4 Aralık 2009 Cuma

Rüyamı Sordum Hazreti Google'a...

Dün gece rüyamda. Hayırdır inşallah. Bir ardıç kuşu gördüm akasya ağacında. Hemen sordum "Ardıç kuşu görmek ne demek oluyor ki?" diye, hazreti google'a. Dedi ki “Çok müsrif ve obur bir topluluk içine düşeceksin, çok çalışıp gayret sarfedeceksin onları doyurmak hususunda.” Hoppala! İstanbul’da, The Marmara Oteli’nin isminin üzerinde görmüştüm ardıç kuşu amblemini bir defasında. Meraklıyım ya. Öğreneceğim illa. Telefon edip sormuştum işlerimin arasında. Otel sahiplerinden birinin adıymış Ardıç. Sonra eski bir Hitit tabağında görmüş ardıç kuşunun figürünü. Otelin amblemi yapmış o figürdeki ardıç kuşunu. Ne güzel değil mi?

Bu defa, "Akasya ağacı görmek ne demek?"diye sordum, hazreti google’a. İyi haber alınacağına delaletmiş. Peki bir ardıç kuşu akasya ağacındaysa? Hey! Çözdüm ben bu rüyayı… Anladım.. Anladım şimdi. Cevat Çapan’ı anma vakti. Hem Cevat Çapan benim hemşehrim. Kocaelili.. Onun muhteşem şiiri… Ben neden kendi rüyamı kendim yorumlayamıyorum ki? Hayret vallahi!

BİR ARDIÇ KUŞU AKASYA AĞACINDA
O yaz,
bol bol roman okudum,
denize girdim kimsesiz kumsallarda;
rüzgârların, balıkların adlarını öğrendim.
Nice cümlelerin altlarını çizdim
kırmızı kalemimle.
Örneğin,“Asker dolu bir tren tarihi değiştirebilir.”
Sonra gene aynı kitaptan,
“Bir ardıçkuşu şakımaya başladı akasya ağacında.”
Geceleri,
sararan otların üzerine uzanıp
bir açıkhava sineması seyrettim
gökteki yıldızlardan
ve altını çizdiğim cümlelerle konuşturdum onları.
uzaktan bir çağlayanın sesi karışıyordu
yıldızların mırıltılarına.
Gene de duyabiliyordum Adil Nuşiran’ın huzurunda
hayat denilen bu acılar denizinde
en acımasız dalganın ne olduğu konusunu tartışan
üç bilge kişiyi.
Odama çekilip yatmadan önce,
tarihi değiştirebilecek asker dolu o treninhızla geçtiğini duydum,
sonra da
akasya ağacında şakımaya başlayan ardıçkuşunu.
Karşıda Midilli,
denizin ötesinde, sessiz.
Bu sessizlik sanki
o sevdalı kadının
bin kulaklı geceye fırlattığı çığlık
binlerce yıl önce

Cevat ÇAPAN

10 yorum:

  1. ardıç kuşuyla ilgili bir hikaye okumuştum.yine tam hatırlamıyorum,ama yazayım :) ardış kuşları ardıç ağaçlarının tohumlarını yermiş ve hazmettikten sonra dışkılarmış. işte ardıç ağacı ancak bu kuşun hazmedip dışkıladığı tohumdan üreyebilirmiş.ardıç ağacı ardıç kuşu olmadan olmuyor yani.

    akasya ağacı ise bana hep çocukluğumu hatırlatır.küçükken okulun bahçesinde bir akasya ağacı vardı ve biz onun çiçeklerini yerdik.ne de güzel kokardı o akasya.

    her gün yazın lütfen.sizi okumak beni çok mutlu ediyor.

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Kara Kitap,neler öğreniyoruz sizden. Ellerinize sağlık. Tatlı diliniz için teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  3. şiirde adı geçen adil nuşiran kim? üç bilge kişi kimler?hayat denilen acılar denizinde en acımasız dalga ne?

    YanıtlaSil
  4. Ne guzel olmus yaziniz ... ben de deneyecegim ... belki benim ruyalarimin da anlami olabilir ! :D

    YanıtlaSil
  5. Merhaba Agatha, Adil Nuşiran İran'da yaşamış adil bir hükümdarmış. Adil Nuşiran'ın huzunda üç bilge kişi bu hayat denizindeki en acımasız dalganın ne olduğunu tartışmışlar. Bilgelerden biri, hastalık ve acı demiş. Diğeri yaşlılık ve yoksulluk demiş. Üçüncü bilge ise, yaklaşan ölüm ve işsizlik demişler. Sonuncusunda üçü de anlaşmışlar.Yaklaşan ölüm ve işsizlik hayat denizinin en acımasız dalgasıymış.

    YanıtlaSil
  6. nacizane ben de üçüncü şık diyorum...

    YanıtlaSil
  7. Zeynep... Teşekkürler... Deneyin bakalım, sizin rüyalarınızın anlamı ne olacakmış:)

    YanıtlaSil
  8. Oyacım...Ne doğru değil mi 3.şık... İşsizlik feci bir şey gerçekten... Üstelik insanlar bu kadar potansiyelliyken...Biz o acımasız dalgaları durultacağız inşallah elbirliğiyle!
    Sevgiler kardeşim.

