kübra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kübra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2013 Cumartesi

Ve Hayal Ve Portofino Ve Kübra


*Aşkı Portofino'da buldum
Çünkü hâlâ hayallere inanıyorum."
Love in Portofino



"Yok artık!" diye bağırdım. Akabinde kocamaaan bi "Pes!" diye ekledim. Neydi bu olan biten? "Yuf  yani!" Abartmanın da bir endamı, bir ölçüsü olur, öyle değil mi?"  

Eve gelip, kendime geldiğimde  hemen bilgisayar başına oturdum. Acele acele gugıla "Portofino nere bizim köy nere?" diye sordum. Gugıl sorumu ikiletmedi... Hemen "Adı üstünde "Aşk Sehri". Aşka aşık olanların doğru adresi: Portofino... Adına şarkılar yazılmış, şiirlere konu olmuş ve en güzel aşklara tanıklık etmiş, şahit olmuş... " diye cevap verdi.  İyi de güzelim... Portofino'yla benim ne işim olur?  Köyde yaşayan biriyim... Bizim köy nere...  Taaaa.... İtalya'nın Akdeniz Kıyı Şeridi'nde bulunan  Portofino nere, öyle değil mi? Onu bunu bilmem... Resmen Portofino'daydım işte. Rengarenk evlerin dört bir köşesi ışıklarla aydınlatılarak büyüleyici  bir ortam yaratılmıştı... Nasıl ummanlar dolusu şımşıkırdak insan topluluğu vardı anlatamam. Şahane bir geceydi. Gökyüzünde muhteşem bi dolunay, kocaman sahne üstünde ise dünyaca  tanınmış müzisyenler vardı.  Ya elinde mikrofonuyla ayakta duran o adama ne demeli... Hey!...  Yoksa Andrea Bocelli mi?   Evet, kesinlikle oydu. Harikulade sesiyle şarkı söylemeye başlamıştı bile. Adeta bir varmış bir yokmuş'la başlayan... Masal gibi bir geceydi yeminle..




Vay canına sayın seyirciler!.. Dünyanın en ünlü tenoru Andrea Bocelli, İtalya'nın en güzel beldelerinden biri olan Portofino'da konser veriyorsa, seyirci olmak için kimbilir kaç papel para verip bilet almak  gerektiğini, müsadenle benim şu küçük aklım bile hesap edebilirdi elbette. İyi de, nereden bulacaktım o kadar parayı? Bilet alamayınca, sevdiğimiz şarkıcıyı, sahildeki sandallardan birinden kaçak seyrediyorduk belki de. Çünkü yan gözle baktım. Bu şık seyirci gurubu içinde değil, denizin açığındaki sandaldan birinde iki kişiydik. Yanımda bizim ofisin eski stajyeri, şimdilerde memleketin ithalat ihracat bilgesi Kübra vardı. Kübra müziğin ritminde  oturduğu yerde salınmaktaydı.

 
 
 

Sessizce "Ne işimiz var bizim burada?" diye fısıldadım. Duymadı. İllüzyonda gibiydi. Günahını almak istemem ama... Bilmiyorum  duymuyormuş ayağına yattı belki. Pirelendim. "Hey, sana söylüyorum. Ne işimiz var burada bizim? Bana bak, bu güzelim konseri kaçak seyrettiğimizi bi anlarlarsa var ya, sadece İtalyan sosyetesine rüsva olmakla kalmayız, popüler dünyaya da kapak oluruz." dedim.  Havalı bir  kafa  hareketiyle, yüzüne düşen  kıvırcık saçlarını arkasına doğru attı. Tepeden tırnağa endamıma küçümser bir nazarla baktı.  Dudaklarını alay edercesine kıpırdattı. "Şaka mı yapıyorsun?" dedi. Afalladım.  Aşağılandığımı hissettim. Ne yapayım yani? Bu vaziyetlerde hüngürdemeye meyyal bir bünyeye sahibim.  Neyse ki, kendime mukayyet oldum. Göz pınarlarıma hücum eden gözyaşlarımı tuttuğum gibi, anında gerisingeri içime gönderdim. Akabinde epeyce çaba sarfederek, gülümsemeyi becerdim.  Rüzgar saçlarımızı usul usul dalgalandırıyordu.  İnanılır gibi değildi. Resmen sahnede Andrea Bocelli, yüreğime tesir eden o muhteşem  sesiyle Besame Mucho'yu  söylüyordu. Parmaklarımı heyecanlı heyecanlı çıtlattım. Portofino'ya hangi ara gelmiştik? Manzaranın kenar köşeşinden de olsa bu konser alanına nasıl girebilmiştik? Şaşkın bir ifadeyle suratına baktım. Parmağını dudağının üstüne koyarak, hastane duvarlarındaki hemşire pozu verdi. Her zamanki bilmiş gözleriyle bana bakarak."Şıııhht! Sinemadayız. Seyirciler rahatsız olacaklar." dedi. Sarsıldım. Sanırım o sarsıntıyla kendime geldim. Etrafıma tekrar baktım. Tıklım tıklım dolu bir sinema salonunun ortasında oturmaktaydık. Hatırladım. Portofino'da Aşk adlı konser filmi gösterisi sebebiyle İstanbul'daki Paladyum'daydık.



