7 Aralık 2013 Cumartesi

Dağlar Gibi Dalgaları Ben Aşarım. Takamın İçerisinde Kraliçe Gibi yaşarım.


 

"Denize çok yakınım. Biraz uzatsam ayaklarım suya değecek.” 



Kendi kendime mi dört duvar insanı olmaya karar verdiğimi hatırlayamadım. Hangi güç beni masa başında çalışmaya yönlendirmişti? Bu kadar denizi, balığı, balık tutanı, ekmeğini denizden çıkaranı severken niye balıkçı olmamıştım ki? Sait Faik’in dediği gibi, içinde kolyozların, sardalyaların, uskumru, kıraça ve istavritlerin yüzdüğü küfür dolu sesleri değişmek için insanın gözünü hırs, para hırsı bürümüş olmalıdır. Oysa ne güzel iş balıkçılık! Sait Faik’in ruhuna rahmet gönderdim. Onun cümleleriyle balık tutmayı hayal ettim.


“Ben bir yazıcı idim. Yazı yazmak canım istemiyordu. Yazı yazmam için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım. Küçücük hürriyetler değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyordum. Bu bana lazımdı. Yoksa herşeyi ağzımda gevelemekten başka ne yapabilirdim? Ne yapıyordum? Beş papel verdim, aldım naylon oltayı. Ucuna taktım zokayı. Parlattım çakımla. Koydum istavriti iğnesine. Saldım denize oltayı daha sis basmadan ortalığı. Kıprdamadı bile. Bir başka oltacı cıva verdi, zokayı parlattım. Yine bana mısın demedi olta. Vazgeçtim balık tutmaktan. Geldim dayandım elektrik direğine. Koydum ayağımı rıhtım taşına. Düşündüm nasıl edeyim, diye. Kararım katiydi. Bu akşam tutamazsam bunun yarın akşamı vardı. Deniz bizimdi. İçi bir hazineydi. Olta namuslu, balık sessiz, deniz bulanık, yaşasın hürriyet!”


not -
cümlelerini alıntıladığım sait faik öyküleri -
kendi kendime
yaşayacak
balıkçısını bulan olta 

6 Aralık 2013 Cuma

İlla Denizlere Çıkmaz, Bazan Sinemaya Çıkar Sokaklar



Müşterim, seyahate çıkacağını, hemen görüşmek istediğini söyleyince, dün öğleden sonra ışık  hızıyla  İstanbul’a gittim. Görüşmem fevkalade verimli, son derece keyifli geçti. Müşterimin işyerinden çıktığımda güneş batmak üzereydi. Köye dönmek zor geldi. İstanbul’da kalmaya karar verdim. Arabama bindim. Önceden düşündüğüm bir programım olmayınca, ilk denk geldiğim tabelanın yolundan gitmeye niyetlendim. Pekii… Tek başına Edirne tabelası çıksaydı karşıma ne yapacaktım? Hey! Basacaktım gaza… Yeminle gidecektim. 

Ama bakma… Edirne’nin yanında Üsküdar tabelasını görünce çocuk gibi sevindim. Bazan ben bile kendimden korkuyorum biliyor musun? Olur mu olur… Dellenip kendimi Edirne Ciğercisi’nde bulabilirdim. Neyse… Daldığım Üsküdar tabelasının sonrasında denk geldiğim her tabelanın yoluna amaçsızca girdim. Meğer Üsküdar’ın arnavutkaldırımlı ara sokakları ne kadar darmış. Meğer binalarının duvarlarında ne çok tabela varmış. Du bi… Batarken Üsküdar’daki evlerin camlarını tutuşturan güneşten bahseden Necip Fazıl mı yoksa Yahya Kemal miydi? Düşündüm.  Bilemedim. Denize bi ulaşabilsem var ya… Kıyı kıyı gidecektim. Yok! Yoktu… Koskoca denizi kaybettim. Ah!.. Deniz… Murathan Mungan öyküsündeki yolkesen bir Bizans eşkıyası gibi bile çıksaydı  önüme sözgelimi…Tutup   öpecektim..

Neyse… Üsküdar’ın hep sahilini bilirdim. Fena mı? Bahaneyle ara sokaklarında gezindim. Elbette yürümeyi tercih ederdim, fakat arabamın tepesindeydim. Araba ve insan trafiği nasıl keşmekeşti anlatamam. Yayalara yol vere vere yokuş çıktım. Yokuş indim. Baktım Altunizade’deydim. Aklıma Başka Sinema geldi. Kasım ayı başından beri yerli ve yabancı bağımsız filmleri bazı sinemalarda göstermeye karar veren yeni bir oluşum var ya hani… Ne yalan söyleyeyim, kaçırdığım festival filmlerini seyredebilme fırsatı verdiği için Başka Sinema’yı yürekten desteklemekteyim. Tamam.  Çok taze bilgi ya… Hatırladım. Kadıköy Rexx, Beyoğlu Beyoğlu ve Altunizade’de Capitol’de Başka Sinema’nın filmleri gösterilmekteydi. Geçen hafta Başka Sinema’nın gösteriminde  Kadıköy Rexx te Sen Aydınlatırsın Geceyi adlı filmi seyretmiştim. Şimdi… Kısmetime ne denk gelirse, dedim. Capitol’e girdim.


