1 Mayıs 2012 Salı

Sanat Yoluyla Hayatlarda Gezinti


Of!.. Elimde değil!.. Ben her bahar böyle olurum.  Yağmur olurum.  Rüzgâr olurum. Taşar içimden ruhum... Böyle bir şarkı var mıydı? Yoksa şimdi ayaküstü ben mi uydurdum? Bak şimdi...  Nisan bitti.  Çok şükür  Mayıs ayına  eriştim.  Ah!..  Şimdi var ya... Tam da  Mayıs şiirinin şairi Sabahattin Ali'yi anma vaktidir. "Mayıs ayların gülüdür. Taze bir çiçek dalıdır. İçerim ateş doludur. Mayıs'ta gönlüm delidir." der ya hani...  Başka nasıl izah edebilirdim? İyisi mi hâlimi bir şair anlatsın dedim. Dedim de fena mı ettim?  Sahiden Mayıs'ta vaziyetim aynen böyleyken böyledir. Bu deli gönlüm, Mayıs'ın  hoop diye girivermesiyle döküldü saçıldı besbelli. Gene olanlar oldu. "Göklere karşı yatılır. Dertlerimiz unutulur." diyor ya Sabahattin Ali... Uzaktan kuşlar mı seslendi? Yoksa Mayıs'ın ilk dakikalarında gönlüm mü delirdi? Bilmiyorum.  Bak şimdi... Van Gogh'un İstanbul'daki sergisine bir ayda üç kez gittim demiştim ya... Üç kez aynı sergiye gidip, o büyüleyici gösteriyi Hayal Kahvem'de ve gördüğüm herkese ballandıra ballandıra anlatınca ben...  Abartmaya meyyal ruhum Van Gogh'un renkleriyle ve hüznüyle dolup dolup taştıkça... Acaba Van Gogh'un ruhu hissetti de çağırdı mı yoksa beni? Ne bileyim? Hiç aklımda yoktu.  Van Gogh Hollandalı bir ressam ya... "Madem bayıldın benim çizdiklerime, yazdıklarıma... Atla gel Amsterdam'a... O bayıldıklarının sahicilerini gör." dedi belki...  Hiç hesapta yokken, felek bir kıyak yaptı bana... Hayal alemine daldırdı... O ne? Birdenbire Amsterdam'da yeldeğirmenlerinin karşısında buldum kendimi...  Gözlerimi oğuşturdum da baktım. İnanamadım gördüklerime!



Ben var ya yaşam içinde neyin hakikat neyin hayal olduğunu çoğu zaman ayıramıyorum. İşte burası Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi'ymiş. Ve ben bu müzede Van Gogh'un orijinal resimlerini seyretmeye gitmişim güya. Bu anlattığım bir hayal olmalı... Belki buldum Van Gogh Müzesi'nin bir fotoğrafını ve kendimi ekledim bu fotoğrafa... Olamaz mı? Yapmadığım şey değil ki... Benim gibi hayalci birinden herşey beklenir. Sana bir şey söyleyeyim mi, şu söyleyeceğim kesinlikle doğrudur... Müzeler, kitapçılar, sinemalar... Of!.. Aynı mabedler gibi, en bayıldığım mekânlarımdır benim... Heeyy! Düşünsene... Hem kalabalık içindesin... Hem kendinlesin. Her biri harikûlade hisler geçirir. Ne yalan söyleyeyim, Masumiyet Müzesi'nin açılacağını duyduğumdan beri, ev müzeler ilgimi çekmeye başladı. Henüz Masumiyet Müzesi'ni gidip göremedim. Bu hafta içinde kısmetse gitmek niyetindeyim. Bir kitabın müzesinin olması fazlasıyla heyecanlandırıyor beni. Üstelik bu kitap İstanbul'u ve tutkulu bir aşkı anlatıyorsa... Ne diyebilirim? Şahane!.. Düşünsene...  Niye hep müzelerde koca koca devletlerin, kralların, padişahların hayatlarını gezip görelim ki? Mütevazı bir İstanbul günlük hayat müzesini gezebilmek merakımı fena halde kışkırtıyor. İşte böyle böyle düşünürken düşünürken... Ve de hayalle hakikat arasında... Hazır yolum düşmüşken Amsterdam'a... Sanki iki ev müze gezdim ben... Biri Sabancı Müzesi'nde, resim sergisi 10 Haziran'a kadar sürecek olan ünlü ressam Rembrand'ın Evi, diğeri ise 2. Dünya savaşında Yahudi soykırımı zamanında, iki yıl babasının ofisinin arkasındaki binada, komşularıyla, gestapodan gizlenerek yaşayan, yaşadıklarını günlüklerinde anlatan, yakalanıp esir kampına gönderilen ve 16 yaşında ölen Anne Frank'ın saklandığı bina. Ömrümde ilk olarak iki ev müze gezdim. Her ikisi de çok etkileyiciydi. Bir zamanlar birileri hayatlar yaşamışlar. Onların korkuları, heyecanları, aşkları, tutkuları, hayalleri, günlük hayatta kullandıkları eşyalar, giysiler... İnsana dair şeyler... Hani Karacaoğlan'ın dediği gibi... "Kim var imiş ben burada yoğ iken" dedirten... Başka bir şairin "Henüz vakit varken tomurcuklarını toparla. Zaman hâlâ uçup gidiyor. Ve bugün gülümseyen bu çiçek, yarın ölüp, yok olabiliyor." dizelerini hissettiren... "Yaşadığın günü kavra! Yaşadığın anı olağandışı kıl!" dedittiren cinsten müzeler bunlar.


