"Çayır çimen geze geze... Offf... Offff... Çayır çimen geze geze... Offff... Oldum ben bir geveze... Yanma yüreğim yanmaa... Ayrılık bize düştü... Of nenem offff... " diye şahane bir türkümüz vardır bilir misin? Allahım! Şimdi gene oturdum... Hımm! Elimde miss gibi kahvem... Gene bir Kahve Molası yazısı yazmaya hazırlanırken... Ansızın nereden aklıma düştü bu türkü? Du bi! Ben bulayım bu türküyü koyayım şuracığa... Hem öyle Kıraç'tan ya da Funda Arar'dan falan değil... Çok eskilere uzanıp Mavi Işıklar'dan dinleyelim bu türküyü önce birlikte... Sonra bakalım parmaklarımdan ne dökülecek? Oldum ben bir gevezeee... Off nenemm offff!
Tamam... Off! Ne özlemişim bu türküyü... Bayıldım inan ki. Dinledikçe yüreğimin yağlarının eridiğini hissettim. Yıllardır dinlememiştim. Peki gene hafızamın hangi tozlu çekmecesinden ve neden şimdi çıktı, silkeledi tozlarını? Hiç bilmiyorum. Ben bu hafıza denen kutuyu çözemedim. Bilen beri gelsin. Ne diyeceğim biliyor musun? Dün tarih profesörü Cemal Kafadar'la ilgili bir yazı yazmıştım ya Cemal Kafadar'ın elime ilk aldığım kitabının adı neydi biliyor musun? "Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken" Güzelliği görüyor musun? Ben çarpılıp kalmıştım bu cümleyi okuduğumda... Tarih buydu işte... Ben burada yokken birileri vardı burada... Peki ben burada yoğ iken kimler vardı? Müthişti. Karacaoğla'nın bir dizesiymiş bu. Cemal Kafadar'ın kitabını alınca öğrenmiştim. "Karac'oğlan der ki bakın olana... Ömrümün yarısı gitti talana... Sual eyle bizden evvel gelene... Kim var imiş biz burada yoğ iken..." Kitapta yeniçeri, tüccar, derviş ve hatun diye dört bölümde, 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı dünyasında yaşamış dört kişiyi anlatılmış. Ben son bölümdeki Üsküplü Asiye Hatun'un rüyalarını okumakla başlamıştım ne yalan söyleyeyim. İnanılacak gibi değildi. Kurgu değildi çünkü. Tamamiyle gerçekti.
Cemal Kafadar'ın yaptığı araştırmalar sırasında Topkapı Sarayı Kütüphane'sinde gösterişsiz küçük bir mecmuanın içinde karşısına çıkmış bu 17. yüzyılda Üsküp'te yaşamış Asiye Hatun'un rüya defteri. Asiye Hatun Halvetî tarikatine mensupmuş. Tasavvuf yolunu seçmiş. Rüyalarla irşad edilme geleneği varmış. Ama şeyhi başka bir şehirde yaşadığı için rüyalarını yazılı olarak göndermekteymiş. Mektupla irşad tasavvuf tarihinde pek seyrek olmayan bir durummuş. Asiye Hatun gönderdiği mektupların bir müsveddesini ve gelen bazı cevapları saklamış. Kendi ızdırap ve iç çelişkilerini anlatmış.. Evli olmadığı tahmin ediliyormuş. Yaşı bilinmemekle birlikte evlilik çağını biraz geçmiş olduğu düşünülüyormuş. Evlilik motifleri rüyalarında sık sık boy gösteriyormuş. Yazdığı rüyaların yorumlarına göre kalp gözünün açıldığı düşünülüyormuş. Rüyalarıyla çok haşır neşir olan Osmanlı Padişahı III. Murad'ın şirinde "uyan ey gözlerim gafletten uyan" dediği gibi, Asiye Hatun en sonunda rüyasında elinde tuttuğu aynayla içine bakmayı beceriyormuş. Düşünebiliyor musun 17. yüzyılda, biz burada yoğ iken okuyup yazabilen, kitaplarla haşır neşir olan bir kadın yaşamış. Mevlana'dan beyitlere raslanmış yazdığı mektuplarda. Demek Mesnevi'yi okumuş. Sonra Alis'in harikalar diyarına düşüşünü andıran bir rüyasında, evinde bir mermer kapağı kaldırıp rastladığı bir merdivenden aşağıya iniyormuş. Karşısına çıkan çeşmenin suyundan içince kendini birden Medine'de buluyormuş. Böyle şeyler anlatmış mektuplarında. Şahane bir tekinsizlik vaziyeti yani! Bir tarihçi çok farklı gözle incelemiştir illa ki Asiye Hatun'u... Ama ben... Ben... Burada yoğ iken, 400 yıl önce dünyada var olan rüya seven bir kadının varlığını öğrendiğim için mutluyum doğrusu. Bizim onun mektuplarını okuyacağımızı bilse ne düşünürdü acaba? Cemal Kafadar'ın böyle araştırmalarını kitaplaştırması büyük bir niğmet bana göre. Ne diyeyim... Çayır çimen geze geze offf! Offf! Oldum ben bir gevezee off nenem offf! diyeyim... Yazıma şöyle son vereyim... Asiye Hatun'un ruhuna rahmet... Cemal Kafadar'ın ömrüne bereket... Bana da hayal gücü lütfet! Kahve molam bitti. Haydi bana eyvallah! İşe dönmem gerek. Off nenem off!