cüneyt arkın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cüneyt arkın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Haziran 2020 Perşembe

Kitap Falı Ve Uçan Tekme



Ne çok olmuş yazmayalı...

Hayatın hayhuyu içinde az önce pintiricik boşluk buldum. Zira ha babam de babam çalışıyorum.  Korona günleri işimin en debdebeli dönemine denk geldi iyi mi?

Şimdilik ofisin kapısına kilit vurduk. Bildiğiniz gibi hepimiz evlerimizden çalışıyoruz. Kendi adıma mesudum. Tuhaf şey. Ekmek yapmadım. Kitap okuyayım, film seyredeyim diye gayrette olmadım. Mütemadiyen işimle, hayatla, gelecekle ilgili planlar yapmaktayım. Savaşta tabanları yağlayan değil, kara günleri  kahraman omuzlarında taşıyarak  ak günlere erdirecek bir komutan edasındayım. Bir görseniz beni...  Acınacak durumdayım.

İşte az önce   silkelenip kendime geldim. Derhal, Hayal Kahvem'e bir şeyler yazmaya niyetlendim.  

Yazamadım. Resmen yazma kaslarım  paslanmış. Öyylece kalakaldım. Durdum. Bekledim.

Haybeye demiyorlar, yaz, her gün yaz, iş edin yaz, ne istersen yaz, üç cümle olsa bile yaz, yeter ki yaz, diye. Niye? Eğer her gün yazmayıp pratikliğini kaybedersen, yazmaya niyetlenince  oturduğun yerden ekrana benim gibi aval aval bakarsın işte böyle. İbret olsun vaziyetim herkese. 

Tabiyatım gereği  canım sıkıldı. Ağlamama ramak kalmıştı. Başımı sağa çevirdim. Kitaplarım. Gözüme ilk çarpan kitaba baktım. Olduğu yerden çektim çıkardım. Murat Menteş'in romanı...  Ruhi Mücerret. Tamam işte. Ne güzel.

Elimde evirdim, çevirdim. Kitabın kapağını hareket ettirdikçe bir Cüneyt Arkın görüntüsü  çıkıyor, bir Orhan Gencebay.  Ne yapsaydım yani? Elbette kitap falı baktım. Gözlerimi kapadım. Bir sayfayı araladım.  İşte buyrunuz. Kitap falımdan nasibimi aldım:

"100 yıllık plan yapabilirsin, fakat  bir saniye sonrasını bilemezsin" (Sufi Mottosu). 

Bu da bana kapak olsun. Yine, yeni yeniden yazmam şart olsun. 

Sufi Mottosu var ya, resmen  karnıma yediğim uçan tekme!  Ahhhh:)




24 Ekim 2013 Perşembe

Hanginiz Kara Murat?



Bugün ilk kez yüzyüze görüştüğüm müşterime, sigortaları hakkında ayrıntılı bilgi verip, poliçelerini teslim ettim.  Derken laf lafı açtı. Duvarında asılı film afişi sebebiyle, konu sinemaya geldi dayandı. Sazı bir o aldı bir ben… Son günlerde seyrettiğimiz filmlerden bahsettik. Birbirimize filmler tavsiye ettik. Ben İstanbul’daki Film Festivallerini ilgiyle takip etmeye çalıştığımı söyledim. O ise ne dedi biliyor musun? Beş sinemasever  arkadaşıyla her Çarşamba gecesi buluştuklarından, aynı gece arka arkaya birkaç film seyrettiklerinden söz etti. Nasıl hoşuma gitti  anlatamam.  Yeni tanıştık filan diye düşünmedim. Elimde değil,  sevincimi hiiç mi hiiç gizlemedim. Hatta mahcubiyet perdemi iyice araladım. Çocuk gibi ellerimi çırpıştırdım… “Heyy! Ne güzeel!” dedim.  Sonra kaşlarımı devirdim... En Küçük Emrah sesimle “Keşke ben de gelebilsem.” deyiverdim. 

Olur mu hiç? Erkek erkeğe film seyrediyorlar. Benim ne işim olacak aralarında öyle değil mi?  Güldü.  “Gelin tabii.  Ama biz vurdulu kırdılı film seviyoruz. Hanımlar böyle filmlerden pek hoşlanmaz.” dedi. 




 

Allahım, ben ne zaman iflah olacağım? Ne dedim bil bakalım? Hiç duraksamadan, “Aaa! Bayılırım ben!” dedim. Sonrasını görmeni isterdim. Çünkü o andan itibaren artık ben filmdim. Nasıl iştahlı iştahlı anlattığımı gözünde canlandırmanı rica ediyorum. Konuşmama şöyle başladım. “Çocukken oturduğumuz evin balkonu, bir  yazlık sinemanın bahçesine bakardı. Beyaz perde var ya, tamıtamına  bizim balkonun  karşısındaydı. Size bir şey söyleyeyim mi, Cüneyt Arkın’ın bu filmleri vardır ya…” Müşterimin yan duvarında asılı film afişini işaret ettim.” Hani Malkoçoğlu, Battalgazi, Kara Murat filan…” Hah işte… Şimdi yazarken bile inanamıyorum kendime valla. Nanananooommm… Çünkü o andan sonra artık Cüneyt Arkın bendim.

 

Bak şimdi… Misal, bir meşaleyle altı adam devirdiği sahnelerinden bahsediyorum tamam mı… Bu esnada masanın üzerindeki cetveli alıp havada sallıyorum. Efendime söyleyeyim diyelim,  kalenin o kooskocaa, yüksek mi yüksek, neredeyse elli metrelik surlarından  atlayarak kurtulur hani, diyorum. Utanıyorum yazarken valla… Bir koltuktan diğerine  hopluyorum. Son bir örnek daha vereceğim.  “Hatırladınız mı, kendisine atılan oklardan nasıl zıplayarak kurtulur.” diyorum. Ve ayakta zıp zıp zıplıyorum. Fıçının içinde yuvarlanırken, ok atıp onlarca düşmanı vurduğunu nasıl anlattığımı şimdi yazmayayım. İyice vaziyetime acıyacağını tahmin ediyorum. 

Doğrusunu söylemek gerekirse, uzun zamandır Cüneyt Arkın filmleri seyretmemiştim. Ben  bile bu kadar ayrıntıyı nasıl hatırladım hayret ettim. Du bi… Daha komikliğim bitmedi. O anda birdenbire Kara Murat’ın düşmanlarına yakalandığı bir sahne gözümde canlandı. Hangi filmdi acaba? dedim. Heyy!.. Kara Murat Kara Şövalyeye Karşı olmalı, diye devam ettim. Müşterim Kara Murat’mış, ben ise Kara Şövalye’mişim sanki tamam mı? Gözlerinin içine bakarak…

“Nayıır! Senin ölümün bu kadar kolay olmamalı. Önce ölümü özlemelisin. Beter acılarla kıvranmalı, seni öldürmem için yalvarmalısın.” dedim. Sonraaa...

Sonra mı? Ne olacak? Sonrası iyilik güzellik:)