dali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2011 Pazartesi

Kahve Molası - "Bilinçli Perişanlık" Hallerim

 
Tomris Uyar'ın kitabından öğrendim. Edip Cansever'in bir lafı varmış. "Bilinçli perişanlık" dermiş.  Nasıl bayıldım bu lafa anlatamam. Çünkü benim "bilinçli perişanlığı" sevdiğim günler çoktur. Mesela dün evde yalnızdım. Canım hiçbir şey yapmak istemedi. Hoop! Kendimi bilinçli perişanlığın kollarına bıraktım. Sabah uyandığımda elimi yüzümü yıkayıp, üzerimde battal sabahlığım, ayaklarımda pufidik çoraplarımla bütün gün perişan halde dolandım. Hani Meksikalı dermiş ya "ne güzel çalışmamak... arkasından da dinlenmek" diye... İşte aynen öyle. Bol bol şiir okudum. Madem bilinçli perişanlık diyen Edip Cansever'di. İlkin Edip Cansever'in şiirlerinin ardına düştüm. Kimi şiirlerinde kendimden korktum. O dizeleriyle saklambaç oynadım. Kimi şiirlerinde kendimi buldum. O dizeleri kaldırıp kendimi koydum. Dizelerle köşe kapmaca oynadım. Ruhumu şiirle tıka basa doyurdum. Akabinde Hayal Kahvem'e yazı yazdım... Nihayet Woody Allen'in son filmi Paris'te Gece Yarısı'nı seyrettim. Filme tek kelimeyle bittim.. Bittim. Bu filmi en kısa zamanda mutlaka yeniden seyredeceğim. Sence insan oturduğu yerde istediği yere gidebilir mi? Gidebilir elbette. Ohoo... Ben kaç kere tecrübe ettim. Misal, dün güya bedenim evdeydi ama... Ruhum anında firar etti. Uçtuuu uzaklara gitti.  Woody Allen sanki beni bilmişte bu filmi yazmış yönetmiş... İnan bana, Owen Wilson'un canlandırdığı Gil resmen benim erkek modelimdi.  Pes yani! İnsan bu kadar mı benim gibi hayal aleminde gezer! Bu kadar mı bencileyin yağmur altında dolaşmayı sever! Kendimi gördüm sanki. Dilim tutuldu. Pes! dedim..  Gil ne kadar Paris diyorsa... Ben o kadar İstanbul derim misal. Gil ne kadar eski dönemlere gidip Hemingway'le muhabbet etmek, Dali'ye ne bileyim Fitzgerald'a denk gelmek istiyorsa... Ben  o kadar Şişli'den Boğaz'a  Sait Faik'le yarış yapmayı,  Fatih'ten Edirnekapı'ya lapa lapa kar altında Özdemir Asaf'la muhabbet ede ede yürümeyi hayal ederim. Ya da ne bileyim, Sait Faik ve Orhan Veli'yle İstinye İskelesi'nde akşam yemeği yemek isterim.

 
Baktım Woody Allen filmlerini özlemişim. Hemen  çok sevdiğim Annie Hall adlı filmini seyretmeye giriştim. Bu filmin başrolünde Woody Allen vardır. Filmin açılışında  kahramanımız, kameraya bakıp şöyle laflar eder... "Eski bir espri vardır, bilirsiniz. İki yaşlı kadın dağ başında bir lokantada yemek yemektedirler. Biri, “Lanet olsun!” der, “Yemekler ne kadar da berbat! “Evet” der diğeri, “Üstelik ne kadar da az!” Yani, bu benim yaşam hakkındaki düşüncemin kısa bir özetidir: Hayat yalnızlık, sefillik, acılar ve mutsuzluklarla doludur ama keşke bu kadar kısa olmasaydı!" 

Ne kadar haklı... Sonra ikinci bir espri ile devam eder... Der ki... "Benim gibi birini bile üyeliğe kabul edecek hiç bir derneğe asla üye olmazdım." Valla ben de benim gibi birini bile üyeliğe kabul edecek hiçbir derneğe asla üye olmazdım! Benden ne köy olur ne kasaba... Bakar mısın perişanlığıma!.. Tomris Uyar'dan lafa girdim. Nerelere geldim? Sanıyorum bu yaptığım bir çeşit "yazıda perişanlık" halim. Ama ne yalan söyleyeyim, bilinçli perişanlık:) Yoksa neler yaptığımı anlatmayı nasıl becerecektim? Tamam. Bu kadar. Kahve molam bitti. İşe dönmeliyim.