15 Haziran 2010 Salı

En Kısa Andır Mucize

Bak ne oldu? Evde turşu muhabbeti olunca, bir filmin turşu diyaloglu bir sahnesi aklıma geldi. Diyeceksin ki gene nereden nereye? Bak şimdi... 2005 yapımı, Factotum adlı filmde, alkol sebebi ile hiç bir işte düzgün çalışamayan, ucuz otellerde yatıp kalkan, bulabildiği her türlü üçüncü sınıf işlerde çalışmak zorunda kalan Henry Chinaski (Matt Dillon) nin kadınlarla ilişkisi, hayat mücadelesi ve yazmaya, yazarlığa hevesi anlatılmaktaydı. Bu film aslında ünlü yazar Charles Bukowski'nin yaşamının bir kesitini anlatan, otobiyografik bir filmdi.

Filmde Henry yaptığı yüzlerce iş görüşmelerinden birindedir. Bir turşu fabrikasının ofisindeler. Yetkili ile aralarında şuna benzer bir görüşme geçer:
- Yazarsın ha..
-Evet,
-Neden bir turşu fabrikasında çalışmak istiyorsun?
-Bana büyükannemi hatırlatıyor.
- Öyle mi?
- Ona gittiğimde bana turşu koyardı hep,
- Ne tür yazıyorsun?
- Genelde kısa hikayeler. Romanımın da yarısına geldim.
- Ne hakkında?
Neyse, konuşma sanırım bu minvalde bir süre devam edip gidiyordu. Henry işe alınıyordu. Ama gene içki nedeniyle işi kaytarınca, kapının önüne bırakılıyordu. Beş parasız sefalet içinde yaşıyor. Bir ara baba evine sığınmak istiyor. Babası evde ancak para verirse kalabileceğini söylüyor. Barda tanıştığı bir kadının evine yerleşiyor. Tüm bu karmaşanın içinde tek tutkusu yazmak. Her şey hakkında yazmak istiyor. Zaten turşu fabrikasının sahibi ile yaptığı görüşmede, patronun kanser hastası karısı hakkında yazacağını söylemesi sebebiyle sanırım işe alınıyordu. İlginç bir filmdi. Beni en çok ilgilendiren bir yazarın hayatı hakkında olmasıydı tabi. Filmin öyküsü sahiciydi.

Charles Bukowski, Almanya'da doğmuş, Amerika'da büyümüş, alkolik ve kumarbaz olması sebebiyle sefil bir hayat yaşamış, Amerika'nın yeraltı kültürünü iyi bildiği ve sokaklardan geldiği için, 1920 doğumlu yazar, 1994 yılında ölünceye kadar yazdığı 45 tane kitapta, genellikle toplum dışı insanları ve depresyonu konu almış. Daha çok kendi hayatını anlatmış. Ve oldukça küfürlü olan dilini de yazılarına geçirmiş. Tarzı bu. Adam sahiden rezil bir yaşam sürmüş. Kumarbaz, alkolik, küfürbaz... Öyle böyle değil yani. İyi de, ne yapabilirim? Charles Bukowski böyle diye öykülerini ve şiirlerini okumayacak mıyım? Okurum vallahi. Çünkü yazdıkları dehşet etkili.

Bak şimdi, bir dedikodu da benden Charles Bukowski ile ilgili. Günlerden bir gün, sanırım 2000'li yıllar... Yer... Bizim memleket... Bukowski'nin Kasabanın En Güzel Kızı adlı öyküsü Açık Radyo'da yayınlanıyor. RTÜK yayını sakıncalı bularak radyoyu tam 15 gün kapatıyor. Yaşam şartları nedeniyle hayat kadını olan 19 yaşındaki kasabanın en güzel kızının intihara giden yaşamının anlatıldığı bu öyküde, eee yazarı da Charles Bukowski olunca, okkalı sözler yer alıyor. Bu sözler de uygun görülmüyor. O hayatların sahicisinde dil küfürlü değil midir? Yazar da aynısını öyküsüne geçirmiş. Aklına Can Yücel'in şiirlerini getirsene. Onun gibi mesela... Öyle... Can Yücel'in ağzı bozuk diye edebi dehasından şüphe duyulabilir mi? Asla. Bu yazarlar ağızlarında acı biberlerle dolaşırlarmış... Dolaşırlar da ağızlarının acılığı ile hayatımızı çoğaltırlar. Hoppala... Gene ben ne yazacaktım? Ne yazdım şimdi iyi mi? Diyebilirsin ki, bu yazıyla turşunun ilgisi ne? Valla bilmiyorum ki... Dün gece turşuyla ilgili muhabbet olunca, aklıma bu filmdeki turşulu diyalog geldi. Eee, o film de yazar Charles Bukowski ile ilgiliydi. Laf lafı açınca benim yazım da işte bu hale geldi... Eyvah, yazım sansüre uğrar mı ki? Ben şimdi Charles Bukowski'nin edepli bir şiiri ile yazımı sona erdireyim, iyi mi?


EN KISA ANDIR MUCİZE
yalnız kalmaktan
daha kötü şeyler de vardır hayatta
ama genellikle
bir ömür alır bunun
farkına varmak
o zaman da
çok geçtir
ve çok geçten
daha kötü
bir şey yoktur hayatta.

Charles Bukowski

1 yorum:

  1. Birçok kitabını okuduğum ve nerdeyse küfürlerinden bile haz aldığım bir yazardır Bukowski. Sizinle karşılıklı, onun hakkında sohbet ediyormuşum gibi hissettim :)) elinize sağlık.

    YanıtlaSil