"adımı unuttum
olmayan yerlerde
ne in
ne cin
ne benî adem
zamanlar içinde
kuşlar uçuyor
kervanlar geçiyor
bir iğne deliğinden
çarşılar kuruluyor
sarayları oyuncak
insanları karınca şehirler
zamanları gördün mü
bir iğne deliğinden
adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak"
adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak"
Asaf Hâlet Çelebi
Geçip gidenlere bakarak yürüyordum. Fısıltıyla tekrarladığım "ben kimim?" sorusunun cevabını bulmak niyetiyle tanımadığım sokaklarda dolanıp durduğuma göre, demek ki kendimden epeyce uzaklaşmıştım. Ne in, ne cindim. Bir kadın olduğumu biliyordum. Adımı ve kim olduğumu unutmuştum. Arnavut kaldırımlı bir sokağın girişine vardığımda, öylece kalakaldım. Sokağın iki yanındaki ahşapları dökülmüş metruk evler, zamanın acımasızlığına meydan okurcasına rüzgârda dimdik ayakta durmaya çabalıyorlardı. Şaşkınlıkla gözümü ayırmadan yola baktım. Yol çıkmazdı. Evlerin bitimindeki yolun tam ortasında, adeta hayret cümlesinin sonuna konmuş heybetli bir ünlem işareti görünümünde tarihi bir bina vardı. İstanbul'da altıyüzü aşkın çıkmaz sokak olduğunu duymuştum. Bunu öğrendiğimde içimin sevinçle dolduğunu hatırladım. Çünkü İlhan Berk'in dediği gibi kentler çıkmaz sokaksız nasıl sevilirdi ki? İstanbul'u sırf bu kadar çok çıkmaz sokağı olduğu için bir kez daha sevdiğimi düşündüm. İşte o anda... Ben.. Hatırladım. Filmekimi için İstanbul'daydım. Saatime baktım. Gerisingeri döndüm. İstiklâl Caddesinin karınca misali kalabalığında, Atlas Sineması’na gitmek amacıyla, insanları yara yara yürüdüm.