"Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz."
(Murathan Mungan'ın Yalnız Bir Operası'ndan bu dizeler... Allahım yarabbim...  Nasıl büyülü sözler... Ve  ne zaman aklıma gelse, bu şiir beni duvara çiviler!  Tamamını ezbere bilmiyorum ki... Hem şimdi meselemle ne ilgisi var di mi? Du bi... Nasıldı?)

"Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza." 
(yooo! hayır!)

Biliyorum  cadılık yapıp seni ayaklarıma kapatmaya niyet etmiştim. Aklım sıra büyü yapıp seni tıpış tıpış geri getirecektim.  Şiirin dizeleri feci çarptı beni.... Feci... Büyülendim. 

Uykum, lütfen  kendiliğinden dön geriii!

15 Şubat 2015 Pazar

"İnsanın Duası Bile Kendine Benzer."

Akşam saatleriydi. Sinemadan çıkmıştım. Hava buz gibiydi. Sokağın köşesindeki kitapçıya daldım. Bir süre dalgın adım dolandım. Raflardan rastgele bir kitap çektim. İlk sayfasını araladım. Gözüme çarpan  cümleyi okumaya başladım: "İnsanlar, birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususi boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır." Bu cümleyi nasıl sevdim anlatamam. Murathan Mungan'ın  o şahane dizelerini hatırladım. 

  "Şimdi biz neyiz biliyor musun?
  Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
  Birbirine uzanamayan
  Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
  Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz."


Şiir yüreğimi titretti. Tanımadığım kitabın  sevdiğim bir şiiri hatırlatıp bünyemi silkelemesi hoşuma gitti.  Dayanamadım. Bir kaç sayfa çevirdim.  Durduğum sayfanın en alt paragrafına heyecanla baktım.  "Bu, günün en hoşuma giden saatiydi. Akşam şehre ve kalplere helmesini döküyor, sokaktan geçenlerin gözlerine karanlıkların sürmesini çekiyor, yüzlerini sanatın manalarıyla güzelleştiriyor, hareketlerini kahramanların edalarıyla asaletleştiriyor, her şeyi romantik gölgelerle sararak kıymetleştiriyordu."  Ne hoş  cümlelerdi. Gözleriminin önünden bir merak bulutu geçti. O anda kitabın kapağına bakmayı akıl ettim. Fahim Bey ve Biz... Yazarı Abdülhak Şinasi Hisar. Ah!.. Hatırlayıverdim.  Dört hüzünlü yazardan biri... Orhan Pamuk, İstanbul adlı kitabında anlatır.
"Hatıra yazarı Abdülhak Şinasi Hisar, hakkında bir kitap yazdığı arkadaşı şair Yahya Kemal, onun öğrencisi ve sonra yakını romancı Ahmet Hamdi Tanpınar ve gazeteci-tarihçi Reşat Ekrem Koçu, bu dört hüzünlü yazar, bütün hayatları boyunca yalnız yaşadılar, hiç evlenmediler ve yalnız öldüler. 

"Koşar adım kasaya gittim. Fahim Bey ve Biz adlı kitap.. İşte... Artık benim...

Yahya Kemal dışındakiler ölürlerken eserlerini istedikleri gibi tamamlayamadıklarını, kitaplarının parçalar halinde yarıda kaldığını ya da istedikleri okuru bulamadıklarını  da acıyla hissediyorlarmış ya hani...  Yattıkları mekan nurla dolsun.  Diğer üçünün zaten  hastasıyım. Abdülhak Şinasi Hisar'ı  hiç okumamıştım.  Ne yapabilirim? Yolumuz yeni kesişti.  Yeminle  şimdi okuyacağım.
 
Aramızda kalsın. Az önce kitabı yüreğimin üstüne bastırıverdim. Edip Cansever "İnsanın duası bile kendine benzer," der. İnandığım Tanrı'ya kendimce bir dua gönderdim. "Tanrım, Abdülhak Şinasi Hisar üzülmesin e mi? İnanıyorum, istediği okur benim. " 

17 Kasım 2013 Pazar

Yerçekimi'nden Yalnız Bir Opera'ya Yolculuk...


Astrobiyoloji  evrende yaşam olup olmadığını inceleyen bilim. Astrobiyoloji benim gibi hayalperest bir bünyeyi kışkırtan bilimlerden en önemlisi. Düşünsene.. Bizim şu anda bildiklerimizi geçmişte yaşayanlar tahmin edebilir miydi? Dünyanın tepsi gibi olduğunu düşünenler yuvarlaktır diyenlere inanmışlar mıydı? Nerdeee? Neyse.. Bu geniş bir mevzu.. Girmek istemiyorum derinlemesine.. Benim söylemek istediğim ise... 

