"Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde
artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında,
toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için
değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve
yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi."
Sait Faik Abasıyanık - Son Kuşlar adlı öyküsünden.
Barış Bıçakçı'yı hiç ama hiiç tanımam. Fotoğrafına hiiç denk gelmedim. Genç yaşta ölen yönetmen Seyfi Teoman'ı, uzun zaman Barış Bıçakçı zannettiğimi tüm mahcubiyetimle itiraf etmeliyim. Yoo, Barış Bıçakçı'nın kitaplarını bilirim. Özellikle Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı romanını okuduktan sonra, Hayal Kahvem'e o kadar çok yazı yazmıştım ki anlatamam. Tuhaflık bende ya... Bu kez romandan yazılacak onca konu dururken, ben her defasında romanın yemekle ilgili kısımlarıyla ilgilenmiştim iyi mi? Ne yapayım? İştahlı biriyim. Peki, hem kitaplara hem yemekle iştahlı biri, okuduğu kitapta yemekle ilgili bölümler olunca sevinmez mi? Bırak sevinmeyi, Bizim Büyük Çaresizliğimiz'de, o kadar çok yemekli anlatım vardı ki, tam manasıyla delirmiştim yani öyle söyleyeyim. Şimdi elimde Barış Bıçakçı'nın Sinek Isırıklarının Müellifi adlı kitabı var. İnanmayacaksın ama, bu kitabın içinde acaba yemekle ilgili neler çıkacak karşıma diye fena halde merak etmekteydim. Du bi... Daha kitabın ilk sayfalarındayım. Hımm... Romanın kahramanı olduğunu düşündüğüm Cemil, on iki yıl inşaat mühendisi olarak çalıştıktan sonra istifa ettiğini, dokuz yıldır evde olduğunu, bu nedenle yavaş, sakin bir hayat sürdüğünü, yirmili yaşlarında şiir yazmaya uğraştığını, beceremediğini düşünüp bıraktığını söyler. Şimdi yazdığı romanıyla, yaşadığı Ankara'dan kalkıp İstanbul'a gelmiştir.Bir yayınevinin müdürüyle görüşmektedir. Cemil'in romanıyla ilgilenecek editörle tanışmak için, birlikte üst kata çıkarlar. Cemil, yayınevinin müdürünün konuşmalarından, hele gereksiz ve sevimsiz komiklik çabalarından hiç haz etmez. Müdür koyu maviye boyanmış bir kapıyı "Burası bizim imalathane" diye açıp, gülünce, Cemil artık müdürün bundan sonraki şakalarına gülmeyeceğine dair söz verir. Ve kendi kendine şöyle bir şey söyler: "Karahindiba tohumu değilsin, kırk beş yaşında bir adamsın." (s11)

Sana bir şey söyleyeyim mi, sevdiğim kitapları oturayım da bir solukta bitireyim diye asla gayret sarfetmem. Haz almak için kitap okuyan biriyim. Okuduğum kitapla, kendi usulümce dans etmeyi iyi bilirim. Cümlelerin melodisini yüreğimle dinlerim. Kendi ritmini kendi tayin eden kitapları severim. Elimdeki altı üstü yüz atmışaltı sayfalık bir roman. Ne olacak ki? İstesem bir solukta okuyabilirim. Yooo, bu kitabı aceleyle okuyamam. Yazar haybeye kitabın ismini Sinek Isırıklarının Müellifi koymamış öyle değil mi? Kitabı müellif yani otorite tayin ettim. Kitabı okurken, her sinek ısırışı gibi acı hissettiğimde durmaya karar verdim. İlk acıyı hissetmiştim işte. Allahım, köyde yaşıyorum güya değil mi? Doğayla iç içe olmam gerekir. Nerdeee? Köyüm bir vakitler fındığı, kirazıyla ünlüydü. Hele o bazı bağlarında yetişen çavuş üzümleri... Hepsi hayal sanki... Çünkü onların yerlerinde koca koca siteler, binalar, toplu konutlar var şimdi. Karahindiba nedir diye sorsam, şimdinin kaç çocuğu bilebilir ki? Oysa ilkbahardan sonbaharın ortalarına kadar açan bu çiçeği nasıl severdim. Önce sarı papatya gibi olan karahindibalar, bir anda tohumlarını taşıyan beyaz tüysü toplara dönüşüverirlerdi. Nasıl merakla elime alır, dilek tutar, sonuna kadar içime çektiğim havayı heyecanla bir nefeste çiçeğe üfleyiverirdim. Ardından hayranlıkla beyaz tüylerin havada uçuşmalarını seyrederdim. Çocukluk işte... Bir nefeste tüm tüyleri uçurursam dileğimin olacağını farzederdim. Bu benim gibi biri için fena halde hayal kışkırtan bir vaziyetti. Acaba tek bir karahindiba çiçeğinden havalanan onlarca beyaz tüyler nerelere giderlerdi ki? O tüycüklerin tohum olduklarını söylemişti büyükannem. Hep aynı yerde hep aynı çocuk olmak ne sıkıcı bir şeydi. Oysa karahindiba çiçeğine üfleyip, tüyleri uçurmayı becerdiğimde, benim nefesimle dünyanın rüzgarı adeta birleşirdi. Her bir beyaz tüy, yeryüzünün ayrı bir coğrafyasına düşüverirdi. Benim nefesimle uçuşuyorlardı ya, her birinin gittiği yere sanki ben de gidiverirdim. Yeryüzünün bambaşka diyarlarında büyüyüveren, o anda bana olduğu gibi başkalarına da özgürlük hisleri veren, başka başka karahindiba çiçeği olduğumu hayal ederdim. İşte romanın "Karahindiba tohumu değilsin, kırk beş yaşında bir adamsın." cümlesi bana bir sinek ısırığı gibi geldi. Acı hissettim. Kitabı kapattım. Buğulu gözlerimle kitabın kapak fotoğrafına baktım. Koca koca ruhsuz binalar... Ve binaların çook uzağında salınan son karahindibalar... Yüreğimdeki ısırığı iyice kaşıdım. Kanattım.