Nanananoom! Denk geldiğim seansta Yozgat Blues yok muymuş? Ne güzel! Bu film var ya bizim şehre kolay kolay gelmez. Baktım, biletler çoktan satılmış. Sadece önden iki sıra kalmış. Vazgeçmedim. İlla Yozgat Blues'u seyretmekti niyetim. Biletimi aldım. Filimin başlamasına vakit vardı. Ohh! Kendime mükellef bir çorba ısmarladım. 

Sinema biletinde 3. salon yazıyordu. 3. salonun kapısını açtım ki, başka bir film oynuyordu. Biletçi çocuk yanıma geldi. Yozgat Blues’un gala gecesi olduğu için, salonun  değiştirildiğini söyledi. Gözlerimi koca koca açtım. Sahi mi, diye bağırdım. Hey! Allahım, ne ballıyım!.. Felek gene yapmıştı yapacağını… Şaşırtmıştı. Ömrümde hiçbir filmin gala gecesine katılmamıştım. Ve ben tesadüfen o sinemadaydım.  Salona girdiğimde, bir anons yapılıyordu. Film bitince salondan ayrılmamamız rica ediliyordu. Filmin yönetmeni, senaryo yazarı, oyuncular ve emeği geçenler salonda olacaklarmış. Vay canına sayın seyirciler, dedim. Koltuğuma oturdum. Ceketimi çıkardım. Yerdeki sırt çantamın üstüne koydum.  Işıklar söndü.  Film başladı. 


Bak şimdi… Beyaz perdedeki ilk görüntüde,  sırtı dönük bir adam  Fransızca şarkı söylemekteydi, tamam mı? Kim olduğunu çıkaramadım. Derkennn… Adam başını hafifçe döndü. Hey!  O ne? Yozgat Blues, Türk filmi değil miydi? Yoksa bu filmde George Clooney mi oynuyor?  Hem de Cohenvari edayla  şarkı söylüyor. 

Niye böyle oldu ? Yazının en heyecanlı yerini anlatacaktım ki… Uykum geldi. Ama… Henüz ne filmi… Ne de galayı anlatmadım ki! İyisi mi, şarkıyı dinleyip  uyuyayım şimdi.

 


  

4 Aralık 2013 Çarşamba

Hayat Oyunu... Hayal Oyunu...




Gece yarısı olmuştu. Dışarısı zifiri karanlıktı. Oturduğum yerden kalktım. Işığı kapattım. Döşemenin soğuk tahtasına çıplak ayaklarımı sürterek aylak adım yürüdüm. Yatakodama girmedim. Usulca bir manevrayla koridorun köşesinden çalışma odama döndüm. Tavana kadar yükselen kitaplığın karşısında geçtim.  Bir süre kıpırtısız öylece durdum. Buraya niye geldiğimi çıkaramadım. Gözlerimi kaldırdım. Kâh balıklama... Kâh çivileme... Mutedil bir suya usulca dalarmışcasına kitapların raflarına dalıp çıkmaya başladım. Karanlığın içinde elimi kitapların sırtında gezindirdim. Bu kitapları yazanların çoğu yaşamıyordu şimdi. Ben ne arıyordum peki? Gecenin bu zifiri karanlığında  niye burada duruyordum?  Hatırlayamadım. Aklım ermedi olan bitene. Selamet kafamı terkediyor sandım. Tuhaf!  Yüreğime ılık, hazin bir şeyin aktığını hissettim.  İşte o an kendime geldim. Hayatım adlı filmin baş aktristi elbette bendim. Biri gene "Action!" demişti. Bütün hareketlerim  rolümün gereğiydi. Yüzümde muhteris bir ifade gezindi. Bedenimden ayrıldım. Bazı sahneler benim yokluğumda çekilsin diye dublörümü yerime geçirdim.

Ben ise...
Hava soğuk demedim.
Kimsecikler görmedi...  
Yağmurun elinden tuttum.
Çıplak ayaklarımla sokaklarda  gezindim.

3 Aralık 2013 Salı

Voodoo Kız

".......
Ama Voodoo Kız lanetli
Hem de sonsuza kadar
Biri ona yaklaştığında

İğneler daha da derine batar."

Tim Burton





Şiirin tamamı ve diğerleri burada:
http://homepage.eircom.net/~sebulbac/burton/home.html

1 Aralık 2013 Pazar

Ve Grafik Roman Ve Edebiyat Ve Ağlamak


Binlerce kasırga aşkına! Levent Gönenç'in Grafik Roman ve Edebiyat konulu  konferansı var öyle mi? Ne güzel! Görür görmez, planlayıp mutlaka gitmeli, diye hayal ettim. Konferans neredeymiş peki? Muzaffer Göker Salonu... Orası neresi? Ömrümde duymadım. Hemen sevgili gugıla sordum. Allahım!.. Ankara'daymış... Aaaa... Aşkolsun, dedim ama... Yoo... Moralimi bozmadım. Tamam. Ne var ki, üç saatlik yol diye düşündüm. Gitmeye niyet ettim. Ne zaman? 2 Aralık... Nasıl yani? Yarın mı? Haftanın ilk iş günü...  İzninizle ağlayacağım şimdi!

Videoya çekseler de yayınlasalar bari!