gibsy kings etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gibsy kings etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Haziran 2023 Çarşamba

Eski Öykü Deneme / İnsan Yürek Acılarını Sevmeli

"Çölde

Bir yaratık gördüm, çıplak vahşi.
Çömelmiş oturuyor
Yüreğini ellerinde tutuyor
Yiyordu.
Dedim ki: “tadı güzel mi dostum?”
“Acı, acı,” diye karşılık verdi;
“Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim.”

H.Crane

Müzik 

Bu gün hep arazide koşturup durunca, eve gitmeden önce kahve molası vermek istedim.   Yumuşak adımlarla  köşedeki kafeye doğru ilerledim. İlk güz rüzgarı tatlı tatlı esmekteydi. Rüzgârın tenimi üşütmesi hoşuma gitti.  Bu esinti, daha bir kaç hafta önce nasıl değişik  tat veriyordu. Sıcaktı. Yakıyordu. Şimdi… Sonbaharda farklı.  Artık serin esiyor. Diriltici. Önümüz kış. Kimi zaman dondurucu olacak. Sertleşecek.  Bazan önünde ne varsa peşi sıra sürükleyecek. 

Mevsimler, hayatlar gibi kendi mecralarında akıp gidiyor, diye düşünerek yürümeyi sürdürdüm. Omuzlarıma uzadığından beri saçlarımı artık hiç toplamıyorum. Yürürken esintinin ritminde saçlarımın dans etmesini, kimi zaman yüzüme doğru uçuşan saçlarımı tek elimi enseme sokarak arkaya ittirmeyi, mutlulukla alınan her nefesi, sağlıkla atılan her adımı, özgürce dolaşmayı,  bilmediğim yepisyeni duygularımın varlığını keşfetmeyi seviyorum.  Bir zamanlar böyle miydim? Bana hüzün veren her durumda dünyanın sonu geldi diye düşünürdüm.  Gene olmuyor mu? Oluyor elbette. Ama o eski  günleri iyi ki yaşamışım diye düşünüyorum. Size bir şey söyleyeyim mi? Anılar acı bile olsa beyaz tülbentlere sarılıp saklanmalılar. Sonra ömrün farklı mevsimlerinde çıkarılıp merhem niyetine hayata sıvanmalılar.

Bakın şimdi… O yıl liseye başlamıştım.  Vee... İlk kez aşık olmuştum.  

Yo, o benim  hiiiçç farkımda değildi. Güzel değildim. Ya da, o vakitler "aslında her kadın güzeldir"’i henüz öğrenmemiştim. Sivilceliydim. Okul giysim üzerimden dökülürdü. Saçlarım erkek çocuk gibi kısacık kesilmişti. Gözlerim bozuktu. Tam beş numara. Kara çerçeveli, kalın camlı gözlüklerim vardı. Dikkat çekecek hiç bir özelliğim yoktu öyle söyleyeyim.  O ise çok yakışıklıydı. Okulun güzel kızları onunla çıkmak için yarışırlardı.  

Bizim eve yakın otururlardı. Her sabah balkonda gizlice beklerdim. Onun uzaktan geldiğini görür görmez hemen kapının önüne inerdim. O farkında olmazdı. Okula giderken aynı kaldırımdan yürürdük. Çok çocuktum. Çocukluk ne güzeldi. Arkasından onun yürümesini izlemeyi severdim. Adımlarımı onunkilerle eşleştirirdim. O sağ adım atardı. Ben sağ adım atardım. O sol adım atardı. Ben sol adım atardım. Böylece sanki birlikte yürüyormuşuz gibi hissederdim.  

Güz hemencecik geliverirdi. Bazan şehrimin asırlık çınarları  yapraklarını konfeti gibi onun omuzlarına dökerdi.  Bazan yapraklar  kuzguni siyah saçlarına asılı kalırdı. Elini kaldırır, saçlarındaki yaprakları teker teker alırdı. 

Kimi günler daha keyifli olur, yürürken Gipsy Kings’in  o vakitler çok meşhur olan No Volvere şarkısını ıslıkla  çalardı. İşte o an.. O’nun ıslıkla şarkının ezgisini mırıldandığını işitirdim ya… Yüreğim sevinçle kanatlanırdı sanki. “Aşık olmak ne güzel şey!” diye düşünürdüm.  Okulun kapısına gelirdik. Bahçe kalabalık olurdu. O arkadaşlarıyla şakalaşır, sınıfına doğru giderdi.  Ben sınıfıma giderdim. Bütün gün hülyalara dalardım.  Neden aşk üzerine hep fena öyküler anlatılırdı ki? Şarkılar neden hep aşk acısından bahsederdi? Bence onlar aşkı bilmiyorlardı. Çünkü aşık olmak insanın içini sevinçle dolduran tatlı bir histi. 

O sabah… O sabah gene adım adım peşinden gitmiştim.  O sabah var ya beni ilk kez fark etmişti.  Hatta ilk kez bana gülüp “Günaydın” demişti. Düşünebiliyor musunuz halimi? Tepeden tırnağa pespembe kesilmiştim. Olduğum yerde kalakalmış, ıslık çalarak yürümesini  şaşkınlıkla izlemiştim. Sonra hızlı adımlarla arkasından yetişmiştim. Eteklerim zil çalmıştı. Görüyordum... Yüreğim o gün okula benden önce varmıştı.