    YanıtlaSil
  9. Torino'nun doğusunda, yolun Po'nun güney kıyısını izlediği yerde yüksek tuğla duvara beyaz boyayla RİTA yazmışlar. Beş yüz metre sonra gene aynı RİTA adı, bu kez bir evin kör duvarına yazılmış. Üçüncü RİTA yazısı ise asfalt bir otoparkta, yerde. İnsan adı verilen birçok yer vardır. Tarihsel heyecanlar yüzünden bu adlar zaman zaman değişir. Rita'ya âşık olan -Rita'ya âşık olduğu için de kafayı çeken, ya da umutsuzluğa düşen biri- bir gece eline bir fırça, beyaz saplı bir tornavida, bir kutu da beyaz boya aldıysa, üzerinde Rita'nın adı olan yol o kişi için her daim Rita'nın yolu olacaktır.

    (...)

    Yaşamak için tüm bu ayaklar! Bir de, bizi dışlayamayacaklarını onlara göstermek için, hiçbir zaman bunu yapamayacaklarını.

    Cennet yaşanacak bir yer değil, diyor Vaftizci Yahya, ziyaret edilecek bir yer.

    Motosiklette arkanda giderken ne düşündüm biliyor musun? diyor Çılgın. Bir yere giderken bir yol işareti arıyorsun, değil mi? Gideceğin bir yeri gösteren bir işaret levhası. Bunu görünce de yol seni ormanların içinden, nehir boylarından, okulların, bahçelerin, hastanelerin yanından, banliyölerden, tünellerin içinden geçirip nereye götürürse götürsün, o levhada gördüğün adla bir medlul kazanır. Aynı şey bizim yolculuklarımız için de geçerli. Biz bir kere bir arka kapıdan içeri girdik mi, neyi aradığımızı biliriz. Hayatta bulduğun her şeye anlam veren bence bir yerin değil, bir kişinin adıdır. Arzu ettiğin, hayran olduğun bir kişinin adı. Şu anda işte böyle düşünüyorum, Madam.

    Gezegende kalabilmek için yapıyoruz bu numarayı diye tekrarlıyor Vaftizci Yahya.

    (...)

    Düğün konukları iyice doymuş tek bir hayvana dönüşüyorlar.
    Dul bir kadının bahçesinde rastlanması garip, otuz ya da daha fazla başlı bir satir gibi, yarı masalsı bir yaratığa. Büyük bir olasılıkla insanın ateşi bulmasıyle yaşıt olan bu yaratık hiçbir zaman bir ya da iki günden fazla yaşamaz, ancak kutlanacak yeni bir olay ortaya çıkınca yeniden doğar. İşte bu yüzden, şölenlere bu kadar ender rastlanır. Bu yaratığa dönüşen insanların, ona yaşarken çağrıldığı zaman karşılık vereceği bir ad bulmaları çok mühimdir, zira ancak o zaman daha sonra belleklerinde, onun mutluluğunda bir an için kendilerini nasıl kaybettiklerini hatırlayabilirler.

    :}

    YanıtlaSil
  10. "(...) Gerçeküstücü sezgilerin çoğunun doğru olduğunu da belirtmeliyim. Sadece bir tek örnek ele alacağım: Çalışmayı. Burjuva toplumunca kutsal ve dokunulmaz olan çalışmayı. Bu konuya sistemli olarak ilk eleştiri getirenler gerçeküstücüler olmuştur. Ücretli çalışmanın bir aldatmaca olduğunu ilan edip bunu gün ışığına çıkaranlar da. Bu türden sert eleştirinin bir yankısını da Tristana filminde Don Lope'nin genç dilsiz çocuğa söylediği sözlerde bulabiliriz:

    'Zavallı çalışanlar! Aldatılmış, üstelik de yenik düşmüşler. Saturno, çalışma bir talihsizliktir. Yerinde kalsın yaşamak için böyle çalışma. Dedikleri gibi bunun bizi öyle onurlandırdığı filan yok. Sadece karınlarını doldurmaya yarıyor bizi sömürenlerin. Buna mukabil, insanı yücelten isteklerine ve yeteneklerine uygun olarak yapılan çalışmadır. Herkesin de böyle çalışabilmesi gerekir aslında. Bak bana! Çalışmıyorum. Öleceğimi bilsem yine çalışmam. Görüyorsun işte... Yaşıyorum... Pek iyi yaşamıyorum; ama çalışmadan da becerebiliyorum bunu.'

    Bu replikte yer alan görüşler Galdos'un kitaplarında çok daha önce yer alıyordu. Ama daha başka bir anlamda. Romancı, kahramanı aylaklığından dolayı kınıyordu ve bunu bir kusur olarak görüyordu.

    Çalışma değerinin çürük temeller üstünde sarsılmaya başladığını sezgisel olarak ilk farkedenler gerçeküstücüler olmuşlardır. Elli yıl sonra, yani bugün, hemen her yerde baki olduğu sanılan bu değerlerin çöküşünden söz ediliyor. Çalışmak için mi dünyaya geldik diye soruyor insanlar. Ve işsiz kuşaklar düşünülmeye başlanıyor. Hatta Fransa'da 'Boş Zamanlar Bakanlığı' bile var." - Luis Buñuel

    YanıtlaSil