28 Kasım 2025 Cuma

Bardak Düştü İS, dedi, Tabak Düştü TAN, dedi, Annem Bunu BUL, dedi...

 

Eylül'dü. İstanbul’da, Kabataş iskelesindeydim. Sanırım gene avare günlerimden birindeydim. Beklediğim Kadıköy vapuruna binmedim de iskelenin ucunda dikilip, uzun uzun denizi seyrettim. 

Bilirsiniz... Geçmişi görmüş, şimdiyi yaşamış, geleceği bilir kimi insanlar, balıkların boğaza akın mevsimi  sonbahardır, derler ya hani…  Hah işte…  Bu söz aklıma düşünce... O an... Balıkların boğaza akınını görmeyi, tüm merakımla hayal ettim. Yüreğim nasıl heyecanla pırpırlandı anlatamam. Ak tolgalı beylerbeyi “ilerleee!” dedi sanki. O ne? Bir baktım, denizdeki teknelerden birinde değil miyim? 

Motör, boğazın sularında pıtıpıtı yol alıyor... Hay canına!..  Orhan Veli'nin  o güzelim dizeleri, hafızama birer birer diziliyor.  "Ne hoş ey güzel tanrım ne hoş, maviliklerde sefer etmek, bir sahilden çözülüp gitmek, düşünceler gibi başıboş" diye seslenmek içimden geliyor. Bu şehre olan sevdam,  İstanbul’un siluetini bozan dik gökdelenlere inat, deniz yüzeyine yayılarak katlanıyor.

İstanbul 2.600 yıllık deniz kenti. İstanbul Boğaz’ı, Asya ile Avrupa’yı birbirinden ayırırken, Marmara Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlıyor. Tamam, mesela Bangkok, Venedik,  Amsterdam da, aynı İstanbul misali su etrafında kentleşmişler. Ama İstanbul gibi, var olan su dokusunda değil,  insanların doğaya yardım ederek oluşturdukları, yapay kanallar üzerinde yerleşmişler. İstanbul emsalsiz bir şehir... İçinden deniz geçen şahane bir su şehri…  

Ağlamaklı İstanbul'un betonlaşmasını seyrediyorum. Yüreğim sızım sızım sızlıyor... İstanbul ise eziyet içinde görünse bile, baş eğmeyen hüzünlü endamıyla gururla salınıyor.  Hay Allah!... Ne hoş bir sonbahar ikindisi vakti, diye düşünüyorum. Rüzgar ne tatlı esiyor... Deniz ne kadar mavi... Gök ne kadar berrak! Yüreğimin kuytusunda bir sevinç ellerini çırpıştırıyor.

İstanbul'un kıyı beldelerinden birinde motörden iniyorum. Daha önce buraya hiç gelmediğimi aklımdan geçiriyorum. İskeledeki çay bahçesinde mis gibi çayımı içiyorum. Sonra çantamı omuzuma atıyorum. Mahalle içlerine dalıyorum. Sağlı sollu eski binalar arasından  sessizce tepeye doğru yürüyorum. Sırtımı döndüm diye deniz onu unuttuğumu düşünecek diye korkuyorum. Arada mola verip, heyecanla denize bakıyorum. "Aaa!...Unutmak mı, delisin" diye sesleniyorum.  Hissediyorum. Beni işitiyor.  Dalgalı dalgalı gülümsüyor.

Hey! Telefon çaldı gitmeliyim.  Du bakalım... Boğazdaki balık akınını anlatmaya, sonra belki gene devam ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder