yazmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Temmuz 2019 Çarşamba

Nereden Başlasam?


Hayal Kahvem'e yazmayalı  o kadar uzun zaman oldu ki, bir türlü  dikkatimi diriltemiyorum. İçimde benden habersiz birikmiş; konuşulmayı, tartışılmayı, paylaşılmayı bekleyen onca şeyi usulca, yumuşacık yazmaya başlayabilsem keşke.

Du bi!.. İnceden inceden kıpırtılar başladı. 

İyi ama, yüreğimde pintiricik bir korkunun gezindiğini hissediyorum.

Gece evde yalnızken  duyduğumu sandığım  koridordan  gelen ayak sesinin uyandırdığı duyguya benziyor........



Fotoğraf- Madame Tutli Putli

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Yazmak - Kırık Keşkeler, Ortaboy Pişmanlıklar, Dipten Giden İpince Sızılar...


Yeni bir huy edindim. Canım sıkıldığında kendimi palas pandıras  sahildeki o banka atıyorum. Her defasında önce derin derin bir kaç nefes alıp veriyorum. Sanki böyle yapmazsam boğazımdaki düğüm çözülmeyecek akabinde  nefesim kesilecek zannediyorum. İyi geliyor. Adeta yerküreye değmemek maksadıyla ayaklarımı bankın üzerine topluyorum. Nafile olarak "olur böyle haller" diye öğütlesem de kendime... Umursamaz olmayı beceremiyorum. Bazen ziyadesiyle zorlandığımı, anlatılmaz derecede yıprandığını hissediyorum. Kimi zaman yaşanan kızgınlık veya kırgınlık, keder veya acı, yalnızlık veya güvensizlik, anlaşılmak veya anlatmak ya da  kimseyle paylaşmamak gibi durumlar beynimin içinde bir o yana bir bu yana cirit atıp duruyor. Çoğu kez insani zaaflar zorluyor beni. İtişmeler, kakışmalar... Yanılgılar, gülünç durumlar.... Yarı resmi, kalpazan işi  nezaket vaziyetleri...  Veya hafızanın zaman zaman çaktırmadan çekmecelerine gizledikleri... Sonra durup dururken akla gelmeyecek yerde ve zamanda  çıkarıp tozlarını silkelemesi... Hakikatinde  harbi harbi bünyeyi  sallayıp silkelemeyi amaç edindiği vaziyetler sözgelimi... Ne bileyim hayallerin kaydığı veya abarttığı aşırılıklar... İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyleri büyütüp devleştirilmeler... Düşenebiliyor musun insanın sadece kendisiyle cebelleşmesi bile ne  meşakkatli bir iş! Of! Tüm bunların peşi sıra hissedilen kırık keşkeler, ortaboy pişmanlıklar, dipten giden ipince sızılar... İçim fena oluyor kimi zaman ne yalan söyleyeyim. İnsanım neticede öyle değil mi? Yaradılıştan gelen binbir his ve duyguyla başetmek kolay bir şey mi? Uğraşıyorum kendimle gördüğün gibi.  İşte sahildeki o banka ayaklarımı toplayıp oturuyorum ya... Çantamdan defter ve kalemimi çıkartıyorum. Nedense ancak böyle selamete erebileceğimi düşünerek; şefkate, iyiliğe, merhamete dair bildiğim tüm kelimeleri birbiri peşi sıra elimdeki deftere yazmaya başlıyorum. Yazmak  da insani bir edim... Ve yazmak bana çok ama çok iyi geliyor  biliyor musun? İçime su mu serpiyordur nedir? Basbayağı düzeliyorum. Heyyy! Havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan sevinç, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerliyor. Geliyor. Geliyor... Küskün kalbimde çınlıyor. Çınnn! Çınnn! Çınnn! Sonra yine... Her seferinde daha büyük bir sesle daha büyük bir hızla... Elimdeki deftere kalemimin ucundan kelime kelime damlıyor....  Yazmak her daim bünyeme ilaç gibi geliyor... Hayatın gelmişine geçmişine bir selam çakıp... Gene... İşte gördüğün gibi yazıyorum... Yazıyorum... Yazzıııyooorumm...

NOT: Koyu yazılanlar, Atilla Atalay'ın Mecnun Kuleleri adlı öyküsünden aşırdığım cümleleridir.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Şifa Niyetine Okunan Kitaplar - Yazmak


Sana bir şey söyleyeyim mi iyileşecek hastanın ayağına doktor gelir derler ya. Doğruymuş. Bak şimdi. Uzun zamandır muztarip olduğum bir derdim var. Kiminle dertleşeceğimi bilemiyordum. Diyelim ki ben Hayal Kahvem’e bir yazı yazmak için oturuyorum. Üstelik hangi konuda yazacağımı baştan belirliyorum. Sonra başlıyorum yazmaya…. Aaa! Bir bakıyorum ki, yazı benim düşündüğüm konuda yazılmamış da akmış başka  mecraya… Üzülüyorum… Ben niye hep böyle yapıyorum diye dertleniyorum bu defa. İşte gene bugün iki elimi yanaklarıma dayamış, mahzun mahzun oturuyordum ki, senden iyi olmasın Marguerite Duras’la gözgöze gelmedim mi? Ne çok olmuş görüşmeyeli! Şimdi sen diyeceksin ki: “1914’de doğan Fransız roman, oyun, senaryo yazarı, film yönetmeni meşhur Marguerite Duras 82 yaşında ölmemiş miydi? Ne işi var sizin evde?” Haklısın. Cismen ölmüş olabilir. İyi de, yazarlar kitapları okundukça ölürler mi? Ölmezler  elbette. Eserleriyle yaşarlar öyle değil mi? İşte Marguerite Duras, ihtiyacım olduğu anda elime geldi. Kitabının adı YAZMAK. Bu kadar da olur mu? Sanki Marguerite Duras diyor ki, “Al sana kitabım... Her sayfası ayrı bir draje. Su gibi dik kafana... İç şifa niyetine!” Aynen böyle oldu yeminle. Şöyle bir araladım kitabın sayfalarını. Diyor ki “İnsan içinde bir yabancıyı barındırır; yazmak işte o yabancıya ulaşmaktır. Budur ya da hiçbir şey değildir. Yazma hastalığı denen bir hastalıktan söz edilebilir. Yazı bilinmeyendir. İnsan yazmaya başlamadan önce ne yazacağı hakkında hiçbir şey bilmez. Kafasının içi dupduru olsa da. Yazı, içindeki bilinmeyendir onun, kafasının içindeki, bedeninin içindeki bilinmeyen….. İnsan ne yazacağını bilseydi, o işi yapmadan, yazmadan önce; hiçbir şey yazamazdı…. Yazmak, insan yazsaydı ne yazardı, bunu öğrenme çabasıdır – ancak yazdıktan sonra öğrenebiliriz bunu- öncesindeyse insanın kendi kendine sorabileceği en tehlikeli sorudur bu. Ama aynı zamanda da en çok sorulan.” İşte böyle dedi bana Marguerite Duras. Hımm! Şimdi canım nasıl Hiroşima Sevgilim’i seyretmek istedi. Hani Marguerite Duras’ın romanı 1959 da sinemaya uyarlanmış ya... Dur ben bu filmi seyredeyim önce. Sonra anlatırım belkide. Du bakalım…