26 Ekim 2009 Pazartesi

Göyaşları İçindeki Bir Erkek Neden Telaşlandırır Bizi?

Orhan Pamuk’un yazdığı Kara Kitap’ın 6. bölümünün başlığı “Cellat ve Ağlayan Yüz” dür. Yazar bu bölüme ait sekiz sayfa boyunca, Edirneli Kadri’nin Cellat Tarihi kitabından bir hikaye anlatır. Aslında Yazar, bu bölüme bir soru ile başlar. Gözyaşları içindeki bir erkek neden telaşlandırır bizi? diye sorar önce. Ağlayan bir kadını kolaylıkla kabul edebilir, sevgiyle benimsenebiliriz. Ama eğer bir erkek ağlıyorsa ya dünyanın sonu gelmiştir, ya yapacaklarının sonuna gelmiştir, ya da dünyasında bizimkiyle uyuşmayan bir yan vardır, huzursuz edici hatta dehşet verici bir an der Orhan Pamuk yazısının ilk paragrafında. Yüz dediğimiz ve tanıdığımızı sandığımız haritada hiç tanımadığımız bir ülkeye rastgelmenin şaşkınlığını ve dehşetini hepimiz biliriz diye devam eder. Ve aşağıda özetleyeceğim hikayeyi anlatmaya başlar.

Çok değil üç yüzyıl öncesine gidiyoruz. Dönemin namlı cellatı Kara Ömer, padişahın kararı ve eline tutuşturulan fermanla Erzurum Kalesi’ne hükmeden Abdi Paşa’yı idam etmeye yollanmıştır. Sıradan bir İstanbul-Erzurum yolculuğu o dönemde atla bir ay gibi bir zaman alıyorken, Kara Ömer on iki günde bu yolu aldığı için çok memnundur. Güzel bir bahar akşamıdır. Bahar serinliği akşamı içinde yol yorgunluğunu unutmuştur. Gene de üzerinde görev öncesi hissetmediği bir durgunluk vardır. Tabi ki işi zordur. Hiç tanımadığı bir Paşa’nın konağına gidecek ve emir gereği paşayı öldürecektir. Ama işinde çok deneyimlidir. Otuz yıllık meslek hayatında 20 kadar şehzade, 2 sadrazam, 6 vezir, 23 paşa, hırlı hırsız, suçlu suçsuz, kadın, erkek, çocuk, yaşlı, hıristiyan, müslüman 600 ün üzerinde kişiyi idam etmiş, binlerce kişiyi işkenceden geçirmiştir.

Konağa vardığında, kuşağında yağlı kemendiyle ve usturayla kazılı kafasında kızıl keçeden külahıyla celladı görür görmez tanıyan Paşa, başına gelecekleri hemen anlar ve hiçbir zorluk çıkarmaz. Fermanı defalarca okur, öpüp başına koyar, kuran okur, namaz kılar, kıymetli takılarını adamlarına bırakır. Buraya kadar her şey normaldir. Bu tepkilerin hepsini yada bazılarını daha önce kurbanlarında görmüştür. Paşa boynuna kement geçirilmeden önce, diğer kurbanlarda olduğu gibi küfür ederek boğuşmaya kalkar. Ama çenesine sıkı bir yumruk yiyince yere oturur ve ağlamaya başlar. Ağlamak aslında böyle durumlarda kurbanların gösterdiği sıradan tepkilerden biridir. Ama Paşa’nın ağlayan yüzünde öyle bir şey görmüştür ki cellat, otuz yıllık meslek hayatında ilk defa bir kararsızlık geçirir. Hayatında hiç yapmadığı şeyi yapar. Boğmadan önce kurbanının yüzüne kumaş örter. Öldüğüne emin olduktan sonra, ölünün başını gövdesinden şifre denilen özel usturayla ayırır. İçi balla dolu kıldan bir torbanın içine sıcağı sıcağına daldırır. Amacı kelleyi bozulmadan İstanbul’a götürmektir. Kelleyi içi balla dolu kıldan torbaya yerleştirirken, Paşa’nın yüzündeki ağlamaklı bakışı, o anlaşılmaz ve dehşet verici ifadeyi bir daha hayretle görecek ve ömrünün sonuna kadar unutmayacaktır.

Hemen atına binip şehirden çıkar. Bir buçuk gün süren sürekli yolculuktan sonra Kemah Kalesi’ne varır. Kervansaray’da karnını doyurur. Torbasıyla odasına çekilir ve uykuya dalar. Yarım gün süren deliksiz uykudan uyanırken bir rüya görür. Çocukluğunun Edirne’sindedir. Annesinin mayhoş bir incir kokusuyla kokutarak yaptğı incir reçeliyle dolu kavanoza yaklaşıp içine batığında, incir diye gördüğü o küçük yeşil yuvarlakların bir kellenin gözleri olduğunu anlar. Kavanozu açınca, içinden ağlayan bir yetişkin erkeğin hıçkırıkları gelmeye başlar. Çaresizlikle donar kalır. Kara Ömer, ertesi gece başka bir kervansarayda uyurken gene, uykusunun ortasında kendisini gençliğinin akşamüstlerinden birinde bulur. Edirne’nin ara sokaklarından birindedir. Bir yanda güneş batmakta diğer yanda soluk dolunay beyaz yüzünü göstermektedir. Güneş battıkça ve hava karardıkça ayın yusyuvarlak yüzünün bir insan yüzü, hatta ağlayan bir erkek yüzü olduğunu anlayacaktır.

