19 Mayıs 2012 Cumartesi

Hayal Mi Gerçek Mi Gördüğüm Bilmem?


Felipe Ceyatano Lopez Martinez Gonzales... Asıl şöhret sahibi olduğu ismiyle Çiko afetsin beni... Haklı sebepleri olduğuna inandığım Çiko, şu yukarıdaki postacı Drunky Duck'ı hiiç sevmez... Ne yalan söyleyeyim ben Drunky Duck'ı pek bi severim. Hani şimdilerin kargocuları var ya, Drunky Duck da Darkwood Ormanı'nın posta işlerini yapan bir kızılderili.. Nasıl kendine has biridir anlatamam sana. Bayılırım Drunky Duck'lı Zagor maceralarına...


Adı üstünde sürekli kafası iyi dolaşır. Hakkında donanımlı bilgi sahibi değilim. Sadece Pitt kalesinde çalıştığını, postayı götürdüğünde aldığı bahşişle geçindiğini biliyorum. Ayrıca en önemli husus, sevgili Çiko'yla arasının hiç iyi olmamasıdır. Aşağıdaki karelerde görüleceği gibi, getirdiği postaları Çiko'ya tuhaf yöntemlerle ulaştırmayı denedikce, haklı olarak Çiko'nun öfkelenmesine, hatta kimi durumlarda kolaylıkla Çiko'nun delirmesine sebep olmaktadır.


Neyse... Şimdi Drunky Duck'un maceralarını anlatmak niyetinde değilim.  Bak şimdi...  Okuduğum kitaplardan, seyrettiğim filmlerden fena halde etkilenen bir bünyeye sahibim. Üzerine afiyet, ayrıca feci  hayalperest biriyim. Ama bu anlatacağım hayal değil. İnan bana tamamiyle hakiki... Çalıştığımız kargo şirketinden gelen çocuklardan biri, nasıl Zagor'daki  Drunky Duck'a benziyor anlatamam sana... Aynı uzun saçlar...  İnan tıpkısı diyebilirim... Sadece saçlarını iki yandan Drunky Duck gibi toplamıyor da, arkadan at kuyruğu yapıyor. İlk gördüğümde şok olduğumu bugün gibi hatırlıyorum. Demiştim ki kendi kendime... "Akşam Zagor'un Drunky Duck'lı macerasını okudum. Gene mi uyanıkken hayal kuruyorum." Yooo... Sadece ben değil, bizim ofiste çalışan Romans'ta benzetmişti. Diyeceksin ki... "Hiç mi denk gelmedin? İnsan insana benzer, ne var bunda şimdi?" Haklısın. Hatta çizgi roman kahramanına benzeyenler yok mu? Vaaar!  Doğru... İyi de kuzum, kızılderiliye benzeyen birinin ne işi var bizim köyde? Haydi var diyelim... Bu kadar da Drunky Duck'a benzer mi? Resmen şaka gibi yani, sen ne dersen de... Neyse... Merak var ya bünyemde...  Kargocu çocuğa şaka yollu kızılderili ataları olup olmadığını sormadım değil. Kaç kere sordum. Cevap vermedi. Her seferinde sadece gülümsedi. Pek konuşmaz zaten.  Sessizce başı önde kargosunu bırakır gider. O bilmiyordu ama biz bu çocuğa DOPS diyorduk. Bizim ofiste çalışan Romans da Zagor okuyor. Ne zaman bu kargocu çocuk ofise gelse Romans "DOPS geldi!" diye bana sesleniyor. Ben de ona göz kırpıyorum. Karşılıklı kıkırdıyor, aklımız sıra eğleniyoruz. Bizim köydeki kargocu çocuk nerden bilsin Zagor'u? Haydi Zagor'u duydu diyelim nerden bilsin Drunck Duck'u, öyle değil mi?  Peki DOPS ne demek? Darkwood Ormanı Posta Servisi...  Oyunculuk var ya bünyemde... Burası ciddi iş yeri demiyorum, ofiste bile her fırsatta oyun oynayacak bir muzurluk bulmayı beceriyorum. Efendime söyleyeyim, oyunuma göre Darkwood ormanı bizim ofis oluyor... Kargocu çocuk da Drunky Duck'a benziyor ya... Romans da uymuştu bana... Anla işte halimizi... Çocuğun arkasından gülüp, güya kız kıza, aramızda eğleniyoruz... Daha doğrusu eğleniyorduk. Ta ki bugüne kadar... Bugün ne oldu bil bakalım? Ofisteydik gene tamam mı?.. Garip bir ses işittik. Çok tatlı, çok hoş bir ses... Ne kuş cıvıltısı ne de başka bir hayvan sesiydi. Sanki bir müzik aletiydi. Karamba karambita! Hep aynı dört notayı çalıyordu sanki. Nerden anladığımı açıklayayım. Bağlama dersi alıyordum da... Sahiden... Üzerine afiyet anlarım yani az biraz nota vaziyetlerinden... Sülalemin bütün bıyıklıları adına! Ve ayrıca eczacı dedemin hileli ilaçları aşkına! Bir de göreyim gele gele bizim DOPS görünmedi mi kapıdan... Aylardır kerpetenle ağzından  kelam almaya çalıştığımız çocuk, "Umarım rahatsız etmedim" dedi. İçeriye girdi.  "Ne ayak?" der gibi suratına bakmış olacağım ki konuşmaya başladı... Adını açıklamak istemediği bir müşterisi, kargoyu teslim etme yöntemlerinden şikayet ediyormuş. Hemen kendine başka bir yöntem bulmuş. Üç nota öğrenmiş. Dediğine göre, Bach'ın Si Bemol Major Islık Sonatı'ndan bir bölüm çalarak kargo paketlerini teslim ediyormuş. Romans'la dilimiz tutuldu. Bu kez biz ağzımızı açıp tek kelam edemedik. Hayır...  Çocuğun konuşmuş olması şaşırtmamıştı bizi... Konuşsun varsın. Ne çıkar? Keşke muhabbet etse... Memnun olurduk inan... Tuhaf olan... Ağzından dökülen lakırdılar çok tanıdık gelmişti.  Dayanadım. Usulca... "Yav Romans bu vaziyetler bana hiç yabancı gelmedi!" dedim. Tam öğlen vaktiydi. DOPS yemeği çok sever. Tamam konuşmaz etmez ama... Ne ikram edersek, asla geri çevirmez... Sessizce kabul eder.  Ayıptır söylemesi evden şahane elmalı turta getirmiştim. Hemen peçeteyle kargocu çocuğa ikram ettim. Ne yaptı bil bakalım?  Romans beni tutmasa var ya, inan bayılacaktım valla... Gözlerimin içine dik dik baktı... "Üzgünüm, yeni iş yönetmeliği müşterilerle içili dışlı olmamı yasaklıyor..." dedi. Darkwood'un bütün davulları aşkına!  Zagor'un dün gece okuduğumuz macerasındaki Drunck Duck'un sözleri değil miydi? Nasıl yani? Biz Romans'la afalladık iyice tabii... Ofisten çıkarken şöyle dediğini duyduk.. "DOPS öyle mi? Ben Zagor okumuyorum sanki? Görürsünüz siz arkamdan göz kırpıp gülüşmeyi!" Ve ister inan ister inanma... Bach'ın Si Bemol Majör Islık Sonatını çalarak çıktı gitti. Şimdi sen bu anlattıklarıma inanmayacaksın tabii.. Hatta bizim ofiste Romans diye birinin çalıştığını da uydurduğumu düşüneceksin. Binlerce kasırga aşkına... Gene ayakta hayal gördüğümü sanacaksın. Biliyorum. Benim yaptığım ayıp tabii... Ama aşkolsun!..  Senin bana inanmaman da ayıp değil mi peki?!

6 yorum:

  1. kızınca hala ahyaaaak diye bağırıyorum:)

    YanıtlaSil
  2. çok güzel anlatmışsınız. elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Sen olmasan çizgi kültürümüz paslanacak, eline sağlık çok beğendim postu :)

    YanıtlaSil
  4. Beğenmenize sevindim Orhan Berent.
    Teşekkür ederim:)

    YanıtlaSil
  5. Estağfurullah Bolat.. Nasıl denir?
    Öyleyse, ne mutlu canıma:)

    YanıtlaSil