"Bir fikrim var... Niçin küçük bir oyun oynamıyoruz?
İnsan taklidi yapalım, sözde insanmışız da, canlıymışız da...
Hiç olmazsa bir süre için. Ne dersiniz? Hadi insan taklidi yapalım...
Ah, dostum, herhangi bir şey için heyecanlanacak
bir insanla karşılaşmayalı o kadar zaman oldu ki..."
(John Osborne, "Öfke")
Bak, ne yapacağım biliyor musun? Sırf senin için... Ama bak, inan... Sadece senin için... Tutacağım kışın buz kesmiş ellerinden.. Götürüp karın içine gömeceğim. Dinle bak... Sen bu yazıyı okurken var ya... Kar birdenbire eriyecek. Nasıl olduğunu anlamayacaksın... Eriyen karla birlikte kış, pılısıı pırtısını toplayıp toprağın içine çekilecek. Yapacağım gerçekten... Hani az önce... Hani pencerenin kırık camına dayadığın mukavva parçasının arasından hışımla geçip tenini ısıran o deli rüzgâr var ya... Ahhh! Bak... Ben konuştum rüzgârla... Bööylee elimin tersiyle soğuğu okyanus ötesine iteceğim. Sıcağı yakasından tuttuğum gibi hooop diye gerisin geri getireceğim. Evet, yapacağım. Seni korkutan karanlığı bir ressamın fırçasıyla silip süpüreceğim... Gökyüzüne... Bööylee... Koskocaman... Yusyuvarlak... Sapsarı bir güneş resmi çizeceğim. Dikkat et... Güneş önce muzipçe bakıp, neşeli neşeli tüm insanlığa gülümseyecek. Akabinde şefkate, merhamete, iyiliğe dair ne varsa, ılık ılık hepimizin yüreğine işleyecek. Tam o anda yanlız olmadığını... Fısıltılarla sımsıcak duaların, ardından kararlı adımların sana yöneldiğini anlayacaksın. Kış ortasında rüzgârın bu kez sıcacık esintilerini teninde duyacaksın. Isınacaksın. İşte o zaman ben ne yapacağım biliyor musun? Ayakkabılarımı, çoraplarımı çıkaracağım. Sokaklarda hop hop hoplayacağım. Sen de hoplayacaksın. Sevinçten hoplayacağız hepimiz. Bir fikrim var... Niçin insan taklidi yapmak oyunu oynamıyoruz biz?