24 Mayıs 2012 Perşembe

İlahi Komedyaaaa!


Dündü. Akşam üstüydü. Benim öğretmen kardeş, en öğretmen sesiyle "Abla, beni hemen Sisi'ye götürmen lâzım." dedi. Sisi bizim köyün kızı. Üniversitesini, master'ını bitirdi. İstanbul'da çalışıyor ve yaşıyor şimdi. Pazartesi gecesi uzun bir seyahatten dönmüştüm. Salı günü hiç nefes almadan, ofisin işlerine fena halde gömüldüm. Nasıl yoğundum, yorgundum, uykusuzdum anlatamam... Öğretmen kardeşimden emir kipinde bir telefon aldım ya... Sanki abla değildim de... Öğretmen karşısında sözlüye kalkmış bir öğrenci gibiydim. Ayrıca kardeşim bir devlet okulu öğretmeni... Öğrencilerine daha iyi eğitim vermek için, gece gündüz proje üretiyor ya... Hürmeti fazlasıyla hak ediyor tabii.  Hiç itiraz etmedim. En ürkek öğrenci sesimle "Tamam. Peki." dedim. İş çıkışı, tüm trafik kuralarına harfiyen uyarak öğretmen kardeşimin okuluna gittim. Kardeş arabaya bindiği gibi, ver elini Üsküdar... Saat 19.30'da Sisi'nin evindeydik. Öğretmen kardeşim, bir eğitim projesi hazırladı. Sisi bilgisayar programlarıyla vals yapan bir prenses olduğu için, projeye son bir göz atsın istemiş. Sisi de işten henüz dönmüş. Hafta sonu annesi ziyaretine geldiği için, nasıl  nefis yemekler vardı anlatamam. Önce Sisi'nin yemeklerini sildik süpürdük. Oh, biraz kendime geldim. Onlar bilgisayar başındayken, ben Sisi'nin evini Masumiyet Müzesi'ni gezermiş gibi inceledim. Allahım! Bu Sisi var ya, resmen prenses ruhlu bir kız... Anlatılacak gibi değil... Bak şimdi... Önce kitaplarına göz gezdirdim. Tuğla tipinde bir kitap dikkatimi çekti. O ne? Bu Dante'nin İlahi Komedya'sı... Vay canına sayın seyirciler!.. Ben ben olalı, Dante'nin İlahi Komedyası'nı bir defa bile elime almamıştım. Ne bileyim? Taşarılı biriyim. Dante'nin İlahi Komedyası'nı okumak için kılığıma, kıyafetime, halime, tavrıma dikkat etmem gerekir. Ağır olmalıyım. Molla edası takınmalıyım. Benim gibi sulu sepken birinin eline yakışmaz. Ayıp olur Dante'ye, diye düşünmekteydim. Meğer ne kompleksliymişim. Diğer kitaplardan farkı yokmuş ki... Hiiç korktuğum gibi değildi. Bana Dante'nin İlahi Komedyası pek bi sevimli geldi.  Hemen Dante'yle oyuna başladım. Gözlerimi  kapadım. Bir sayfasını araladım. Gözüme denk gelen ilk cümleyi okumaya başladım. İlk okuduğum  "Ölümlü bedenimle nasıl sevdimse seni, bedensiz de seviyorum, peki ne arıyorsun burada?" diye bir cümle değil mi? Hoppala!..  Gayri itiyari bir refleksle "Ben mi?!.. " dedim. Dante'yle... İlahi Komedya'da... Araf'taydık galiba... Daha ilk cümleden senli benli olmayı becermiştik baksana... Kitabın cehennem, araf ve cennet bölümlerinden epeyce okudum. Tamam. Kararlıyım. Kompleksimi yendim. İlk fırsatta bu kitabı edineceğim.



