18 Mayıs 2012 Cuma

Bir Kitabın Tadıyla Melodisini Arama Vaziyetlerim...


Acaba kitabın adı mıydı ilgimi çeken? Çünkü harikûlade bir kitap ismiydi. Günaydın Hüzün. Hüzün kelimesinin sadece anlamını değil melodisini de çok severim. İçinde hüzün barındıran her şey  ilgimi çeker.  Hilmi Yavuz'un "Hüzün ki en çok yakışandır bize. Belki de en çok anladığımız." dizeleri manifestomdur  desem gene  abarttığımı düşüneceğine eminim. Ya Attila İlhan'ın o dünyalar güzeli dizeleri...  "Hayat zamanda iz bırakmaz... Bir boşluğa düşersin bir boşluktan... Birikip yeniden sıçramak için... Elde var hüzün." Neyse. Takılmamalıyım şiirlerin hüzünlü büyüsüne. Zira şiir çarpması  için zamanlama hiç uygun değil. Şimdi bir kitabın ağına düşme, tadını sürme, melodisini arama vakti. Kitabın adı Günaydın Hüzün. Yazarı Françoise Sagan. Tanımıyorum. Sagan soyadı nedense çok tanıdık geldi. Kozmos'un yazarı Carl Sagan sebebiyle belki. Ama  Françoise Sagan'ın hiç bir kitabını okumadığımı çok iyi biliyorum. Tuhaf. Bu kitabı kitapçıdan satın almadım. İnternet üzerinden siparişle gelmişti. Bir süredir ofisteki odamda diğer kitaplarımın arasında duruyordu. Sipariş vererek satın aldığıma göre illa ki bir yerde adını duymuş ya da okumuş olmalıyım. Nerede, ne zaman hatırlamıyorum. Bugün yoğun bir iş programım vardı. İkindiden sonra rahatladım. Biraz kitap okumak istedi canım. Onca zamandan sonra bu kitabı elime aldım. Ofisteki koltuğumda iyice arkama yaslandım. Ayaklarımı yandaki kesona uzarttım.Okumaya başladım.


İlk paragrafında şöyle yazıyordu:  "Sıkıntısı, sevecenliği bir saplantı gibi peşimi bırakmayan bu bilinmedik duyguya o adı, o güzel, o ciddî hüzün adını koymaktan çekiniyorum. Bu öyle eksiksiz, öyle bencil bir duygu ki, neredeyse utanacağım geliyor, oysaki hüzün bana her zaman saygıdeğer görünmüştür. Bu hüznü tanımazdım, sadece can sıkıntısını, pişmanlığı daha da seyrek, vicdan azabını bilirdim. Bugün bir şey, ipek gibi, sinir bozucu ve sevecen, içimde kanatlanıyor ve beni ötekilerden ayırıyor." Yorgundum. Hatta oldukça debdebeli bir gün geçirmiştim. Sinirlerim gergindi. Kitabın cümleleri zorlamıyordu beni. Bilakis su gibi akıyor, bünyemde rahatlama hissi yaratıyordu. Onyedi yaşındaki Cecile'in anlattıklarıydı. Paragraf paragraf kolaylıkla ilerlemiş, yüz otuz dört sayfalık kitabın neredeyse elli sayfasını geride bırakmıştım. Sonra kitabı kapattım. Çantama attım. Spora gittim. Eve geldim.  Duş aldım. Yemek hazırladım. Yarınki yemekleri yoluna soktum. Kitap basit konusuna rağmen çekmişti beni. Okumaya kaldığım yerden devam ettim. Kitap son cümleleri gibi bir his bırakarak kolaylıkla bitti. "O zaman içimde bir şey yükseliyor, gözlerim kapalı, adıyla selamladığım bir şey: Günaydın Hüzün."