Okulun kapısına geldiğimizde  bir kız ona doğru geldi. Sanırım o kız çok güzeldi. Gördüm. Birbirlerine güldüler. Ve o… O…  O… Güzel kızı öptü. Sonra o güzel kızın elini tuttu.... Ve... Güzel kızın elini tutarak gitti....  İlk kalp acısını o gün hissettim işte... Ve o gece bir rüya gördüm. Rüyamda çömelmiş oturuyordum. Elimde yüreğimi tutuyordum.  Ter içinde uyandığımı çok iyi hatırlıyorum. Elimi korkarak yüreğimin üzerine koymuştum. Hissediyordum. Kalbim fena halde acıyordu. Feci bir histi. Tuhaf... Benim kalbim… Benim acımdı ya… Bu acıyı sevmiştim. 

Şimdi oturduğum kafede Gipsy Kings No Volvare’yi söylüyor.  Elimi yüreğime koydum. İnsan yürek acılarını sevmeli diye düşünüyorum. Kahvemin son yudumunu aldım. Az sonra kafeden çıkacağım.  Sonbahar rüzgarında  dalgalanarak yüzüme dökülen saçlarımı elimi enseme sokarak arkaya doğru attıracağım. Gipsy Kings’in  melodisini ıslıkla çala çala hayata dalacağım.


NOT
Eski bir deneme öyküm. Üstelik bir sonbahar yazısı... 
Rüzgarı hoşuma gitti. 
Belki denk gelen birilerine dokunur, iyi hisler geçirir, diye düşündüm.
Müzik eşliğinde okumak hoş:)
Gerçekten!
Dener misiniz?

25 Mayıs 2012 Cuma

Tam Uçurtma Olma Vakti


"Ömründe bir kere olsun uçanlar
 Bir daha yeryüzüne dönmemeli."

Attila İlhan

Haftanın son iş günü. İlkbahar ikindisi vakti. Kaçtım ofisten. Dağlara doğru kırdım direksiyonu. Arabamı patika yolun kenarına park ettim. Haybeye söylememiş Orhan Veli... "Hava bedava... Bulut bedava... Dere tepe bedava." Havayı içime çeke çeke yürüdüm ben. Yürüdükçe bulutları seyrettim.  Bugün bulutları farkettin mi bilmem? Tertemiz pamuk gibi, öyle şahaneydiler! Tam hayallerime dalmış yürürken... Nasıl afacan, oynak bir rüzgâr çıktı, anlatamam. Aklımı aldı. Sessizdi ortalık...  Sütliman... Sadece yaprakların hışırtısı vardı. Onu gördüm. Bir küçük kuş. Kanatlarını yaymış, özgürce uçuyordu. Durdum. El sallayıp, selamladım. Yüreğim dalgalandı. O an kuş olmak istemedim de... Bir uçurtma olmanın hayalini kurdum. Düşünsene... Minik bir çocuğun  avucundaki ipin ucunda, buluttan buluta salınan bir uçurtma olsam...  Bazan tüm yaramazlığımla dalgalansam gökyüzünde, o minik bedeni,  ordan oraya ter içinde  peşimden koştursam...  Bazan   dalgın dalgın dursam olduğum yerde, çimlerde usulca oturmasını sağlasam. Uçmanın baştan çıkarıcı hayalini kurdursam.  Sanırım çocukluğunda uçurtma uçurduysa insan, uçmanın dayanılmaz lezzetini unutamıyor. Bunları düşününce, yüreğime bir hüzün çöreklendi. Aklıma Nurullah Ataç geldi.  Çocukluğunda hiç uçurtma uçurtmamış çünkü. Bir kitabında okumuştum. Annesi uçurtma uçurmasına izin vermezmiş. Beş taş oynamasına bile izin vermezmiş. Bunu öğrendiğimde o kadar üzümüştüm ki anlatamam. Annesi öldüğünde çok ağlamış elbette. Öte yandan uçurtma uçurabileceğini düşündüğü için sevinmiş. Çocukluk işte... Sonra bir gün kocaman bir uçurtma yapmışlar arkadaşlarıyla... Çok güzel bir şeymiş. Uçurtma havalanmış... Havalanmış...  Salınmış gökyüzünde... Babası farketmiş. "Annen olsaydı izin vermezdi. Uçuramazsın." demiş. Unutamamış o uçurtmayı Nurullah Ataç. Uçurtma sevdasını yüreğine gizlemiş. Bir gün kendisine karışacak kimse kalmamış hayatta... Ama... Bu kez yazar uçurtma uçuracak yaşı çoktan geçmiş. Ne fena!... Şimdi bu yazıyı yazdım ya... Hüznüm dağıldı sanki. Çocuklarına uçurtma uçurtmayı, sokakta oynamayı yasaklayan aileler, Nurullah Ataç'ın gerçek hikayesini okurlar... Çocuklarıyla uçurtma yaparlar.... Uçmanın keyfine varırlar belki. Çünkü Mayıs ayındayız ya... Durulur mu? Tam uçurtma olma vakti:)