 

 

Peki bu fotoğraflar nedir? Yoksa, Hollanda Kraliçesi Beatrix, Türkiye ile ilişkilerinin 400. yılı nedeniyle verdiği davete, beni de mi çağırdı bilemiyorum ki? Amsterdam'daki Dünya Basın Fotoğrafları Sergisi'nde ne işim vardı benim? Bu fotoğraflarda gördüklerim mi hayal? Yoksa ben mi hayalim? Dünyanın dört bir yanından olaylar ve elbette insan manzaralarıydı bu fotoğraflar... Bu kez ben burada var iken, neler neler olmuş dünyanın öbür memleketlerinde dedirten cinsten fotoğraflar... Çarpan, çivileyen, sarsıp, silkeleyen,  farkettiren, meselelere duyarlılığı arttıran  kareler!

Heyy... Yazıma başlarken neredeydim? Bakar mısın şimdi nerelerdeyim? Yazımı nasıl toparlayacağımı bilemedim gene şimdi... Du bi... Murathan Mungan'ı yeniden anma vaktim geldi. O güzeller güzeli şiirinin sonundaki dizeler gibi...  Yazımı bitirirken... Beni hayal alemimde hayatlarda gezindiren sanatın her türü için demeliyim ki "Ey sanat! Herşeyi hayata dönüştüren!" 

6 yorum:

  1. Hoşgeldin :)
    Yine bir dolu haberler, gözlemler, fotoğraflar ve vecizlerle geldin...
    İyi ki doğmuşsun derler ya hani, ben sana bundan böyle "iyi ki coşkulusun" diyeceğim :))

    Sevgiler,

    YanıtlaSil
  2. selam :) ama ama ben google plus'imda paylaşmak istiyorum yazını buna dair bir buton göremedim :(

    YanıtlaSil
  3. Eyvallah Momentos:)Ne diyebilirim?

    "Sevgili Tanrım, bu coşku beni terk etmesin!"

    YanıtlaSil
  4. Selam Gülçin, inanın google plus'la ilgili hiç bir şey bilmiyorum:) Öğretirseniz sevinirim:))

    Selam veren, borçlu çıkar Hayal Kahvem'den:))

    YanıtlaSil
  5. hmm :) nasıl anlatsam ki ben de bilemedim şimdi şu libke bir göz atabilirsiniz belki başlayın diye bir çubuk var sonrasında da blog üzerinden google plus'i ekleyebilirsiniz görünüm kısmından bizde google plus kullanıcıları olarak blogunuzu ordan da paylaşırız :)))
    sevgiler.

    http://mavininsesi.blogspot.com/

    YanıtlaSil
  6. linki koymadım galiba :)
    https://plus.google.com/?hl=tr

    YanıtlaSil