semaver etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
semaver etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Temmuz 2024 Pazar

İnce Belli CAM Çay Bardağını İlk Kim Tasarladı?

 


Çayı ince belli bardaktan içmeyi çok severim. Tıpkı Metin Üstündağ usulü...

"ne garip bir sıvıdır bu ateş suyu.. ugh!. ve fakat en güzeli sahilde, denize karşı içileni olsa gerek.. salaş tahta masalarda ve pek tabii hava da az biraz rüzgarlı olacek.. çay da hep sıcak olacek.. l aflayarak, denize ve martılara bakınarak.. ciddi gibi içilecek.. garson rahatsız etmeyecek ama.. hem çayın dostlukları da başka başka.. hem çay bizim ömrümüzün bitkisel ateş suyu.. ama kız belli bardakta olacak.. avucunuzla kavrayacaksınız bardağı.. tabağa koymayacaksınız.. diğer  yuduma kadar.. ama tekrar, kaynamış değil.. ama kokusu da aklını alacak.. bir çay marş'ımız niye yok.. bir çok şeyden daha mühim bu sıvı, oysa.. ımmmh, nefis.. 
"tazeler misiniz usta, benimki demli olsun lütfen.." aynı bardakta çay gibiyiiz"

Acaba ince belli cam bardağın ilk tasarımı kime ait, diye merak ettim. Araştırdım. İnce belli cam çay bardakların üretimini ilk kez kimin ne zaman yaptığı ne yazık ki bilinmiyormuş. Şaştım kaldım. 

1858-1930 yılları arasında yaşayan ressam  Hoca Ali Rıza'nın Semaver adlı tablosunda ilk kez rastlandığı için, bu tarihler arasında kullanılıp yaygınlaştığı tahmin ediliyormuş. 

Cam tasarım konusuna merak sardım. İlk merak ettiğim cam tasarımı, ince belli cam çay bardağı. Ve tasarımcısı belli değil. İlginç! 

Önce Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı adlı romanında ince belli cam bardakla ilgili bir cümle olabilir mi diye aklımdan geçti.

Türkiye Şişe ve cam Fabrikaları A.Ş 1934 yılında kurulmuş.  
Tablodaki cam bardak, çok daha önce  cam üretimi yapan cam atölyelerinden birinde imal edilmiş olmalı.

İnce belinden avuçla sımsıkı kavranabilen, çayın sıcaklığını kolaycacık hissettirebilen, incecik şeffaf üretimiyle demini, rengini hemencecik belli eden şahane bir tasarım değil mi, ince belli cam çay bardak? 

Heyy! Dilerim Seramik ve Cam Sanatları Tasarımı bölümünü kazanırım. Yepisyeni merak  konuları buldum.  Vay babasını... Ne hoş!..  Bahtiyarım☺ 


NOT- Akademisyen Seyhan Güneş'in Türk Çay Kültürleri ve Ürünleri adlı araştrma yazısını okudum. İlgilenenlere tavsiye ederim.


22 Aralık 2013 Pazar

Dudakları Yakan Bir Çift Sözün Vardır Ey İstanbul...



Kadıköy'den vapura bindim. Karaköy'de indim. 

Aklımın dümeni, midemin komutlarıyla çalıştığı için olmalı... Vapurdan atladığım gibi...  Marş marş... İskelenin yanıbaşındaki balıkçılar çarşısına gittim. Derhal ekmek arası balık, kuru soğan söyledim. Of!.. Nasıl anlatsam bilmiyorum. Hastasıyım!.. Karaköy'e ayak bastım mı, midem ayaklarıma hükmeder. Ayaklarım cızbızcı balıkçının tezgahının önüne tıpış tıpış gider. Yemeden duramam ne yalan söyleyeyim. Zaten beş liradır. Otobüse binecek param kalmasa bile... İcabında İstanbul'u baştan sona yürürüm... Beş liramı her daim cebimde hazır ederim. Mutlaka yemeliyim. Laf aramızda, bu benim Karaköy törenim. Alırım elime balık ekmeğimi... İnsanların arasındayım diye çekinmem... Hem yürürüm hem yerim. 

İşte o'na balıkçıların arasında rastladım. Tam elime ekmek arası balığımı almıştım. Denize doğru döndüm.  Zaten kış mış dememiş, vapurun balkonunda oturmuştum.  Oturmuş da efkârlı efkârlı "Ey sen ne güzelsin ey kavgamızın şehri..." diyerek İstanbul'a bir türkü tutturmuştum. Rüzgâr çooktaan bünyemi sarhoş etmiş. Balık kokusu nasıl anlatsam sana... Mis... Mis...  Ekmeği tam ısırıyordum ki o'nu gördüm. Orada... Dalgakıranın tam yancağızında... Tahta parçacıklarıyla alevlenen, eski usul  semaverden bozma soba. Üstünde fokur fokur çay kaynamakta... Ah, delirdim, delirdim. "Sen nesin ya, sen nesin?" diye seslendim. "Sen hep mi buradaydın yoksa? Seni neden daha önce hiç görmedim."

Acaba o'nu görünce büyükannemin semaveri mi aklıma geliverdi? Hani Sait Faik'in öyküsündeki gibi... Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Acaba o'nu içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya mı benzettim? Onda yalnız koku, buhar ve o eski günlerin mutluluğunu mu hissettim? Bir gün büyükannem öldü. Ve o evde, o, bir daha kaynamadı. Bunları düşündüm ya, gözlerim buğulandı.

Balıkçılardan biri vaziyetimdeki tuhaflığı sezdi. "Çay ister misin ablacım? Ihlamur bu... Soğukta iyi gider." dedi. Burnumu çektim. Gülümsedim. "İsterim ya... İsterim tabi." dedim.  Başımı İstanbul manzarasına çevirdim. Galata Köprüsü bir köprü gibi değil,  bir mahalle gibi görünüyordu. Baktıkça... Baktıkça... Şehir içli bir bir şiire dönüşüyordu. Eski semaverin içindeki tahtalar çıtırdadı. Yüreğime ılık, hazin bir şeyler akmaya başladı. Büyükannem'in "Ortalık yerde  yeme. Fakir fukaranın gözü kalır." sözü aklıma geliverdi.  Elimdeki ekmeği, balığı öptüm. Çoktandır unutmuşum. Nimet olduklarını hatırıma getirdim. Sobanın yanına çöktüm. Çayımı üfleye üfleye  içtim. Balık ekmeğimi gizli gizli yedim bitirdim.


not-başlığı vedat türkali'nin "dudaklarını yakan bir çift sözün vardır" dizesinden esinlenerek yazdım.