29 Ağustos 2020 Cumartesi

Dünyalıyız... İnsan Halleri...


Pandemi dönemi uzadıkça ilgi alanlarım kendiliğinden   yepisyeni rotalara çark etmeye başladı.  Sanırım bilmediğim  bilimum insanlık vaziyetlerini idrak etmek gibi bir çabaya giriştim. İşte buyrunuz... Sihirbazlardan sonra  sumocuların dünyasına göz atıverdim. Acayipmiş.

Yukarıdaki iki abiden sağdaki Moğol sumocu Hakuho. Soldaki ise Gürcü sumocu Tochinoshin.  Müsabakalarını epeyce seyrettiğimi söyleyebilirim. Japonların geleneksel sporunu icra eden sumocular arasında niye Japonları değil de, bu  iki sporcuyu takip ediyorum acaba? Bilmem ki. Zır cahilliğime verin:)

İlk bakışta,  iki metreye yakın boyları 150-200 kilo çapındaki cüsseleriyle bu sumocu abiler iri kıyımdan ziyade obez mi obez emdam sergiliyorlar di mi?  Yooo... İnanılmaz esnek, çevik ve kaslılarmış meğerse.... Yok artık demeyin. Yeminle öyle. Tamam,  sumoda çok kilolu olmak mühim. Lakin kilo sınırlaması yokmuş. Sumocular arasında diğerlerine göre  tüy siklet kalacak sumocu abiler varmış ki,  aşırı kilolu rakiplerini saniyeler içinde deviriyorlarmış. Valla doğru. Örnekse, Endo adında bir Japon sumocunun videolarını seyrettim. İnanılır gibi değil. Zebellah gibi sumocuları bir çırpıda yere yıkıyor.

Çember şeklindeki halatla çevrilmiş toprak alanın ortasında rengarenk samuray kimonosu giymiş hakem duruyor. Çocuk bezinden yapılmış tangavari tuhaf don giyen sumocular sahaya çıkıyorlar. Kollarını uzatarak, tek ayaklarını kaldırarak ısınma hareketleri yapıyorlar. Avuçlarına aldıkları bir avuç tuzu  serperek minderi kutsuyorlar.  Yüz yüze durup tabanlarını yere sıkıca vuruyorlar. Koca bedenleriyle zınk diye çömeliyorlar. Yerdeki beyaz çizgilere aynı anda yumruklarını değdirmeleriyle kapışmaya başlıyorlar. Aniden göğüs göğüse vuruşarak, birbirlerini iterek devirmeye, kaldırıp saha dışına fırlatmaya çalışıyorlar. Bu anlattıklarım saniyeler içinde başlıyor ve bitiyor. Kısacık bir müsabaka. Ben diyeyim 2 saniye siz deyin en fazla 2 dakika. O kadar. 

Şimdi sumocu olmak için nasıl zor bir ömür geçirdiklerini anlatmak istemiyorum. Sadece şunu yazayım. Binlerce yıl öncesinden günümüze insan halleri... İnsan törenleri...  Ezenler... Ezilenler... Daha neler neler... Öyle işte.

23 Ağustos 2020 Pazar

Şşşth Kimse Duymasın!


Yukarıdaki iki adamı tanıyor musunuz? 
Soldaki Shin Lim, sağdaki David Blaine. 
Son günlerde takiplerindeyim. 
Tüm videolarını izliyorum. 
Ve ben de deniyorum.

Gerçekteeen:)







3 Ağustos 2020 Pazartesi

Ne Var?


Onur Ünlü'nün
 İtirazım Var'ını  yeniden seyrettim. 
Ardından  son romanı Hesabım Var'ını okumaya giriştim.   
Film seyreder gibi kitap okumayı çok severim. 
Gene sevdim.  

Du bi... 
Hesabım Var'ın en heyecanlı bölümündeyim. 
Kitaba geri döneyim...

Heyy!
Filmleri ve kitaplarıyla, korona günlerimi renklendiren 
Onur Ünlü'ye mahsus selam ederim. 




28 Haziran 2020 Pazar

"Ya Bütün Hayatım Bir Yanlıştan İbaretse?"


Tolstoy'un  bin sayfalık Anna Karenina'sı, adeta  üzerimden tren geçmiş gibi bir  his bırakınca...  "Bekleme  yapmayın! Aşk'ını alan acı'ya doğru ilerlesin" deyiverdim.. Bir süre Tolstoy evreninde gezinmeye karar verdim. Marş marş!..  İvan İlyiç'in Ölümü'ne doğru ilerledim.

Tolstoy'un ikinci kitabını okuyorum... 
İncecik bir novella bu kitap. Hay canına sayın seyirciler.  Okudukça...  Okudukça...  Hop dedik, abicim!.. Şimdi... Heyecan içinde, yüzüm allak bullak olmuş, gözlerim yaşlarla dolu hayatımı mı sorgulayacağım yani? Yapma bunu bana Tolstoy, diyorum. Hemen üçleme kelimelerinin peşine düşüp, ilgimi dağıtıyorum.  Aaa! Buluyorum... Bu kitabında da çook var. Hatta dörtleme bile var... Tolstoy'a bayılıyorum:)

- Kasvetli, kararlı ve neredeyse öfkeli bir ifadesi vardı.
- Akıllı, canlı, kibar bir adamdı.
- Yetenekli, neşeli,iyi huylu ve sosyal biriydi.
- Fedorovna, çevresindeki en çekici, en zeki ve en akıllı kızdı.
- ... son derece tatlı, güzel ve düzgün kızdı. 
- ...evliliğin kolay, hoş ve neşeli hayatını engellemek bir yana... 
- ... eski neşeli, kolay ve edepli haline geri döneceğini düşünmeye başladı.
- ... evin son derece zarif, şık ve kibar bir görünüm alacağı....
- Bu işi zahmetsizce, hoşnutlukla, layığıyla ve bir sanatçı ustalığıyla yerine getirirdi.
-   ailesinin kurduğu rahat; keyifli ve doğru hayatı bozmaya başladı.
-Özellikle de neşesi, canlılığı ve maharetleriyle..... 
- Sonra ansızın o eski, tanıdık, inatçı ağrıyı hissetti.
- ... genç, iyilik dolu ve basit yüzünü....
- .. bu işi kolayca, gönüllü olarak, zorlanmadan....
- Diğer insanların sağlığı, gücü ve canlılığı canını sıksa da...
- İçini çiğneyen, ona eziyet eden ve bir an olsun durmak bilmeyen ağrıları...
- Hep acı, hep çaresizlik, hep aynı şey...
- Zinde, sağlıklı, dolgun ve neşeliydi...
-Sanki o ve ağrısı dar, derin ve karanlık bir çuvala sokulmaya çalışılıyor..
-Çaresizliğine, yalnızlığına, insanın ve Tanrı'nın zalimliğine, Tanrı'nın yokluğuna 
ağlıyordu.
- ... saçma, değersiz, çirkin bir hal almıştı.
- Umutsuzluk ve anlaşılmayan, berbat ölümün bekleyişiyle....
- ... hayatının ne kadar düzenli, saygın ve meşru olduğunu hatırladı.

NOT- Başlık  kitaptan. S. 74

20 Haziran 2020 Cumartesi

Ve Anna Ve Tolstoy Ve Kelimelerin İzini Sürmek


Geçen hafta  L.N. Tolstoy'un 1.062 sayfalık Anna Karenina'sını okumaya niyet ettim. Niyetimi bugün itibariyle gerçekleştirdim. Roman su gibi aktı gitti. Her güzel şey gibi, bitti. Dumanlı bir melankoli duygusu yüreğime bağdaş kurup yerleşti.

Yıllardır hakkında okuduğum onlarca makale, akademik tez, romandan uyarlanmış seyrettiğim filmlerin tesiriyle Anna, kızkardeşim gibidir. Kitaplarımın arasında pek çok baskısı olmasına rağmen, romanı okumamıştım.  İyi ki tam da şimdi, bu yaşımda okudum. Şu anki yaş iklimime tamı tamına  denk geldi. 

Acaba daha önce benden başkası yazdı mı bilmiyorum. Tolstoy'un  sayısız cümlesi hep üçleme kelimelerle bitiyor. Hoşuma gitti. Romanı okurken Anna'yı unuttum. Resmen  bu üçlemelerin izini sürdüm. Bazılarını okumak ister misiniz? Baksanıza...  Çok sevdim.

... onu sadece neşesi, iyi huyu, kuşku götürmez dürüstlüğü nedeniyle sevmiyorlardı...
... gerekli olan serbestlik, basitlik ve resmiyet sınırını hiç kimse....
... her zaman  heyecanlı, telaşlı, biraz da sıkıntılı gelirdi....
... sadece güzel,gizemli ve farklı kadınlara aşık olabildiği...
... her zamanki açık, düzgün ifadesi ve güzel diksiyonuyla...
... uysal, sakin ve içtenlikle bakan gözlerinin ifadesi...
... sevimli, uysal, sevgi dolu bir varlık olan kadının...
... dış görünüşünün sakin, hareketlerinin  rahat ve zarif olduğunu...
... sevimli biri olduğu, onu sevdiği ve aşık olduğu için...
... zor fark edilen mutlu, alçakgönüllü ve muzaffer bir gülümsemeyle...
... özellikle de koca kavramında yabancı, düşmanca, dahası gülünç bir şey...
... akıllı, bilgili, hayranlık uyandıran biri...
... alçak, yumuşak ve sakin sesi duyuldu...
... şanslı, iyi, akıllı ve sakin Vronskiy'i...
... tersine sevindirici, yıkıcı ve heyecan verici...
... hızlı, kararlı ve hafif adımlarıyla...
... takındığı doğal, sakin ve kendinden emin tavra...
... olanaksız, korkunç, daha önemlisi büyüleyici...
... gururlu, neşeli, şimdiyse utanç içinde olan...
... heyecanlı, yüzü allak bullak olmuş, gözleri yaşlarla dolu...
... İkisinin de yüz ifadelerinde güçlü, genç, yeni uyanan bir aşk  görülüyordu.


4 Haziran 2020 Perşembe

Kitap Falı Ve Uçan Tekme



Ne çok olmuş yazmayalı...

Hayatın hayhuyu içinde az önce pintiricik boşluk buldum. Zira ha babam de babam çalışıyorum.  Korona günleri işimin en debdebeli dönemine denk geldi iyi mi?

Şimdilik ofisin kapısına kilit vurduk. Bildiğiniz gibi hepimiz evlerimizden çalışıyoruz. Kendi adıma mesudum. Tuhaf şey. Ekmek yapmadım. Kitap okuyayım, film seyredeyim diye gayrette olmadım. Mütemadiyen işimle, hayatla, gelecekle ilgili planlar yapmaktayım. Savaşta tabanları yağlayan değil, kara günleri  kahraman omuzlarında taşıyarak  ak günlere erdirecek bir komutan edasındayım. Bir görseniz beni...  Acınacak durumdayım.

İşte az önce   silkelenip kendime geldim. Derhal, Hayal Kahvem'e bir şeyler yazmaya niyetlendim.  

Yazamadım. Resmen yazma kaslarım  paslanmış. Öyylece kalakaldım. Durdum. Bekledim.

Haybeye demiyorlar, yaz, her gün yaz, iş edin yaz, ne istersen yaz, üç cümle olsa bile yaz, yeter ki yaz, diye. Niye? Eğer her gün yazmayıp pratikliğini kaybedersen, yazmaya niyetlenince  oturduğun yerden ekrana benim gibi aval aval bakarsın işte böyle. İbret olsun vaziyetim herkese. 

Tabiyatım gereği  canım sıkıldı. Ağlamama ramak kalmıştı. Başımı sağa çevirdim. Kitaplarım. Gözüme ilk çarpan kitaba baktım. Olduğu yerden çektim çıkardım. Murat Menteş'in romanı...  Ruhi Mücerret. Tamam işte. Ne güzel.

Elimde evirdim, çevirdim. Kitabın kapağını hareket ettirdikçe bir Cüneyt Arkın görüntüsü  çıkıyor, bir Orhan Gencebay.  Ne yapsaydım yani? Elbette kitap falı baktım. Gözlerimi kapadım. Bir sayfayı araladım.  İşte buyrunuz. Kitap falımdan nasibimi aldım:

"100 yıllık plan yapabilirsin, fakat  bir saniye sonrasını bilemezsin" (Sufi Mottosu). 

Bu da bana kapak olsun. Yine, yeni yeniden yazmam şart olsun. 

Sufi Mottosu var ya, resmen  karnıma yediğim uçan tekme!  Ahhhh:)




16 Mayıs 2020 Cumartesi

Ve Kitap Ve Kapak Ve Bulmak


Bu kitap kapağı ilk görüşte ilgimi çekti. Öncelikle aklıma Yusuf peygamberin kıssası geldi.  Kuyuya dalar gibi kitabın kapağına dalıp gitmişim.  "Roman" denmiş, okla "Bulmak" kelimesi işaretlenmiş. Oku görünce Yusuf'tan koptum. Acaba nerede okumuştum? "Yolculukları anlatan kitaplar vardır. Bir de insanlara yolculuk yaptıran kitaplar vardır." derler ya hani. Dedim ki, bu kitapla bir şey bulacağım ama neyi?

Yazarı Onur Orhan. Hiç duymadım. Elbette gugılladım. Kitabı bıraktım, Onur Orhan'ın youtube'daki videolarını izleyip dinlemeye başladım. Resmen hazine buldum iyi mi? Yeminle bir çuval mücevher bulsam bu denli sevinmezdim. Onur Orhan en sevdiğim akademisyenlerle ve memleketimin tanımadığım harika insanlarıyla muhabbet etmiş. Ama nasıl şahane, nasıl yürek parlatan muhabbetler anlatamam.  Resmen insan ruhuna yolculuk yaptıran cinsten.  Çıktım bakalım ruhumun yollarına... Niyetim "Bulmak"... Rastgele bana:)






















9 Mayıs 2020 Cumartesi

Ve Kitap Ve Lacivert Ve Merak


Çok acayip huyum var. Mesela kargoyla kitap geliyor tamam mı?  Kargo paketini açıyorum. İçinden çıkan kitaplara hayretle bakıyorum. "Hey! Ben mi sipariş ettim bu kitapları?" diyorum. Çok şükür, unutmamın nedenini biliyorum.  Nedenini bilmesem doktora gitmem icap ederdi diye düşünüyorum:)

Öncelikle İlla bu kitabı bir yerde okumuşumdur. Merak edip sanal kitapçılardan birinin sepetine atmışımdır. Aradan aylar geçmiştir. Gel zaman git zaman kitaplar sepette birikince, sipariş verip, adresime göndermelerini istemişimdir.

İşte böyle biriktirdiğim siparişlerimi unutabiliyorum. Misal yukarıda fotoğrafını gördüğünüz kitabı  hiç mi hiç hatırlamıyorum. Acaba adına mı tav oldum. Lacivert Taşından Tabletler. İyi ki almışım. Hoş değil mi? Bayıldım.

Yazar, niye kitabına  lacivert taşından tabletler, demiş  acaba?   Bu bir deneme kitabı olduğuna göre, her başlığını bir tablet olarak  tahayyül etmiş olabilir belki... Peki niye lacivert? Ayrıca lacivert tabletler diyebilirdi. Dememiş. Lacivert taşından tabletler demiş. Merakımı kışkırttı. Kullandığımız elektronik tabletlerden mi söz ediyor acaba? Heyy! Du bi... Kitabın kapağında  tarihi bir tablet var. Çiviyazılı tabletlerden minicik bir parça...  Allahım feci merak ettim, nedir caba?

Üstelik 2016 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülünü kazanmış. Hay canına sayın seyirciler!  Yazarın adı Armağan Ekici.  Yeminle ömrümde duymadım. Fotoğrafını merak ettim. Gulılladım. Buldum. Temiz yüzlü. Bence iyi yürekli biri. Kitabın kapağı gibi yazarın simasını da sevdim.

Hele deneme kitabıysa... Aaa! Dayanamam ki... Hemen şimdi okumaya girişirim:)



7 Mayıs 2020 Perşembe

Hayreti Mucib!



Bu sabah MadiaCat'te Dilan Bozyel'in Atilla Atalay'la yaptığı "Her şey mizah malzemesidir" başlıklı röportajını görünce durdum. Bir süre fotoğrafa baktım.  Elimdeki işi bıraktım. Okumaya başladım.

Bilenler bilir, Atilla Atalay'ın kitaplarının en arkasında gizlediği içli ve hisli öykülerini çok ama çoook severim. Kaç kere okusam her defasında feci etkilenirim. Bazı cümlelerini ezbere bilirim. Son kitabı Yavaş Tren'in yolunu da hevesle beklemiştim. Kitap çıkar çıkmaz satın almıştım. Heyecanla, kitabın en arkasındaki öykülerinden birini okumaya başlamıştım. 

