Filmlerini
ilgiyle takip etmeye çalıştığım Yeşim Ustaoğlu'nun son filmi Araf, şehrimdeki sinemalara
gelince, koşa koşa gidip izledim. Araf, kadınların yaşadıkları
zalimlikleri pek çok boyutuyla ve etkileyici bir dille gözler önüne
serince, sevdiğim filmler arasına hemencik girdi. Bence, Araf, kadın seyirciler
tarafından daha iyi anlaşılacaktır. Erkek izleyicilerin çoğu ise, Mahur
rolündeki Özcan Deniz'in filmdeki varlığına takılıp kalacaktır. Oysa Araf sadece
kadınların değil, çoğunlukla erkeklerin de yaşadıkları aile, çevre baskılarını,
kendilerine dayatılan hayatları nasıl yaşamak zorunda kaldıklarını
anlatma gayretine girişmiş. Ve bunu usulcacık becermiş. Du bi... Ben aslında bunları
değil, filmin fabrika tarafını yazmak niyetindeydim. Film Karabük'te geçiyordu
ya aklıma hemen Atilla Atalay'ın Fabrıga adlı öyküsü geldi.
Atilla Atalay'ın bu öyküsü çok eski zamanlara götürür bizi. Taa 1937
lere. Atatürk hayattadır. Başvekil İsmet
İnönü'dür. Onüç hanelik Karabük Köyü'nün başına resmen “devlet kuşu” konmuştur.
Bu yere Karabük Demir ve Çelik fabrikalarının temeli atılmaya karar
verilmiştir. Kurulacak fabrikalar,
fennin en son gelişmelerini ve en son icadlarını ihtiva edecektir. Atilla
Atalay'ın o etkili cümleleriyle büyükbabası Emiroğlu Mehmet'in taa kuruluşundan
itibaren, fabrikayla paralel giden hayat öyküsünü okuruz. İşe girişini, ilk
günler fabrikada çalışan gençlerde baş gösteren tuhaflıkları, köyün yemyeşil,
serin sessizliğinden, ortasına düştükleri dev kor yığınının onlara cehennem
gibi gelmesini, sonra dumanlara, ateş ırmaklarına, yüzleri yapış yapış isli
hallerine alışmalarını, "odunun eyisi meşe, evin eyisi köşe, gızın iyisi
Ayşe" diyerekten Bıçakçının Ayşe ile evlenişini okuruz. Fabrikada
çalıştığı bölümün adı da Ayşe'dir iyi mi? Çünkü fabrikanın bölümlerine nedense,
Ayşe, Zeynep gibi kız isimleri verilmektedir. Okuruz okuruz... Mühendis toruna
kadar geliriz. Zaten o mühendis torununun, kimi güldüren kimi hüzünlendiren
anlatımıyla tanıdığımız büyükbabasının ruhuna, öykünün sonunda saygıyla rahmet
göndeririz. Araf da Karabük'te geçen bir filmdi. Filmdeki öykü ise, evvel
zaman içinde değil günümüzde geçmekteydi. Fabrikanın bacasından deli deli
dumanlar çıkıyordu. Karabük'te yaşayan
insanlar - adeta aynı Atilla Atalay'ın öyküsünde anlattığı gibi- fabrıga'nın
gizli bir işaretini taşıyordu. Demir Çelik fabrikasının Karabük'te
kurulmasının üstünden nerdeyse 75 yıl geçmişti. Sanki kimselerin duyamadığı
tılsımlı bir fabrika sireni çalıyor, yaşamın vardiyasını değiştiriyordu. Araf,
eritilmiş demir çelik madeninin, sanki bir lav gibi hareketle bir çukura
boşaltılışıyla başlıyordu. Filmdeki insanların mütemadiyen yüzlerine baktım.
Baktım ve fabrıga'nın başka bir şey değil, biz insanlar olduğuna karar
verdim. Araf'ı seyredince, o an, ağır sanayii'nin olanca ağırlığı üstüme çöktü.
O koca, dumanlı fabrikaya ait yüksek fırınların, niye Ayşe, Ülkü, Zeynep
gibi kadın isimleri taşıdığını şimdi anladım.... Ben sustum....
Bildiğim tüm sözcükler, milyon kere uzağa uçup gitti...

