şehrim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şehrim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ekim 2011 Pazar

Ve İzmit Ve Tren Ve Şiir Ve Ben


"İçinden tren geçen şehirler, orman köyleri, balıkçı kasabaları, nehir kenarları... 
O sekiz bloğun dışındaki heryer çok uzak ve yorucu geliyordu. 
Ayrıca çok sıkılırsak, sekiz bloğa on dakika uzaklıkta, altı salonlu sineması olan bir AVM vardı. Deniz, evet. Kıştan rezervasyon yaptırarak yetmişsekiz bungalovlu o tatil köyüne gidebiliyorduk. 
Yedi gün sekiz gece bize ait olan o bungalovlardan birine yerleşip denize girebiliyorduk. Sonra yine bu sekiz blok.
...
Şehrin yükselen yıldızı, kuyruğuyla dünyayı devirip kayıplara karıştı. 
Deli asansörler yerin yedi kat dibine kaçtılar.
Üçüncü boğaz köprüsüne sadece yirmi dakika uzaklıktaki akıllı evler duygularına yenik düşüyor, 
gizli kameraların hepsi ıssız kumsallar gösterirken güvenlik alarmları canavar düdüğü üflemeyi bırakmış, içlerinden of sökerek sesli sesli ağlıyorlardı.
Havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan keder, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerledi."
                                                         
Atilla Atalay - Mecnun Kuleleri



İzmit’teyim. Günlerden pazar. Aylardan ekim. Şehir sessiz. Her gün gürül gürül fokurdayan insan sesi bugün  yok. Şehrime şu anda sukûnet hakim.  İzmit eskiden içinden tren geçen şehirdi.  Bir zamanlar oturduğum ev, tren yolu kenarındaki apartmanlardan birindeydi.  İlk gençlik yıllarım işte bu  tren yolunda geçti. Tren yolu, şimdinin yürüyüş yolu oldu.  Köşedeki  bankta oturuyorum. Yolun iki yanındaki muazzam bedenleriyle asırlık çınar ağaçlarını seyrediyorum. Yapraklar kendi lisanlarında hışırdayarak şarkı söylüyorlar. Kimi rüzgârın ritmiyle usulca döne döne yola dökülüyor. Kimi  ha düştü ha düşecek. Yorgun görünümlü dallarda sallanıyor. Vakitlerden güz saati... Ben oturduğum yerde, dirseklerimi dizlerime dayamış, yanaklarımı iki elimle avuçlamış kâdim dostum eski tren yoluna baktıkça bakıyorum. İlkin sanki zaman mânasını yitiriyor. Kendimi Ahmet Hamdi Tanpınar  gibi hissediyorum.  Yüreğim  “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” dizesini tekrarlıyor. Yoo… Hayal aleminde değilim. Tamamen kendimdeyim. Hemen Oktay Rifat’a atlıyorum. “Bir çekitaşı gibi üstümde zaman.” demeye başlıyorum. Mevsimler insan ömürleri gibi akıp gidiyor diye düşünüyorum. Benim gibi şehrim  de zamana ayak uydurmaya dirense de…  Galip, mağlup yok aslında…  Değişiklikler her ikimizin de suretine bir şekilde yansıyor.  Ancak, sanırım,  bazı anlar, şiir gibi hafızalarımızın içinde değişmeden olduğu gibi saklı kalıyor. Silkelenmeliyim. Böyle dalarsam derinlere, çıkışım zor alacak. Cahit Zarifoğlu’nun dizelerini bulmalıyım. Demeliyim ki “Haydi ey şair, sen de uyan ve şimşek gibi çakan şiirlerinle insanları uyandır, ölen duyguları canlandır, unutulan görevleri hatırlat… Onlara ilk hamlede, bildikleri kelimeleri, şimdiye kadar aşinası olmadıkları şekilde kullanmayı öğret. Sen aşk deyince bilsinler ki artık o şimdiye kadar bildikleri değildir.” Du bi… Ben durup dururken bir anıyı ağırlamaya girişmeyeyim şimdi. Bakma, en iyi kurtuluş gene şairlerin dizelerindedir. Hemen Haydarpaşa Garı'nda  mavi gözlü bir adamı hayal etmeliyim. “Haydarpaşa garında… 1941 baharında… saat onbeş… Merdivenlerin üstünde güneş… yorgunluk… ve telaş… Bir adam… Merdivenlerde duruyor… bir şeyler düşünerek.” Tamam. Çok güzel. Böyle devam edeceğim.  Heyyy! Dur! Artık şehrimin içinden değil dışından geçen trenden  bir siren sesi geldi. Yüreğim hemencecik hop etti. Kalakaldım öylece. Ansızın anılar üşüştüler gözlerimin önüne.  Yooo… Ben şimdi Nâzım Hikmet’in o seher vakti,  paltosunun yakasını kaldırmış halde… Kar içindeki peronda, yataklı vagonun pencerelerinin  birinin aralık perdesinden, saman sarısı saçlı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudakları şımarık ve somurtkan genç bir kadını görmesini istemiyorum. İstemiyorum işte… Onun yerine usulca  Orhan Veli gibi seslenmek istiyorum şehrime… “Garibim… Ne bir güzel var  avutacak gönlümü… Ne de bir tanıdık çehre… Bir tren sesi duymayagöreyim… İki gözüm iki çeşme.” Bugün bende vaziyetler böyleyken böyle. 

NOT: Fotoğraf Cemal Turgay'a aittir.