Anlatsam, çok saçma hatta komik ötesi diyeceğiniz bir nedenden, öykü tuhaf bir şekilde yaraladı beni.  Öyle ki, kitabı  hemen elimden bıraktım. Bir daha kapağını açmadım. 

Bu akşam  Atilla Atalay'ın kitaplarını oldukları yerden bir adım öne çıkardım. Eksik kitapları var. Biliyorum. Mesela Ebekulak  ofiste. Yavaş Tren peki? Bilmiyorum ki... Kim bilir nerelerde bıraktım.  Kitaplığımda dizim dizim duran Atilla Atalay'ın kitaplarının arka sayfalarındaki  hisli ve içli  öykülerini, kırgınlığımı kısa süreyle unutturacak diye heves edip okumaya girişmedim.  Kitapları parmak uçlarımla  ittim. Usulca gerisin geri yerleştirdim. 

Okur öyküye küsmüş öykünün haberi olmamış. O hesap işte. Ne yapabilirim? Elimde değil ki. Neticede bu da bi insanlık hali.

O değil de, bencileyin okurluk hakikaten ne acayip hal, abicim!  Sizlerin başına da geliyor mu böyle haller arkadaşlar, lütfen söyleyin.  Delisin, diyeceğinizi biliyorum. Yine de, evet, Yavaş Tren'deki bir öyküye resmen  küstüğümü itiraf ediyorum. Biliyorum, bunları yazmakla tuhaflımı tescilliyorum. Yeminle,  ben de kendime hayret ediyorum.

Kırılmak, öfkelenmek ne kötü şey! Keskin sirkenin küpüne zarar, derler ya haybeye değil. Bakınız, Yavaş Tren 2016 yılında yayımlanmış. Dört senedir  Atilla Atalay'ın öykülerini hiiiç  okumamışım iyi mi? Ne feci! Ah! Büyükannem  böyle vaziyetlerimde, kaşlarını devirip, hayreti mucib, derdi. Haklıymış. Vaziyetim tamıtamına bir hayreti mucib hali.

Bayrama kadar öyküyle barışmanın bir yolunu bulmalıyım. 
Du bi.  Şiddetsiz İletişim derslerimi, kitaplara da uygulamayı  deneyeyim bari:D


3 Mayıs 2020 Pazar

Korona Günlerinde "Memleketimden İnsan Manzaraları"

Korona virüs gezegenimizi sardığından bu yana Pınar Öğünç  bir yazı dizisine başladı. Canları pahasına çalışmakta olan insanlarla konuşuyor.  Korona günlerinde evlerimizde rahat yaşıyor ve çalışıyorken, farkına varmadığımız, ıskaladığımız, düşünmek istemediğimiz, düşük gelirli, güvencesiz, acı çeken, öfkeli, çaresiz insanlara, bu insanlara yapılan kabalıklara, tahammülsüzlüklere, şımarıklıklara, hoyratlıklara, sorgulamalara, insafsızlıklara, merhametsizliklere dikkat çekerken, son tahlilde unutmaya başladığımız insani değerleri hatırlatıyor. Üstelik kendisi yorum yapmıyor. Sadece meramını anlatanı can kulağıyla dinliyor, samimiyetle  yazıya döküyor.
Etkileyici bir yazı dizisi. Okumanızı çok isterim. Aşağıda Murat Başol'un şahane çizimlerinin altına, ilgili yazının  linkini tek tek ekledim.  İstediğinizden başlayabilirsiniz. Memleketimizden insan manzaraları...
Neden bu yazı dizisine başladık diye soruyor Pınar Öğünç.  Cevabını gene kendisi veriyor. "Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerlerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var."
LINK Hemşire
LINK Kargo Çalışanı
LINK Postacı
LINK Depo Çalışanı
LINK  Banka Çalışanı
LINK - Kameraman

LINK Kafe Çalışanı
LINK  Güvenlik Görevlisi
LINK Set Çalışanı
LINK  Eczacı
LINK İşçi
LINK Öğretmen
LINK Kapalıçarşı Çalışanı
LINK Maden İşçisi

LINK İnşaat İşçisi
LINK  Şantiye Çalışanı
 LINK Yazılımcı

LINK Kağıt Toplayıcısı

LINK Sahne Tasarımcısı

LINK Psikolog

LINK Berber


LINK Market Kasa Görevlisi
LINK İşçi

NOT- Başlık/ Nazım Hikmet Ran