Kara Ömer meslek hayatında binlerce erkeğin ağlayan yüzünü görmüştür. Ama hiçbirisi bir suçluluk, acımasızlık yada korku duygusuna sürüklememiştir onu. Gerçeğinde kurbanları için üzülür, kederlenir ama bu duyguları hemen adalet, zorunluluk, geri dönülmezlik mantığı ile dengelerdi hemen şimdiye kadar. Gözyaşları ile çırpınan, sümükler içinde yalvaran, hıçkıran, katılarak ölüme giden bir erkeğin görüntüsünde katlanılmayacak bir şey yoktur aslında. Cellat ne küçümser ağlayan erkekleri ne de acıma duygusuna kapılır. Doğal kabul ederdi gördüklerini. Çünkü işi gereği yapmaktadır. Peki rüyalarında elini kolunu bağlayan şey nedir şimdi? Hissettiği o lanet duygu. Boğmadan önce yüzünü kapatmasına neden olan bir esrar görmüştür kurbanının suratında. Gün boyu at sürerken tuhaf bir şekilde kurbanının suratını düşünmez olur bir daha. Ama şaşırtıcı olan dünyadır artık. Cellat adeta yeni bir dünya keşfetmekte ve fark etmektedir. Orhan Pamuk uzun uzun anlatır Kara Ömer’in yeni keşfettiği dünyayı. Dünyayı korkutacak kadar şaşırtıcı yapan şey, sanki bir hikaye anlatmaya kalkmasıdır. Dünya sanki cellata bir şeyler söylemek istemektedir. Sabaha doğru cellat bu kez kulağının dibinde hıçkırık sesleri duymaya başlar.



Gün ağarırken hıçkırık seslerinin rüzgarın dallara oynadığı bir oyun olduğunu, sonra yorgunluk ve uykusuzluktan olduğuna hükmeder. Sonra torbadan gelen hıçkırık sesleri öyle belirginleşir ki torbanın iplerini gere gere iyice sıkıştırır. Ama acımasızca yağan yağmurun altında yalnızca hıçkırıkları duymakla kalmayacak, gözyaşlarını da teninde hissetmeye başlayacaktır. At üstünde uykusuz geçen ve torbadan gelen bitip tükenmez hıçkırıkların sinir bozucu bir müziğe dönüştüğü çıldırıcı bir gecenin sabahında, cellat dünyayı o kadar değişmiş bulur ki, kendisinin kendi olduğuna inanmakta zorluk çeker. Hatta gördüğü ağaçlar, yollar, köy çeşmeleri bilmediği bir dünyadan çıkmaktadırlar artık sanki. Atıştırdığı yiyecekleri tanımakta güçlük çeker. Bir zamanlar gökyüzü sandığı şey ise hiç bilmediği, hiç görmediği tuhaf bir mavi kubbedir artık. Daha altı günlük yol vardır önünde ve bu ağlayan yüzün ifadesini değiştirmezse İstanbul’a asla varamayacağını anlamıştır.



Hava karardıktan sonra,bir kuyuya rastlayınca, kıl torbayı çözer, saçlarından tutarak kelleyi balın içinden çıkarır. Kuyudan çektiği suyla yeni doğmuş bebeği yıkar gibi kafayı özenle yıkar. Kurular. Dolunay ışığında yüzüne bakar. Ağlamaktadır. Hiç bozulmamıştır. O dayanılmaz, unutulmaz çaresizlik ifadesi vardır gene üzerinde. Kelleyi kuyunun kenarına koyar. Çantasından özel bıçaklarını çıkarır. Uzun bir çabadan sonra dudakları iyice parçalamış, ama ağzı belli belirsiz ve yılık da olsa gülümsetmeyi başarmıştır. Tekrar çantasına bıçaklarını koyar. Geri döndüğünde kelle yerinde durmamaktadır. Kuyuya düştüğünü anlar. Bir baba ve oğlun yardımı ile kelleyi kuyudan çıkarmayı başarır. Kafa parça parça olmuştur ama ağlamıyordur artık. Cellat kafayı mutlulukla kurular, ballı torbaya bastırır ve yoluna devam eder.

Güneş doğarken dünya eski bildiği dünyaya dönmüştür artık. Torbadan hıçkırık sesleri gelmemektedir. Öğlen olmadan çamla kaplı tepelerin arasındaki bir gölün kıyısında günlerdir beklediği deliksiz uykuya mutlulukla dalar. Uyumadan önce de gölün suyunun aynasında kendi yüzünü seyredip dünyanın yerli yerinde olduğunu bir kere daha anlar. Beş gün sonra artık İstanbul’dadır. Abdi Paşa’yı tanıyan tanıklar, kıl torbadan çıkarılan kellenin onun kellesi olmadığını söylerler. Yüzün gülümseyen ifadesi hiç de paşaya benzememektedir. Abdi Paşa’dan aldığı rüşvet karşılığında başka birinin sözgelimi katlettiği günahsız bir çobanın kellesini torbaya koyup getirdiği, sahtekarlığı anlaşılmasın diye, yüzü hırpalayarak bozduğu yolunda suçlamaları, işe yaramayacağını bildiği için cevaplamaz Kara Ömer. Çünkü kendi kellesini gövdesinden ayıracak cellatın kapıdan girdiğini görmüştür bile.

Abdi Paşa yerine günahsız bir çobanın kafası kesilmiştir gerçekten. Erzurum’a yollanan ikinci cellatı konağına kurulan Abdi Paşa karşılar ve hemen idam etirir onu. Böylece Abdi Paşa’nın 20 yıl süren ve 6500 kelleye mal olan isyan hareketi başlamış olur.

Gözyaşları içindeki bir erkek bu hikaye yüzünden telaşlandırır bizi işte... Eyvaah! Ya hıçkırıkları devam ederse!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder