28 Temmuz 2009 Salı
Narla Çöreotuna Gazel!
25 Temmuz 2009 Cumartesi
Fikir Arkadaşı Olmak Öyle Mi?
Anlıyoruz ki okudukça, öyküdeki ikinci kişi hapisteki arkadaşını savunacak olan avukattır. Bütün bunları arkadaşının avukatına anlatmaktadır. Bir içki daha ister garsondan. Mezeleri tazelemesini söyler. Avukatın ilk celsedeki savunmasını duymuştur. Kendisi hasta olduğu için mahkemeye gidememiştir ama ne ateşli bir avukat olduğu kendisine gidenler tarafından anlatılmıştır. Hatta söylenenlere göre birkaç celsede arkadaşını kurtaracaktır avukat. Bunları duyduğu için memnun olmuştur. Anlatıcı, aslında bir müddet arkadaşının hapiste yatmasının iyi olacağını söyler. Yoksa gitgide azıtabilir, maazallah yolu ipe kadar vardırabilir. Arkadaşının geleceği için böylesi daha iyidir. Ona iyilik etmek istiyorlarsa bir müddet burnu sürtsün diye hapiste bırakmalıdır. Zaten entelektüel birininin hapis yatması elzemdir. Olgunlaşmak ve hayatı daha iyi anlamak için başka çare yoktur. Bu nedenle avukat müdafasını gevşek tutmalıdır. Bu görüşme de zaten bu sebepledir. Bir sene yatar çıkar ne olacaktır ki. Avukatlık ücretini aldığı halde, müdafaa etmemenin vicdansızlık olacağını düşünüyorsa eğer, isterse bu parayı almayabilir arkadaşından. Yirmibeş lira mı verecekti arkadaşı, kendisi otuz lira vermeye razıdır. Yeter ki arkadaşı olgunlaşmadan çıkmasın mahpustan. Bu arkadaşının iyiliği içindir. Hem para verecektir arkadaşı için hem de bir fikir arkadaşından mahrum kalacaktır. Fedakarlığını avukat anlamalıdır.
Parayı nereden mi bulacaktır? Hani avukata verecek otuz lirayı mı? Şey, arkadaşı hapse girince yeri açık kalmıştır tabii. İşlerine vekaleten anlatıcı bakmaktadır. Bu aydan itibaren maaşına ilave olarak kırk lira kadar ücret alacaktır.
Garsondan bir içecek daha istemek için seslenir!
23 Temmuz 2009 Perşembe
Macbeth'te Çalıkuşu'nun İşi Ne?
21 Temmuz 2009 Salı
Gırgır Çocuklarıydık Biz!..
Son zamanlarda her nevi Mizah Dergilerini okur oldum gene. O kadar memnunum ki! Nasıl olmam? Gırgır Dergisinin müdavimi değil miydim ilkgençliğimde? Tabii gizli gizli okurdum ailelemden. Zira nedense fena şeyler yazıyor içinde sanırdı annem ve "Kızlara göre değil" derdi ne demekse...
Gırgır Derginin kurucusu Oguz Aral'dı. Günümüzde eğer Mizah Dergiciliği varsa atasıdır kendisi. 1972 den 1989 yılına kadar süren yayın hayatında o kadar çok genç mizahçı çıkarmıştır ki günümüzde devam eden Mizah Dergilerinin çoğu Gırgır okulunun mürekkebini yalayan kişilerin bu işi devam ettirmeleri ile gelişip günümüze gelmiştir. En sevdiğim tipler Oğuz Aral'ın çizdiği "Avanak Avni", Bülent Arabacıoğlu'nun çizdiği "En Kahraman Rıdvan", Latif Demirci&Behiç Pek'in "Muhlis Bey ve Yavlum Mithat" ve tabii ki Özden Öğrük'ün çizdiği "Çılgın Bediş"ti. Hepsi birbirinden güzel karikatürler olurdu. Gırgır'ın şahane bir sloganı vardı. "Can sıkıntısını, aşk yarasını, karı koca kavgasını, şip şak keser. Her derde devadır, Gırgır da gırgır" diye. Böyle şahane bir şeydi işte! Şimdi her hafta eve giren mizah dergilerini de çok seviyorum.
20 Temmuz 2009 Pazartesi
GÜN'lü Deyimlerle Bir Deneme Yazısı
Kınalıada'da Bir Ev
Hatta yazara göre bu küçük bahçeye evden girilmektedir. Alt katında kendileri, üst katında kiracıları oturmaktadır. Kızın kendi başına bir odası da yoktur yazara göre. Akşam saat 10.45’te oraya vardığına göre, ancak 11’de yemeğe oturuyor olmalıdırlar. Hemen de yatarlar herhalde. Acaba başucunda kitap var mıdır? Bir defa Sait Faik’e gülmüş olan bu kızın acaba hülyalarına ne karışır? Yemeği nasıl yer? Hızlı mı, yavaş mı? Sait Faik tüm bunları çok merak eder. Acaba bir çok insanda olduğu gibi yemek yerken çirkinleşir mi? Çirkinleşince yüzündeki o iyi, harikulade çizgiler ne olur? Nereye giderler?
Kınalıada’yı Sait Faik bu kızı tanımadan önce de merak eder aslında. İnsanlarını değil. Onları bol bol vapurda görmektedir. Daha çok bu gece yarısı sönük kırmızı ışıklarıyla böcek gibi kabuğuna, kırmızı benekli kabuğuna kapanmış Kınalı’nın evleri ne yaparlar diye merak etmektedir. Ne yapacaklar? Her yerde olduğu gibi onlar da dedikodu yaparlar. Yerler, içerler,uyurlar.
İşte konuşuyorlar. Ne konuşuyorlar acaba? Bir vapurun projektörü yarı aydınlık odayı ışık içine daldırıyor. Sevdiği kız yemek yerken çirkinleşmiyor. Okadar şen, okadar sıhhatli ki yediğinin farkında olmuyor. Yüzünde hep neşeli şeyler var. Ağzında bir lakırtı. Sait Faik kızın ne söylediğini merak ediyor.
İşte bu yüzden hikaye yazmaktadır Sait Faik. İşte bu merak yüzünden hikayeci geçinmektedir. Hikayelerini beğenmezlerse, üzülür. Beğenirlerse, kızar. Kendisi beğenince budalalaştığını söyler. Beğenmezse de canı yemek istemez. Kınalıada’ya gelince… İşte onu çok merak eder, ama bir türlü inip vapurdan görmek istemez. Bu gidişle de inmeyecektir de…
Ben de ömrümde Kınalıada’yı görmedim. Belki de ahir ömrümde hiç görmeyeceğim. Ama orayı okadar severim ki, neden bilmem. Belki de sevdiğim büyük yazar ve bilge Sait Faik’in merak ettikleri yüzünden…
Not: İstanbul’un en küçük adalarından biri ve İstanbul’a en yakın adadır Kınalıada. Üzerindeki makiler kırmızıya çaldığı için ve toprağı kızılımtrak olduğu için adının Kınalıada olduğu söyleniyor. Çok kayalık olması sebebiyle, ağaçlık alanı pek yok ve Bizans zamanında surların yapımı için bu adadan taş getirilirmiş. Sanal ansiklopediden okuyarak yazdım bunları.
16 Temmuz 2009 Perşembe
Dumrul ve Azrail
15 Temmuz 2009 Çarşamba
Wall Street Journal'den, Dede Korkut'a...
Bazan...
Bazan, ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın... Kendin içindeyken, kafan dışındaysa... Şiirlerle şarkılarla kendini avutacaksın... Çaresi yok kardeşim, mutsuz olacaksın, der misin?
NOT : 30.yıl anısına Yeni Türkü'nün şarkı sözlerinden yazılmıştır.
14 Temmuz 2009 Salı
Sen Hiç Bebek Karpuz Gördün mü?
13 Temmuz 2009 Pazartesi
Acaba Yaz Kırılır mı, Kızar mı Bana?
Kırılmak Bulaşıcı mı Ne?
Şimdi ben de arkadaşımın bana kızdığını düşündüğüm bir anda, "kızmadım, kırıldım" diye cevap alınca; çok kırıldım arkadaşıma ne yalan söyleyeyim. Niye car car kızmıyordu da kraker gibi kırılıyordu ki! Allah Allah! Bu kırgınlık vaziyeti bulaşıcı mı ne? Çok kızdım valla!
12 Temmuz 2009 Pazar
Sahiden Sinağrit Diye Bir Balık Var mı?
11 Temmuz 2009 Cumartesi
En Güzel Kış, Kış Mevsiminde Mi Yaşanır Sence?
Düşünsene... En güzel kış, kış mevsiminde mi yaşanır sence? Yoo! En güzel kış, yaz mevsiminde kışı hayal etmekle yaşanır! En güzel kış, yaz mevsiminin bunaltan sıcağında, kışı hatırladığımız zamanlarda yaşanır. Ben kışı, soğuğu değil; şu cehennem misali yaz günlerinde; kışı, soğuğu, rüzgarı düşünmenin içimde uyandırdığı hisleri seviyorum.
10 Temmuz 2009 Cuma
Kitap İsteme Benden, Buz Gibi Soğurum Senden!
8 Temmuz 2009 Çarşamba
Müebbet Muhabbet
Lakin eğer devam ederlerse eski hallerine… Gene yazmayı sürdürürlerse kafalarına göre…Üzgünüm ama kalem kıramam… Tekrar molaya göz yumamam. Eee, ne olacak? Kararım müebbet olacak demek ki! Müebbet! Dur durak yok demektir o zaman... Eskisinden de beter... Hep yazı yazılacak! Çünkü ellerime mola dedim ya.. Off! Yazmayı yüreğimle özledim. Pes derim… Pes ederim… Ne demiş ünlü bir yazar “Yazabilenlerin kaderi, ödülü ve lanetidir yazmak... Ölene kadar...” Müebbet muhabbete devam o halde! Sonuna kadar!
4 Temmuz 2009 Cumartesi
Durdum!
Bu zararsız bir mola hali olabilir mi? Peki bu yazamama durumu, ya balçık gibi yapışırsa üzerime? Ya yazamazsam, ya yazmayı beceremezsem, ya aklıma gelmezse tek bir konu yada kelime... Düşünsene... Zaten bir tuhaflık vardı bende... Bu kadar yazı yazılır mı? Her gün... Biteviye... Şimdiye kadar neredeydi bu yazı yazma isteği? Ama başlamıştım işte yazmaya bir kere... İyi de gidiyordu. Seviyordum yazmayı. Belki arada saçmalama hakkımı kullanıyordum... Abartmayı ya da ... Okuyanda komik duygular uyandırırım belki diye düşünüyordum. Daldan dala yazıyordum işte.. Hayallerimi anlatıyordum kimi zaman... Bloğuma uygun... Bloğumun adını Hayal Kahvem koymuştum ya... Adı üstünde... Hayaller kuruyordum... Yazıyordum işte aklıma ne gelirse... Yazmak güzel bir histi. Bayılıyordum. Ama yok. Olmuyor. Yazamıyorum. Galiba durdum!
Bütün Mesele Yürekte...
Tahir'le Zühre Meselesi
Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbuna keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunu farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak.
Yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliginden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nazım Hikmet 1947
3 Temmuz 2009 Cuma
Kalp Kapısı Ancak İçeriden mi Açılır?
2 Temmuz 2009 Perşembe
Karikatür Biraz da Şiir Demektir...
Ferruh Doğan'ın Çizgileriyle Orhan Veli Kanık