Bak şimdi... Yerçekimi adlı bilim kurgu filmi seyrediyordum tamam mı?  İki astronot uzay boşluğundalar... Biliyorsun, günümüzde artık kabullendiğimiz durumlar. Uzay teleskopundaki arızayı onarmaktalar.  Muhabbetler ilerledikçe anlıyoruz ki, aslında iki yalnız ruh, iki kaybeden insan uzaydaki işleri sebebiyle rastlaşmışlar. Bir ara kadın kahramanın bağlantısı kopuyor. Uzay sonsuzluğunda ordan oraya savruluyor.  Hiç korkutmadı bu durum beni biliyor musun? O kadın astronotun  o anki durumunda olmak istedim.



Düşünsene... Binlerce yıldır yapılan keşiflerle neler bulmuş bilim insanları... Kimbilir bilmediğimiz daha neler neler var? Of! Bunları düşünmek bile ne kadar heyecan verici. Mesela düşünsene Güneş'ten dünyamıza ışık sekiz dakikada geliyormuş. Bu bizim güneşimiz... Evrende yüz milyar kadar galaksi, her birinde de yüz milyar yıldız var. Bir o kadar da gezegen olmalı. Bu kadar sayı insanın başını döndürüyor. Hatta bilmediğimiz başka canlılar neden olmasın ki?

İşte  filmi bu düşüncelerle seyrederken... Kadın astronot ve ben, aynı yeryüzündeki insan hâlleri gibi, hâlden hâle girerken... Carl Sagan'ın Kosmos adlı kitabında okuduklarım aklıma geldi. Bazı yıldızların, misal, Güneş'in  tek başına olduğunu düşündüm. Oysa çoğu yıldızların grup halinde kalabalık halde olduklarını... Sonra aslında sistemlerin çift olduğunu, iki yıldızın birinin yörüngesinde dolaştığını... Bazı genç yıldızların parlayarak göründüklerini, bazılarının kararsızca yanıp söndüklerini... Kimisinin çılgınca, edalı edalı dönüp durduklarını düşünce sözgelimi... Mavi yıldızların genç ve kızgın, sarı yıldızların ise orta yaşlı, kırmızı yıldızların ise çok yaşlı ve ölgün olduklarını... Bazı çift olması gereken yıldızların, birbirlerinin öylesine yakınından gelip geçtiğini ama gelip geçerken aralarında kalan toz bulutundan birbirlerini görmeyi beceremediklerini düşünce..Aynı insanlar gibi değil mi vaziyetleri... Hah işte... Tam burada.. Murathan Mungan'ın Yalnız  Bir Opera adlı uzun şiirinin şu dizeleri aklıma geldi birden...


Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biliyorum ne ilgisi var seyrettiğin filmle bu şiirin diyeceksin... Ne bileyim? İnsan nerede ve niye; aklından neler gelecek bilemiyor ki... Hafıza tuhaf bir kutu... Şaşırtıyor insanı... Zaten bu şiirin sonuna doğru Murathan Mungan'da şöyle diyor:

"Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?"

Şiirin ilerisinde gene yıldızlı dizelerle devam ediyor:



"ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden

Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren" İşte şiir böyle bitiyor.

Ne kadar çok olmuş Murathan Mungan'ın bu şahane şiirini düşünmeyeli. Hatırlamak iyi geldi. Aslında bu şiir çook uzun tabii.. Bu dizeler aynı gökyüzündeki yıldızlar gibi toz bulutuna karışmayıp yüreğime takılan bölümleri...  Bir kez daha anladım. Yıldızların hayatı da aynı bizler gibi. Kimimiz  bir Güneş gibi yalnızız... Kimilerimiz grup halinde kalabalık... Kimi kararsız, mutsuz... Kimimiz çılgın, edalı, huzursuz... Kimimiz, aslında ruhlarımız denkken, yan yana geçsek bile aramızda kalan toz bulutundan birbirimizi görmeyi beceremeyen... Kimimiz ise, bir sebeple sersemleterek çarpışan, nasıl denir,? Tesadüfen... Haydi bakalım, görüyor musun? Bu yazıya başladığımda nerdeydim, şimdi nerdeyim? Ne diyebilirim ki başka... "Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren."