17 Ağustos 2011 Çarşamba

"Böylesine Sevilecek Bu Dünya, "Yaşadım" Diyebilmek İçin."


17 Ağustos 1999'da Gölcük merkezli bir deprem yaşadığımızda, baktım ki bizler sağ kalmışız; hemen İstanbul'a,  çalıştığım sigorta şirketine koşmuştum. Ofisim depremde yıkılmıştı. Kimlerin sigorta poliçeleri var bilemiyordum. Merkezden poliçelerimin çıkarılmasını, acilen yardımcı olmalarını istemiştim.  Deprem yaşamadan önce, depremin bu kadar vahim olduğunu bilmiyorduk ya, sigorta şirketindeki yetkililer, “kaç poliçenizde deprem teminatı olacak ki, beş on tane bir şeydir belki,” demişlerdi. Oysa tüm müşterilerimin poliçelerinde deprem teminatı vardı. Eğer yoksa, poliçe başlangıcında dahil edilmiş, sonrasında sigortalı istememişse zeyilname denilen ek bir poliçe ile çıkarılmıştı. Listeyi döküp yüzlerce poliçede deprem teminatının var olduğunu görünce, şirkettekiler şaşırmışlardı. Hemen yetkililerle kollarımızı sıvayıp, zarar görenleri bulmuş ve çeklerini vermiştik. Poliçelerinde deprem teminatı olduğunu bilmeyen çoğu müşterim elimizde çeklerle bizi karşılarında görünce, ne yapacaklarını bilememişlerdi. Şaşkınlık ve çaresizlik içindeyken hasar ödemeleri yaralarına öyle bir ilaç olmuştu ki, hayatında yaşadığın en büyük mutluluk nedir diye sorsan, işte onların gözlerindeki hayret dolu sevinçtir diyebilirim. Kesin! Halen çalışıyoruz her biriyle. Aile gibiyiz. İnsan uzun zaman görüşmeyince müşterilerini özler mi? Ben özlerim. İnsan yıllardır çalıştığı insanları özlemez mi hiç? Özlerim ne yalan söyleyeyim.


Bak şimdi. Allahım! Ben ne anlatmak istiyordum gene neler anlatıyorum. Farkındayım  konuyu fena halde  dağıttım. Aslında  şimdi anlatmak istediğim konu trenlerdi, biliyor musun? Edebiyatçılar ve tren konusunda ufak bir araştırma yapmıştım. Ondan bahsedecektim. Diyeceksin ki şimdi… “Haydi göreyim seni, depremle nasıl bağlayacaksın treni?” Haklısın. Depremle trenin ne ilgisi var değil mi? Şöyle… Ben bir sigortacı olarak depremi yaşadım ya… Depreme gelene kadar hırsızlıktan, su baskınına, yangından, araç çarpmasına, iş kazalarından, suistimallere, gaspa her türlü akla gelir gelmez hasar görmüştür bu gözlerim. Eee! Ama benim yaşadıklarım bu söylediklerimin normal türlüsü değil, her türlü çapariz hasarlar beni bulur diyebilirim. Bu nedenle acayip tecrübeliyim. Üstüne koskoca bir deprem yaşayınca insan, depremde yaşanılan o kadar olay tabii… Her biri ayrı tecrübe… Anlatmayayım hepsi ayrı ayrı elem dolu  hikaye. Bitti mi sanıyorsun? Yoo.. Depremden günümüze kalan ve insanlara halen dert olan bildiğim ne durumlar var. Bakma  Hayal Kahvem'e  laylaylom  yazılar yazdığıma… Yoo... Yaşamayı ciddiye alırım  aslında. "Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yıldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak, zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, durulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya,"Yaşadım" diyebilmek için..." der ya Nazım Hikmet Yaşamaya Dair adlı şiirinde. İnanırım şairlere... Bakma sen yazdıklarıma... Özellikle çabalıyorum saçma görünmeye.. İnan bana özellikle...  Bilirim yaşamak şakaya gelmez. "Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın, bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak." Büyük bir depremde ölümü an be an yaşayınca, hayatın  ne olduğunu şiddetle hissediyor insan. Neyse.. Geçenlerde ne oldu bil bakalım? Benim bir sigortalımın kamyonu çarpmadı mı bir trene? Hoppala! Treni nerede buldu da çarptı değil mi? İşte diyorum ya bizim hasarlar böyle. Çarpmaz öyle araba arabaya ya da araba kaldırıma, duvara falan. Çarparsa trene çarpar. Var mı başka memlekette müşterisinin kamyonu trene çarpan? Çıksın ortaya. Bilmek isterim valla. Neyse.. Memleketin bir yerinde bizim kamyon trene çarptı gerçekten. Kim kusurlu? Eee! Tren kendi yolunda gidiyor. Başka şansı var mı? Yok. Onun yoluna giren kim? Bizim kamyon. Tamamen müşterimin kamyon şöförü kusurlu tabii. Muazzam bir fatura çıktı. Teminatımız vardı çok şükür. Ödedik gitti.  Şimdi sen "Şu yukarıdaki tren kazası fotoğrafı da neyin nesi?" diye soruyorsun değil mi?  Şeyy.. Yazımla ilgili bir tren fotoğrafı  ararken  bu fotoğrafı buldum da...  Ne bileyim?  Neler oluyor hayatta diye, ekleyiverdim buraya.


İnanmıyorum!.. İki paragraf oldu. Ben halen anlatmak istediğimi anlatamadım iyi mi? Aslında benim çocukluğum tren yolunda geçti. Eskiden İzmit, içinden tren geçen şehirdi. Biz de bu tren yolunun kenarında dizim dizim dizilen apartmanlardan birinde otururduk. Çok sık tren geçerdi. Tren geçerken ev zangır zangır titrerdi. Biz alışmıştık, umursamıyorduk fakat evimize gelen misafirler ilk seferinde acayip ürkerlerdi. Ben tuhaf bir zevk alırdım onların bu korkma hallerinden.  Dudaklarımda muzip bir gülüşle onları seyrederdim. Koca koca insanlar. Oturdukları yerde titrerlerdi. İçin için gülerdim. Ne fena? Sence niye  acaba böyle bir çocuktum? Bilirsin, insan önce ateşi bulmuş, sonra da tekerleği. Dünya uygarlığının gelişmesine damga vuran ikili… İyi de arkadaşım kim akıl etti, bir yerden bir yere demirden yol döşemeyi? Sence de şaşılacak şey değil mi? Sonra düşünsene her büyük şehir bir tren garının etrafında gelişmemiş mi? Haydarpaşa mesela… Aaa! Haydarpaşa deyince aklıma son yangını getirmek istemedim de eski bir Türk filmini düşündüm.  Hatırlasana dört kardeşi.. Saffet, Himmet, Hayret ve Gayret isimli… Şahane bir film değil midir? Hani Ertem Eğilmez’in yönettiği, Sadık Şendil’in yazdığı film. Hani Rahmetli Kemal Sunal, Metin Akpınar, Zeki Alaysa, Halit Akçetepe oynar. Adı neydi? Tamam buldum! Köyden İndim şehire. Bu dört kardeşin define bulmak için İstanbul’a geldikleri günü aklına getirsene! Ne tatlıdır her biri. Aaaaa! Ben edebiyatçılarımız ve tren konulu bir yazı yazmayacak mıydım? Ne oldu şimdi böyle? Görüyor musun  dağıttım  gene...   Aslında biliyorum durumumu... 17 Ağustos depreminin üzerinden 12 yıl geçti... Oysa hafızamda herşey daha dün gibi... Daldan dala atlayıp saçmaladım ya gene... Haybeye yapmıyorum inan bana... Elimde değil... Dağıttım dağıtmasına ama ne yalan söyleyeyim bile isteye...  

NOT: İlk fotoğraf  Cemal Turgay çekimi çok sevdiğim  bir İzmit fotoğrafıdır.

12 yorum:

  1. Duygulandım ESKİ ama meyen İzmit'i görünce. Çok başkaymış ve hiç kalkmasaymış o tren oradan.Şimdi de çok güzrl ama ne bileyim, hem deprem hem yazı içim burkuldu...

    YanıtlaSil
  2. Demiryolu kenarındaki bir evde yaşadım uzun süre, özellikle yük treni geçişlerini iyi bilirim. Bir de ben çocukken uzak bir akrabamızın demiryolu kenarında bahçe içinde şirin mi şirin bir evi vardı. Bütün mahalleleri öyleydi aslında. SOnra o evler gitti, yerine şirin olmayan kazulet gibi iri beton blokları yükselir oldu. Gri renkleri hiç de güven vermiyordu, tren geçtiğinde insanın içini korkuyla bir olup hoplatıyorlardı.

    SOnra tren yolu da değişti, artık yük trenleri bile o gri korkunç binaları sarsmıyor. Hayat tren yollarını da, yolların etrafındaki evleri de eskisi gibi bırakmadı. O bahçe içindeki demiryolu kıyısı evlerini görebildiğimiz yerler, eski fotoğraflar, eski filmler ve belki de bazen.. Rüyalar.

    YanıtlaSil
  3. Selam Engin,
    Tren'in İzmit'in içinden geçmesi özellik katıyordu gerçekten şehre.. Biliyorsunuz şimdi tren yolu yürüyüş yolu oldu. Ve nasıl kalabalık.
    Görmeyene anlatılacak gibi değil. İyi de tren geçerken bu insanlar nereden yürüyorlardı peki?

    İzmit gene tren yolu tren garı olan bir şehir.
    Tamam artık göbeğinden geçmiyor ama kenarından geçiyor. Tren geçen bir şehrim olduğu için mutluyum ben... Trenler desteklenmeli. Trenlerle daha çok seyahat edilmeli...

    Depreme gelince... Neyse... Böyle işte...

    YanıtlaSil
  4. Selam Vladimir, bazan ne düşünüyorum biliyor musunuz? Ben trenle çok seyahat etmedim. Uçağa bile trenden daha fazla bindiğimi söyleyebilirim.
    Ama trenlere tuhaf bir şekilde tutku duyuyorum.
    Sanırım uzun yıllar tren yolu kenarındaki bir evde oturduğumuz için izi var. Sadece trenlere değil trenle ilgili filmlere ve kitaplara da hastayım.

    Bir de itiraf etmeliyim ki.. Daha halen... Trenle dünyayı dolaşma hevesim var:))

    YanıtlaSil
  5. Bakma sen yazdıklarıma...
    Özellikle çabalıyorum saçma görünmeye...
    İnan bana özellikle...
    NEDEN??
    Hayatı ciddiyetle yaşayacaksın.Bütün işin gücün yaşamak olacak.

    NEDEN??
    Depremden sonra,özel kurtarma ekiplerinden birinde görevliydim,sonra orta doğunun kuzeyinde ayak basmadık yer bırakmadım.İnan bana sayarken,parmak ve göz yorgunluğu verecek kadar cesedi günde gördüğüm oldu."Geçmişi bir kitap gibi kullanın,eviniz gibi deyil.der"Richard Wilkins.(Mental tonik)kitabında. Kanada'lı bir kızıldereliyle bitiriyorum."Nerede kiminle olduğun,bulunduğun yere nerden geldiğin,ne okuduğun önemli deyil,her şey bittiğinde,seni ayakta tutan şeydir yaşamak"

    YanıtlaSil
  6. trenle uzuuunn bir seyahat hayalim benim de.ama biraz daha özen lazım trenlere. izmitin içinden geçerken tren, çocuktuk, nasıl korkuyla bakardık.ilk tren yolculuğunu adapazarına giderek yapmıştık...

    YanıtlaSil
  7. Casswa, bloğunuz var mı sizin? Okumak isterdim yazılarınızı.

    YanıtlaSil
  8. Buket,tren yolculuğu hayal etmek güzeldir:)

    YanıtlaSil
  9. Şimdi bu treni görünce böyle, yıllar önce bir kış günü, istanbuldan izmit’e gelmiş, birkaç gün kalmıştım, çok kar yağmıştı o günlerde, dönüşte karlarla kaplı yolda trenle ilerliyorduk, hayır kartpostal falan değildi, bizzat gerçeğin kendisiydi yaşadığım, izmit denince aklıma hep karlı manzaraların içinden geçen bir tren gelir, hoş gelir:)
    Keşke başka şeyler, üzücü şeyler de gelmese aklıma bununla birlikte, ama dediğin gibi, böyle işte.

    YanıtlaSil
  10. Dağıtınca daha güzel, bırak dağınık kalsın :) Güzeldi :)

    YanıtlaSil
  11. Selam Öykü Defteri.. Evet, öyleyken böyle işte.

    YanıtlaSil
  12. Selam Nessuno. Dağıtmak ve abartmakta sanırım yok üzerime kimse:)Devam öyleyse... Sağolun.

    YanıtlaSil