 

Tuhaf! Kitap bir tat bırakmıştı dimağımda. Ne olduğunu çözemiyordum. Mutfağa gittim. Kitabın üçüncü bölümünde Cecile'in yaptıklarını aynen yaptım. Bir fincan kahve ve bir portakalla gidip balkonun basamağına rahat rahat kuruldum: ve gecenin keyfini çıkarmaya koyuldum:  Portakalı ısırıyordum. Şekerli suyu ağzımın içini ıslatıyordu. Hemen ardından kaynar kaynar bir yudum kahve, ve yeniden meyvenin serinliği. Daha önce portakalla kahve içmeyi hiç denememiştim. Tadı damağıma uydu. Hoşuma gitti. Yok kitabın verdiği böyle bir tad değildi. Daha önce tanıyıp şimdi hatırlamadığım bir melodiydi belki. Yazarını merak ettim. Az önce sanal ansiklopediye girdim. 1935 doğumlu Fransız oyun, roman ve senaryo yazarıymış Françoise Sagan. Günaydın Hüzün'ü onsekiz yaşındayken yazmış. Şimdi sıkı durmanı istiyorum.  Günaydın  Hüzün adlı bu roman, Simon&Garfunkel'in The Sounds of Silence adlı şarkısına esin kaynağı olmuş. Gözlerime inanamadım. Hemen bu parçayı buldum. Dinleme başladım. Sessizliğin Sesi...  Günaydın Hüzün'ün, Simon&Garfunkel'e  esin kaynağı olup olmadığını bilmiyorum ama kitabın hissettiğim melodisiyle bu parçanın tanıdık melodisi birbirine  sahiden yakın.

selam karanlık, eski dostum
işte yine geldim seninle konuşmak için
çünkü yavaş yavaş büyüyen bir görüntü
tohumlarını bıraktı beynime ben uyurken
ve orada büyüyen görüntü
hala duruyor
sessizliğin sesinde

2011

6 yorum:

  1. Ne güzel yazı, ne güzel bilgiler... Kitabı okumadım, fakat hakikaten en tanıdık duygudur hüzün; insana, insan olana...

    Bir de ben hem Paul Simon'ı hem de The Graduate filmini pek severim. Birde 60'lar 70'lerdeki hemen her filminde Dustin Hoffman'ı...

    YanıtlaSil
  2. Selam Cüneyt, ne güzel yorum!

    Kitaplar, müzikler, lezzetler... Bazan denk düşer de nasıl tuhaf çağrışımlar uyandırırlar değil mi?
    Bunları hissederiz... Tam anlatılamaz hani. Nasıl desem?Böyle.. Tatlı, sevimli bir hüzün. İçimizi karatmaz. Hatta o his memnuniyet verici bir lezzet bile bırakır. Deriz ki... Hoşgeldin hüzün:)

    Beğenmenize ve aynı duyguları paylaşmanıza sevindim.

    YanıtlaSil
  3. Bu kitabı aşağı yukarı 20 yıl önce okudum ama hiç unutmadım:)şimdi siz de bahsedince tekrar canlandı içimde bıraktığı iz ...çok sevdiğim bir kitaptır, sıcacık, duygu dolu.
    kahve ile portakal suyunu birlikte içmeye yakın zamanda eşim başladı ve ben de tadıyordum gerçekten çok hoş oluyor, devam edebilirim;)

    Bu arada Masumiyet müzesi yayınımı okumadınız mı:((
    sevgiler:)

    YanıtlaSil
  4. kitap güzel ama asıl filmini izle bu kitabın da keyiflen iyice yani hüzünlen :)

    YanıtlaSil
  5. Selam Natali, hayır yazınızı görmedim. Ne fenayım. Hemen okuyayım.

    Bu kitaptan bana yadigar kaldı biliyor musunuz portakal suyuyla kahve içmek:) Hep değil ama özellikle arada sırada ekspressoyla birlikte şahane olduğunu söyleyebilirim:)

    YanıtlaSil
  6. Selam Deeptone, nasıl filmi de mi var? Yaaa... Aynı isimle mi?
    Tamam. Bakarım:)

    YanıtlaSil