televizyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
televizyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2011 Pazar

Bir Gün Sen De Aynı Şeyleri Söylüyor Olacaksın

Son zamanlarda televizyon programlarını izleyemez oldum. Sanki televizyon artık çok kötü kalpli biri. Gözünü karartmış, önüne kattığını sürükleyip karanlık dünyalara götürüyor. Yapılan programlara inanamıyorum. Kimi zaman gözüm takılıp bazı programlara denk geldiğimde, resmen kendi kendime hayıflanıyorum. Daha çok radyo dinliyorum ben de. Zaten radyo çocuğuyduk biz. O zamanlar radyodakileri görmez, seslerden de şüphelenmezdik. Bizim için radyo sanki iyi kalpli biriydi. Radyodan işitilenlerin doğru olduğuna kesinkes inanırdık. Radyoyla yatar radyoyla kalkardık desem abartı olacağını sanmam. Doğruya doğru, o vakitler  bizim hayatımızda radyo çok önemliydi. Şimdiki televizyonla mukayese edilmez, hak ettiği saygıyı hepimizden görürdü. En güzel Türkçe, radyo Türkçe’siydi sözgelimi. Güzel konuşmanın nasıl olduğu radyodan öğrenilirdi. Sanıyorum ihtilallerin başarısı öncelikle radyo binasını ele geçirilmeyle eş değerliydi ki, daima ilk ihtilal anonsu radyodan işitilirdi. Sürekli yayına başlayan kahramanlık türküleri arasında, sabırsızlıkla haber yayınları beklenirdi. Ayrıca her şarkıcı radyoya çıkarılmaz, her şarkı yayınlanmazdı ki. Radyo sanatçısı olmak çok mühim bir şeydi. Sabahları saat on civarında yayımlanan Arkası Yarın annemin gözdesiydi. Bu bir nevi radyo tiyatrosuydu. Dünya ve Türk edebiyatının klasik eserlerine, yüzünü görmediğimiz sesler ruh verirlerdi. Artık bilirdik o sesleri. Bir yerde karşılaşsak, sesinden tanıyabilirdik o tiyatrocuları sanki. Öyle bizden birileriydi. Tam merakla dinlerken, en heyecanlı yerinde program kesiliverirdi. Nanananomm… Arkası yarın, denirdi. Yarın çabuk gelsin diye beklenirdi. Saat 19:00’da eve mutlak bir sessizlik çökerdi. Çünkü ajans saatiydi. İlgiyle haberler dinlenirdi. Gece 21:00 de ise Mikrofonda Tiyatro programı vardı. Büyük bir heyecanla gecenin oyunu beklenirdi. Kulaklar iyice açılır, seslerin büyülü dünyasına dalınırdı. Radyo dinlemek ve kitap okumak birbirlerine aslında çok benzemezler mi? Birinde sesler, diğerinde harfler bizi hayal dünyamızda gezdirmezler mi? Anlatmak istediğim radyo aslında ama bak gene kitap araya girdi. Diyeceğim odur ki radyo, gönülden inandığımız bir şeydi. 
 
 
Şimdi böyle yazınca aklıma Orson Welles geldi. 1915 doğumlu sanatçının hayatı aslında çok renkli. Bu yazıda anlatmak istediğim Orson Welles’in Marslılar Geliyor diye bilinen, Dünyalar Savaşı’nı radyoya uyarlama hali. Sanatçının radyodaki ilk yayını. Program yeni başlıyor. Orson Welles küçük bir numaraya yapıyor. Programın tanıtım müziğinden ve tanıtım sözlerinden önce: “Şu anda aldığımız bir haberi vermek için, yayınımızı kesmek durumundayız.” diye başlayan cümleden sonra, dünyanın Marslılar tarafından işgal edilmeye başlandığını söyleyen bir anons yapıyor. Radyoda bu anons duyulunca, Amerika’da yer yerinden oynuyor. Aslında bu yapılan Orson Welles’in oyununun oyunudur. Sanatçı bir anda tüm dünyada meşhur olur. İşte radyo bizim zamanımızda böyle bir şeydi. Kimseyi görmezdik ya seslerden şüphelenmezdik. Marslılar dünyayı işgal etti diye şakacıktan anons yapılsa bile gerçek zannedebilirdik. Şimdi ben bu eski radyo günlerinden söz edince aklıma Orson Welles’in o güzelim şarkısı geldi. I know what it is to be young (Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum) / But you don't know what it is to be old (Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin). Bu sözler tam bana uydu. İki cümle de ben ekleyeyim. Ben televizyonun ne olduğunu biliyorum. Fakat sen radyo günlerinin ne olduğunu bilmezsin ne yazık ki:) 
 

1 Şubat 2010 Pazartesi

Roma'dan Selamlar Sevgili Okur! Hastasıyııımmm!

Roma'dan naklen yayına hoş geldin sevgili okur!.. Roma... Yaaaa.. Roma... Ben Roma'da değilim canım. İzmit'te kardeşteyim. Gece Ali'ye bakmak için nöbet tutmuştum ya. Göndermediler beni. Onlarda kaldım. Bu gün iş günü. İşe gitmeliyim. Yalvar yakar etti kardeşim. "Allahaşkına! Gitme erkenden..." deyince, oturdum kaldım. Kardeş öğretmen tabi. Tatilde. İlla kahvaltıyı birlikte yapalım deyince... Dayanamadım. Bu saat oldu işte. Kısmetse, bir ara gidecem artık ofise. Kardeş "Aaa! Hemen televizyonu açalım. İz TV'de Ayhan Sicimoğlu'nun programı var. İtalya'yı geziyor" dedi. Kimdi ki Ayhan Sicimoğlu? İsmi hiç yabancı gelmedi. Gördüm gördüm. Tanıdım. Bugün gri takım elbisesi, sıklamen pembe strech kazağı ve aynı renk yaka mendili... Ve fötr şapkası... Sahiden Roma'yı geziyor. Of, of of... Arada da gezdiği yerler için bastıra bastıra "Hastasıyımmm!" diyor. Nev-i şahsına münhasır denir ya... Ayneennn öyle bir zat ı muhterem... Allahtan gitmiştim Roma'ya zamanında. Yoksa bu programı seyretttikten sonra, ofise gitmek ne demek, hemen Roma'ya uçabilirdim valla. Bedava bir uçak milim var da... Tabi, hemen ayaküstü bir hayal kurduk kardeşle. Birlikte gidiyoruz Roma'ya. Ayhan Sicimoğlu'nun anlattığı her yere uğruyoruz. Kulaklarımızda Latin müzikleri. Oynaya zıplaya Roma'nın altını üstüne getiriyoruz. Of ya! Hayali bile güzel valla. Bu arada küçük Ali tepemde. Büyük yeğen eteğimin dibinde. Ben ve çocuklar. Bu kadar kalabilir miyim birlikte? Rekor bu rekor!... Telefon çalıyor. Bir müşterim. Kaza olmuş... Beni çağırıyor. Fena bir şey yokmuş çok şükür. Hemen çıkmalıyım hemen... Dünyaya geri dönmeliyim... İşe koyulmalıyım.. Olsun... İnsan hayal etiği müddetçe yaşar! Roma'ya gitmenin hayali bile güzel! Deee... Bu beni kesmez. Akşam eve gidince o muhteşem Roma Tatili filmini seyretmeliyim. Hastasıyııımmm! Roma'nın mı? Yok canım! Audrey Hepburn'un tabi.. Hastasıyım vallahi:)