Araba kullanıyorum. Babam yanımda. İkimiziz. Baba kız. Kıymetli anlar... Mühim.
Felekten, beyaz tülbentlere sarılacak, hafızamın "ömrümün çok narin ve çok nadide zamanları" çekmecesine itinayla kaldırılacak bir rol kapmaya çalışıyorum.
Laflıyoruz. Bir ara sustuk. Küçük derin bir sessizlik oldu. Aklımızdaki sessizliğe dalacağımızdan korktum. Sessizliği bozdum. Fısıltılı bir sesle ilahi söylemeye koyuldum.
-Sevdim seni mabudumaaa, canaaan diye sevdim. Bir ben değil alem sana, hayraaan diye sevdim.
Dayanamayacağını biliyordum. Söylediğim, en sevdiği ilahiydi. İlahiye eşlik etti.
-Mahşerde Nebiler diler, sendeeen meded ister. Gülyüzlü melekler sana hayraaan diye sevdim.
Babam efkârlı bir türküye dönüştü. Ansızın bana dönüp...
-Sen şarkı söyleyince seviniyorum, dedi.
Bu sözü işittim ya... Kalbim hop etti. Ağlayasım geldi. Durur muyum? Şak diye cevabımı verdim.
- Zaten sen sevin diye bu ilahiyi söylüyorum, dedim.
-Aslında neden seviniyorum biliyor musun? dedi.
Aklıma bir şey gelmedi. Sustum.
- Çünkü sen şarkı söylediğinde, mutlu olduğunu hissediyorum, dedi.
Yüzümü yoldan babama çevirdim. Gözlerimiz karşılaştı. Gülümsedim.
Babamın söylediği söz buharlaştı. Tek nefeste içime çektim. Ilık ılık yüreğime yayıldı. Bir anda dünyanın gelmişi geçmişi silindi. Topyekün iyiliğe, güzelliğe, tatlıya bağlandı hayat...
Ömrümün çok narin ve çok nadide zamanları'na bu anımı itinayla ekledim.