8 Şubat 2012 Çarşamba

Sinemada Oynadığım Farzetme Oyunum - 17 - Kınalıadalı Kız


Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.  


Sen birini hiç görmeden, daha evvel öyle birinin İstanbul ilinde yaşadığını bile bilmeden, birdenbire, sadece Sait Faik'in öyküsünde okuduğun için sevdin mi?  Hiç içine taş gibi, ağır bir su gibi sevgi oturdu mu? Oturmadıysa Allah aşkına vazgeç şu yazımı okumaktan. Ogün... Hiç unutmam....  İstanbul Film Festivali'nin ilk günüydü. Emek Sineması'na henüz girmiştim. Biletçinin eliyle işaret ettiği yere geçtim. Koltuğuma yerleştim. Etrafıma bakınıyordum ki ön çaprazımdaki kızla göz göze geldim. Gülümsedim. Sakin, sessiz bir kıza benziyordu. Telefonla konuşuyor, Rumca bir şeyler söylüyordu. Rumca bir kelime anlamadan ne söylediğini bilir gibi hissedince kendimi, onun Sait Faik'in Kınalıada'da Bir Ev adlı öyküsündeki kahramanı olduğunu farzettim. İyice baktım. Kınalıada'da oturuyor, sabahleyin ilk vapurla işine iniyor, son vapura ise elinde paketlerle dönüyor olmalı diye aklımdan geçirdim. Küçük, kaplamaları simsiyah kesilmiş bir ahşap evde oturduğunu hayal ettim. Evden deniz görünmüyor olmalıydı. Yahut belki de bir iki penceresinden, çakaleriği dalları arasından. Kırkını aşmış, şişmanca, yeşil gözlü bir kadın olan anasını kırmızı elma yüzüyle, küf yeşili gözleriyle görmeden sevdiğimi düşündüm. Ben aynı Sait Faik gibi bahçeleri, insanları, evleri görmeden  bile sevebilirim. Evlerine küçük bir bahçeden girdiklerini, alt katında kendilerinin oturduklarını, üst katını ise yazları kiraya verdiklerini hayal ettim. Bir Meryem Ana kandili önündeki İsa resminden, küçücük sarımtrak aynaya kadar her şeyde, ağır, günlük kokusuna benzer bir Ortodoks hava estiğini sezdim. Kızın kendi başına bir odası yoktur muhtemelen. 10.45'te oraya vardığına göre, 11'de yemeğe oturuyorlardır. Hemen de yatarlar herhalde. Acaba başucunda bir kitap var mıdır? Bilmem ki bu kızın hülyalarına ne karışır? Yemeği nasıl yer? Hızlı mı, yavaş mı? Ne kadar merak ettim anlatamam. Acaba birçok insanlarda olduğu gibi yemek yerken çirkinleşir mi? Çirkinleşince yüzündeki o iyi, harikulade çizgiler ne olur? Nereye giderler? Acaba et mi yerler, sebze mi?  Haydi bu meraktan cayayım. Farz edeyim ki ettir. Önce babaya, sonra oğula, sonra bu kıza mı dağıtılır?  Yemeği anneleri mi dağıtır?


Kız, telefonda Rumca konuşmaya devam ediyordu. Hep yüzünde neşeli bir şeyler vardı. Ağzında bir lakırtı. Ne söylüyor merak ediyordum. O kadar şen, o kadar sıhhatliydi ki yediğinin farkında olmuyor, yemek yerken çirkinleşmiyordur diye hayal ettim. Onu seyrettiğimi anladı mı acaba? Döndü tekrar bana baktı. Sevgiyle gülümsedim. Tanımadığım insanları sevmem hep Sait Faik öyküleri yüzünden diye aklımdan geçirdim. Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı. Ben "Kınalıadalı kız" olduğunu farzettiğim kızı unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.


NOT:  Yazının bazı cümlelerini  Sait Faik'nın  Kınalıada'da Bir Ev ve Gün Ola Harman Ola adlı öyküsünden alıntıladım. 
 

8 yorum:

  1. Sait Faik in muazzam bir dili var,en azından benim için.O eski bilgi yayınevinden çıkan kitaplarını bir bulsam 1den 9a kadar olanki.Ah.Şiirde de Edip Canseverdir,Sait Faik bence.

    Sevgilerle.

    YanıtlaSil
  2. İnsanları izlemekle ilgili cümleyi okuduğumda aklımdan öyküler kurabildiğiniz geçmişti ki tahminim doğru çıktı. Peki yazar mısınız aklınızda biriken öyküleri?

    YanıtlaSil
  3. Sait Faik severlere ulaşmak pek kolay olmuyor, uzun romanlara, saçma dizilere kaptırılmış bir kuşağın içinde büyüdük ne de olsa. Ben de bu izleme işini yaparım, bilmiyorum Sait Faik okumuşluk yüzünden mi yoksa insanların içini kendin doldurduğunda onları daha çok sevdiğimden mi. Çünkü kendin insanlara senaryo yazdığında içlerindeki kötülüğü siliyorsun, oysa onları gerçekten tanıdığında herşeyin tadı kaçıyor. Öykünün bile.

    YanıtlaSil
  4. Ne güzel bir yazıydı...
    adalara doğru gidip Sait Faik evine ulaştım ondan bir öykü dinledim:)

    YanıtlaSil
  5. Selam Hayali Nesne, ben tam manasıyla Sait Faik hastasıyım. Öykü sevmemin, insan sevmemin, doğa sevmemin, tanımadıklarımı sevebilmemin, balık , kuş sevmemin sebebidir Sait Faik:) Taramaya Sait Faik yazarsanız onlarca yazıyla Hayal Kahvem'de karşılaşabilirsiniz.
    Ruhuna rahmet. Hastasıyım gerçekten.

    YanıtlaSil
  6. Selam Gülgün, Sinemada Farz Etme Oyunu yazılarımda bir kitap, bir öykü içinden bir kadın kahramanı daha çok yazarın cümleleriyle anlatmayı amaçladım. Çok hoşuma gidiyor yazarın anlatımlarıyla yazmak. Benim için şahane bir pratik olduğunu düşünüyorum. Ve kendimi o yazarın yerinde farz ediyorum:)Çok keyifli. Denemenizi isterim.

    Öykü bir iki denemem oldu ama çok vakit ayırmak lazım Gülgün.
    Yoğun biriyim. Hayal Kahvem sahiden kendime ayırdığım keyif yerim:))

    Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  7. Noktasız Virgül, ne güzel öykü sevenlerle denk gelebilmek:)

    Sait Faik okumak başlıbaşına ayrıcalık. Onun kurduğu cümleler hayal alemine sürükler okurlarını.
    Büyülü, tılsımlı cümleler kurar.
    Okumayınca özlediğim nadir memleketim yazarlarından biridir.
    Çok severim. Çook:)

    YanıtlaSil
  8. Nathalie selam:) Niye görmemişim acaba yorumunuzu?Sait Faik demek İstanbul demek, adalar demek:))

    YanıtlaSil