Sisi'yi iyi tanırım. Bizim ofisin tezgahından geçmiştir. Geçerken, tezgahımızı dantelalı fikirleriyle ziyadesiyle zenginleştirmiştir. Sisi, adeta, Viyana'da doğması gerekirken, bizim köyde doğmuş gibidir. Kız baştan aşağıya asalet, tepeden tırnağa zerafet mübarek... Baksana... Çikolata tarifli yemekler kitabı... Breh... Breh... Yemek kitabının kabı bile altın renkli... Elinde değil... Ruhu böyle kitapları tercih ediyor. Kaderi benzemesin...  Anlatamam... Tipi de Avrupa'nın en güzel kadını olan  Avusturya - Macaristan kraliçesi Sisi'ye çok benziyor. Zaten benzediği  için ona Sisi diyoruz. Bloğunun adı da Sisi tabii... Bu durumda başka ne olabilir, öyle değil mi? Ben Sisi'nin eşyalarını karıştırırken, onlar ise bilgisayar başında ha babam de babam çalıştılar. Akreple yelkovan birbirini nasıl kovaladı anlamadım. Bir baktım saat çoktan gece yarısını geçmiş... Üsküdar'a gideriken yağmur yağmıyordu ama... Üsküdar'dan döner iken, saatimin göstergesi sabaha karşı ikibuçuğa vuruyordu. Üstüne bir de, otobanda yol inşaatı var mıydı? Hem yol bizi E5 e atınca... Hem de hızlı gidiyorum diye kardeşimin yüreği üç buçuk atmaya başlayınca... Hımbıl vitesle, biz vardık mı İzmit'e, sabaha karşı saat 3:30'da... Yolda uykum gelmesin diye Sisi'de epey kahve içmiştim. Üzerine afiyet abartmışım iyice. Hani bir rivayet vardır kahve üstüne. Evvel zaman içinde bir çoban, tuhaf davranışlar gösteren, uyumaları gerekirken geceleri aşırı hareketlenen keçilerinin bu davranışlarının sebebini merak etmiş te, gün boyu gözlemiş ya keçilerini... Sonra keçilerin bir kısmının bodur ağaçların tanelerini yedikten sonra aşırı hareketlendiğini anlamış. Meğer yedikleri kahve çekirdekleriymiş. Öyle işte... Ben gene kahve üstüne kahve içince... Kendimi kahvenin esaretine kaptırınca gene... Uykum kaçtı tabii... Bu durumda sabaha kadar uyumadım iyi mi? Oysa benim  kardeş ve Sisi  üç dört saatte olsa uyumuşlar. Ne güzel! Ben  bugün uykusuz çalıştım. Şimdi gece yarısını geçti. Gördüğün gibi halen  bu yazı için debelenmekteyim. Yok ama... Gitmeliyim. Anne sözü dinler gibi masum yatağıma girip, uykuları kaçan keçileri çitten atlatarak, bu gece mutlaka uyumayı denemeliyim.  Yarın çok mühim toplantım var... Çoook mühim! Eğer bu gece de uyuyamazsam var ya... Biliyorum kendimi... Ben... Yarın sabah... Toplantıda... Koca koca insanların karşısında... Dayanamam... Horul horul uyurum valla... Peki sonraaaa... Düşünmek istemiyorummmm... Düşünmek istemiyorum... Sonum olur....  İlahi Komeddyaaaa:))