16 Mart 2010 Salı

Kapalıçarşı'nın Dost Yüzü

Yazarların İstanbul’u” adlı kitapta on iki yazar, İstanbul’un on iki farklı köşesini anlatıyor. Kitaba şöyle bir bakıyorum ve Celil Oker’in “Kapalıçarşı Rehber İstemez” başlıklı, sekiz kitap sayfası yazdığı yazıyla kitabı okumaya başlıyorum. O’Henry’nin unutulmaz Noel hikayesi vardır ya hani. Sevdiği erkeğe armağan vermek isteyen kadın en güzel şeyini, uzun saçlarını satarak, sevdiğinin saatine zincir alır. Erkek de aynı gün sevdiğinin uzun saçları için sedefli bir tarak almak ister. Parası yoktur. Saatini satmıştır. Çok bilinen bir öyküdür O’Henry’nin bu öyküsü… Celil Oker ve eşi de gençtirler. Yeni evli sayılabilirler. Kendi deyişiyle karısının ilk oğullarına hamile olduğunu söylemesi, anlatımına biraz O’Henry tadı katmaktadır. Paraları yoktur. Bebek lafı olmasa paranın pek bir önemi yoktur aslında. Ama hamileliğin anlaşılmasıyla şimdi Kapalıçarşı’ya gitmek için içinden geçtiğimiz Cağaloğlu’nda, Türkçe sözlüğe sözcük tanımı yazmaya çalışan oniki yaşıt insanla birlikte, aynı yerde işe başlarlar

İşe yeni girdiklerinden, ilk aylıklarını henüz almamışlar. Hatırladığı kadarıyla sağdan soldan borç alma limitlerini de doldurmuşlar. Akşam eve dönüş biletleri belki var belki yoktur. O gün öğlen olur. İnsanlar soluklansınlar, yemek yesinler diye mola verilir… Karısı hamiledir ve cebinde hamile karısının öğle yemeğini karşılayacak kadar bile parası yoktur. İşyerinden aniden sokağa fırlar. Caminin yanından, ağaçların gölgesinden geçer. Etraftında hızlı hızlı yürüyen ya da bir şeyler satmak isteyen İstanbullular arasından… Sonra Kalpakçı’lar Sokağı’ndan Kapalıçarşı’ya girer. Kafasını kaldırıp kapının süslemelerine bakacak morali yoktur. Fatih Sultan Mehmet günlerinden beri o kapıdan giren kaçıncı kişidir acaba? Bu soruyu aklına getirecek halde değildir. O zamanlar da aynı kalabalık vardır mutlaka. Belki bu kadar turist yoktur.

Kalpakçılar Sokağı’nda o vakitler de yan yana kuyumcular çoktur. Vitrinlere burunlarını dayamış düğüncüler neler alacaklarına bakmaktadırlar. Satıcılar bugünkü gibi dükkanlarının önünde müşteri adaylarını gözlemekte, kime hamle edeceklerini belirlemeye çalışmaktadırlar. Alıcı olmadığı her halinden belli olmalı ki kimse kendisine hamle etmez. Zaten en boş kuyumcuyu seçmeye çalışmaktadır. Bir yandan, sol elinin yüzük parmağındaki öğle yemeğine dokunur.

Bu dükkanın sahibi kapının önünde değildir. Geleni geçeni kesmemektedir. Onu seçer. İçeri girer. Ama yüzüne bakmaz. Dükkan sahibi onun yüzüne bakar. Bir an. Durumu anlar. Parmağından çıkardığı yüzüğü tartar. Hesap makinesinde bir iki tuşa dokunur. Sonra bir rakam söyler. Başını sallar. Hafif terlemiş olmalı… Öyle hisseder. Dükkan sahibi parayı çekmeceden çıkarır. Tezgahın üzerine koyar. Hiç sesini çıkarmadan parayı alır. Kapıya yönelir. Dükkan sahibi arkasından “Afiyet olsun,” der. Hayretle döner. Adam gülümser. “ Üzülmeyin,” der. “Olur böyle şeyler. Eşinize saygılar.”

Çok eskiden beri, yaklaşık 400 yıl boyunca, Avrupa ortasından taa Arabistan’a uzanan güçlü bir imparatorluğun tam ortasındaki bu başkente dünyanın malları yağar… Almak ve satmak için insanlar Kapalıçarşıyı doldururlar. Doğudan ve batıdan gelen insanlar Kapalıçarşı’nın 61 caddesindeki, 4000 dükkandan birinin önünde buluşurlar. O zamanlar olup biten de globalizmin ürünüdür, şimdi olup bitenler de. Bari Kapalıçarşı dış görüntüsünde zamanı dondurmuştur. Yoksa gözlerimizi şenlendiren o binlerce pırıltılı kumaş, bakır, gümüş, kıymetli taş ve madeni Akmerkez ya da Kanyon’a benzer modern yapıların içinde görmek durumunda kalmaz mıydık?

Şimdi arada sırada, neden parmağında alyans olmadığını soranlara, Celil Oker işte özetlediğim bu hikayeyi anlatır. O günleri unutmamak için bir daha yüzük takmaz.

Kapalıçarşı için pek çok şey işitiriz. Her dükkandan laf atarlar. Zorla mal satmaya kalkarlar. Pazarlıkla ile ilk söyledikleri fiyatın yarısının altına inerler. Güzel hanımlara bakarlar. Hepsi doğru olabilir. Ama doğrunun tamamı değildir. Doğrunun tamamı aslında yazara göre bize bağlıdır. Biz ne için gelmişsek, Kapalıçarşı bize o yüzünü gösterir. Yazara dost yüzünü göstermiştir.

15 yorum:

  1. O'Hennry'nin hikayesi gibi , Aziz Nesin'in "70 Yaşım Merhaba" kitabındaki "kan yüzüğü" öyküsü de müthiştir. Sersemletir insanı... (Belki daha önce bahsetmiş de olabilirsiniz, bilemiyorum...) Selamlar..

    YanıtlaSil
  2. Darkwood'un bütün davulları adına:) Tomrukcan mı burada:)) Merhaba... İnanın bilmiyordum Aziz Nesin'in "kan yüzüğü" öyküsünü. Baktım şimdi nedir diye... Of,çok sarsar insanı bu öykü haklısınız... Özeti şöyle...
    "Kan Yüzüğü 'nde kendi kanından ürettiği demirden yüzük yapıp sevgilisine armağan eden ama gerekli karşılığı görmeyen bir adamı, bir simyacıyı anlatır."
    Aziz Nesin'in "70 Yaşım Merhaba" kitabı yok bende. Daha 70 yaşıma çok var diye almadım sanırım bu kitabı:) Almalıyım mutlaka. Teşekkür ederim.
    Benden de size selamlar...

    YanıtlaSil
  3. Karamba Karambita, siz farketmemiş olsanızda (ki ben de farkında değildim) 23 Eylül 2009 da da buralara uğramışım ben :)

    bkz : http://hayalkahvem.blogspot.com/2009/02/atilla-atalay-ve-ebekulak.html

    YanıtlaSil
  4. Sülalemin bütün eli hamurluları ve bıyıklıları adına:) Sahi mi? Vay canına.. Şimdi baktım. Sahi... Hem Ebekulağı hem de Zagor'u seven bir misafir öyle mi? Binlerce kasırga aşkına... Aaa! Gökyüzünde kocaman RRRUMBLE yazısını görebiliyorum rahatlıkla:))

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel bir düzenleme olmuş. Kaleminize sağlık.
    Gerçekten de kapalıçarşıya ne amaçla gireseniz ona hizmet verir.
    Bir zamanlar bedestandan bizimkilerin aldığı iki avize iki aplik şimdilerde bir villada ev sahiplerini sevindiriyor.
    Oradaki kuyumculardan alınan takılar benim evliliğime yaradı.
    Bizim film fırıldak bir arkadaşımız var.
    Oryantal kursuna yazılmış.
    Kursta giymek için kendisine dansöz kıyafeti almamızı istedi.
    Kapalı çarşıda bulabileğimizi de söyledi.
    Biz üç bayan utana sıkıla gittik.
    Koskoca çarşı. Nerden girilir, nereye sapılır bilmiyoruz ki. Çaresiz her köşebaşına sormaya başladık. O sokak senin bu sokak benim dolaşırken yolları şaşırdık.
    Orta yerlerde bir şark kahvesi vardı. Biraz nefeslendikten sonra yine sora sora aynı yerlerden geçtik. Her dükkana girip çıktık ama bin türlü kıyafetin içinden arkadaşa uygununu bulamadık. Rengi bedenini tutmadı.. Alt parça üst parçaya uymadı. döne dolaşa aynı dükkanlara girip çıkmaktan biz yorulduk, esnaf da bizi ezbeledi. Diyorlardı ki
    - buraya üçüncü gelişiniz oluyor. bize beş kere baktınız.
    Sonra dükkandan dükkana seslenmeye başladılar delikanlılar.
    - Dansözler geliyorrr..
    Biraz daha döne döne dolaşsaydık galiba gerçek dansöz olacaktık ki..utana sıkıla ve bozulmuş sinirlerle kikir..kikir kapalıçarşıdan çıkıp kendi benliğimize kavuştuk
    film fırıldak arkadaş da bize dediki
    - o kadar aramasaydınız keşke ben buradan ısmarlardım.
    Hayda..yahu biz senin hatırına dansöz olduk oralarda. Bu muydu bize teşekkürün
    Kapalıçarşı sayesinde arkadaşımızı da tanımış olduk.

    YanıtlaSil
  6. Dün gece erken "RRROONN RROOONN" yapınca, son yorumları sabah gördüm anca:) Şimdi şöyle bir baktım kitaplığımdaki Atilla Atalay'ın kitaplarına.Karamba Karambita! Boyumca.. Boyumca:)

    Tomrukcan'la yazdıklarımızı görüp "Ne diyorlar bunlar Allah aşkına?" diyen varsa... Aaaa!
    Zagor'ca konuşuyoruz. Zagor'ca bilmiyor musunuz yoksa? Ayıp vallaha:))

    YanıtlaSil
  7. Dilek senin yorumlarını okumak ilaç gibi geliyor:) Acayip bir espri kabiliyetin var. İnsanın ruh hali nasıl olursa olsun, gülmeden edemiyor:)) Canımsın! Ellerine sağlık!

    YanıtlaSil
  8. Evet, Zagor külliyatını okumamış ve oradaki jargonu bilmeyenler için anlamsız gelebilir :)) Belki bir ara buraya Zagor'daki sözlü efektleri yazmalısınız :))
    Atilla Atalay da bence aynı şekilde, sadece okuyanların ayrımına varabileceği bir usta :)
    "ömrüyyyyyyyyymmm laynnnnn, sebebimmmmm"

    ve hatta :

    "...hal böyleyken işte, biz iskele sakinleri, şaraplı kadehler oyununun ikinci perdesindeyken yani, mine abla 'yalnızlık korktuğun kadar kötü bişey değil' diye başlamıstı son konuşmasına. benim öyle bir konu açasım yoktu aslında.

    yalnızlık herhalde, bir insanın saklamayı düşündüğü en son şey olmalıdır. fakat yine de konuşulsun istemezsiniz. size öyle öğretilmiştir, ayıptır çünkü yalnızlık. yekten 'deli' diyen de olur, 'bakma sen, bugünlerde en düzeyli ilişki, yalnızlık aslında' derken gözlerinize 'seni aklına çaktığımın manyağı seni, kimbilir ne arızan var ki, kimselerle geçinememişsin, ısırsa bana da bulaştırır mı acaba' gibisinden bakan da. oysa sanıldığından çoktur yalnız nüfusu, kişi başına bir yalnız düşer.

    benimkisi o gece çok belli olduydu herhalde. çok uzun göle baktığımdan ya da tam tersi çok konuştuğumdan olabilir. yalnızlar çünkü, bazen konuşmayı özlerler. ne kadar çok korkuyorsan o kadar çok konuşasın vardır, kendin yorulup da susuncaya kadar. sustuydum işte ben, o zaman mine abla konusmaya başlamıştı..."

    şimdi bunları okuyunca, kafama bir "THUD" diye bir şey çartpı sanki... :)) Selamlar..

    YanıtlaSil
  9. Kapalıçarşı ya biraz da farklı bakmak gerekir derim.Belki gülüyorsunuz ama hemen hemen önemli(tarihi dokusu kuvvetli olan) her ilde bir kapalıçarşı mevcuttur.Hele hele Osmanlı nın ilk dönemlerinde büyük şehir statüsünde olan veya başkentlik yapmış tüm şehirlerde kapalıçarşı vardır.Bursa,Edirne ve İstanbul un kapalı çarşıları meşhurdur.Kapalıçarşılar aslında günümüz modern ticari hayatın temellerini oluşturur. Günümüzde avm ve/veya plaza adıyla maruf ticaret merkezlerinin kapalıçarşılardan mülhem oduğu pekala söylenebilir.Aslında kapalıçarşı denince bedesten ve arasta gibi kavramları anlatmak lazım.
    Biraz farklı bakışaçısı ile duygularımı ifade etmek istedim.
    Selamlar.... La Edri

    YanıtlaSil
  10. Tomrukcan???!!!! "Kişi Başına Bir Yalnız" öyle mi? Çarpar insanı, fena çarpar. O kitabında en çok sevdiğim öykü "Deliler Denizi". Okuyunca, aynı "Ebekulak" gibi "SWACK" diye insana bir kılıç saplar. Ben de Deliler Denizi'nin kahramanı gibi, hayalimde gepgece denize girebildiğim için, dolunay şavkıyorken hem de. Yazdıkları bana yabancı gelmedi. Atilla Atalay'ın esas yazdıklarını herkes göremez tabi. Okurun avucuna kalbini bırakır.Derin mavi bakamayanlar göremezler gizlediklerini.
    Ne yaptınız siz Tomrukcan? "Darkwood'un bütün davulları aşkına" yani:)) Nerden geldiniz Atilla Atalay'a şimdi? Konumuz Kapalıçarşı değil miydi:))Neyse,laf lafı açtı devam edecem gene şimdi:)
    Kitapçıya Atilla Atalay'ın kitapları nerde diye sorarım. Mizah kitaplarının bulunduğu raflara götürür beni. Şaşarım her defasında. Çünkü Atilla Atalay öncelikle gülmece yazarı gibi gelmez bana biliyor musunuz? Nezaman özellikle çok sevdiğim öykülerini okusam yüreğimden tuhaf bir efkar dumanı yükselir gökyüzüne.. Sadece şehir öyküleri de yazmaz. Hatırlasanıza "Fabrıka"sını:) Anlatımıyla ve şiveli muhabbetleri ile nasıl atmosferi olduğu gibi gözünüzde canlandırır.. Canlandırır canlandırmasına ama Karamba karambita! Sonunda öyle bir SMAACK hissedersiniz ki, o görünmez darbeyle bir süre gelemezsiniz kendinize. Size bir şey söyleyeyim mi, kalpten kalbe yol var... Ben Atilla Atalay'ın öykülerini çok severim. Öyle böyle değil... "Üç değil, beş değil, sekiz tane.. Ama "Yatık sekiz" Anlatabildim mi? Bir baktım Atilla Atalay tüm sevdiğim öyküleri bir kitap haline getirmemiş mi:)) Aaa!Yaşasın demiştim. Hurraaa! yani. Yüce Yaradan Aşkına söyleyin bu bana yaptığı büyük bir kıyak değil mi:))

    YanıtlaSil
  11. La Edri.. Neden gülelim ki yazdıklarınıza? Çok güzel anlatmışsınız. Bildiklerinizi keşke bize daha açarak yazsaydınız? Çok sevinirdim.
    Sevgiler:)

    YanıtlaSil
  12. Haklısınız, A.Atalay ile ilgili yazdıklarınızın tamamına katılıyorum. Atilla Atalay anlatır, hem de güzel anlatır, siz okurkene en Zagor sesinizle "AHYAAAAKKK" ya da en Çiko sesinizle "Karamba Karambita" diye bağırırsınız fekat her defasında çıka(maya)n kendi sesinizdir. Hani öyküsünde dediği gibi "Tanrım bir şey olsa. Aygaz kamyonu filan geçse. Aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa. Bu romantik ortamın içine etse" dediğiniz olur, ama gene onun dediği gibi "anlatılan sizin hikayenizdir, derin mavi bakamıyorsanız göremezsiniz..."

    Neyse; Akşam akşam "gözüme toz felan, bişi kaçacak" şimdi..:))) "RATTTTLEEEEE"


    Hani Oktay Akbal'ın dediği gibi :

    "Bir romanı okurken, bir dizeyi içinizde duyarken oluverir böyle şeyler... Alır götürür sizi anlam dışı bir yere. Oyun diye yaparlar, yazarlar, yaratırlar belki öyle görünürler, ama içinize işler anlattıkları. Sizi de alır etkisine, sizden sonra gelecekleri de, daha sonrakileri de... Böyle bir oyundur sanat, böyle bir ölümsüz oyun. Yaşam nasıl bir oyunsa, oyun sayılırsa, öylesine..." (O.Akbal - Ölümsüz Oyun)

    Selamlar...

    YanıtlaSil
  13. La edrinin değindiği gibi kapalı çarşı hikayesi ve mimarisi ile çok özel bir mekandır.
    Okulda tüm bu özellikler bize anlatılmıştı. Şu anda hiçbirisi aklımda kalmasa da vardığım önemli olduğu kanısını hala taşıyorum bu da eşittir bilgidir. Ama unutulmuş bilgi, bilgi değildir derseniz bunu bir görüş olarak kabul ederim.
    Bedesten diye bahsedilen müzayede salonu vardı, değerli parçalar bulunur, değerler biçilir, açık arttırmalar yapılırdı.
    Sandal Bedesten de denirdi. neden denirdi. hikayesini bilmem mesela.
    Keşke La Edri anlatsa bize.
    Saygılar

    YanıtlaSil
  14. La Edri'ye ben bizzat rica ettim. Umarım yazar:)Çünkü çok merak ettim. Sağol bir Dost!
    Sevgiler.

    YanıtlaSil