negzel pembe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
negzel pembe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ağustos 2012 Salı

Ne Yapayım? Çaldımsa Da Mîrî Malı Çaldım.

“Esrarımı Mesnevî’den aldım
Çaldımsa da mîrî malı çaldım.”
Şeyh Galip


O demişti bana ilk önce. "Senin kalbinin böcüü ölmüş," diye. Ben o zaman anlamadıydım o lafı. İşin içinde böcek haşarat olunca bişeylere fena kızmış herhalde diye soramadıydım da. Sonradan bir gün "Peki de demek "senin kalbinin böceği ölmüş" diye sordum.  Çukurova yöresinde bir deyimmiş. Hani hayattan bıkmışlara, olup bitenle başedemeyip vazgeçenlere derlermiş bu lafı. Kalbinin böceği ölürmüş onların... Peki sonra... Hiiiç... Sonra dururlarmış işte öyle...  Düşündüm. Kimi zaman, akla ziyan TV programları izleyip, gazeteleri okuyor, "Orta Zekalılar Cenneti"nin türlü çeşitli meleğiyle fitbolundan cep telefonuna milyon türlü geyiğe dalıyor, bar taburesinden, meyhane sandalyesine, ordan sinema koltuğuna, tirübünlerde, hipodromda, metrobüslerin cam kenarında dört gezdirip kulak kabartıyorum. "Bin ilmekli halife halısı" çiğnediğim de oluyor, göz göre göre moka bastığımda...  İçimdeki ses bitince, yani biri "koşmayı bırak" deyince içimden, susunca... İçmelere, kaybolmalara giderdim eskiden. Doğrusu güzel de kaybolurdum hani; kendim dahil hiç kimse beni beş on gün bulamazdı...  Herkesçe bilinir ki, sonra bulduğun yine kendin olursun.  Reset Ya Resûlallah...  Aslında işte, olup bitenden, gittiğin küçük ölümden gelmek, dirilmektir biraz. Çoğumuz bazen "duruyorduk" hakkaten. Yani öyle "hayata karşı" felan değil. "Hayat bak hiçbir şey yapmadan duruyorum şuracıkta... Duruyorum... Hadi ne yapacaksan yap, bitsin" der gibi...


Az önce Schrödinger'in kedisi'nden  İsrafil'in borusuna, yani kuantum fiziğinden dört kitap dört peygamber indinde kadim bilimlere, iyiliği  ve kötülüğü düşündüm. Hepimiz ölecek miyiz? Evet öleceğiz. Gerçi ben gibi arada gidip gelenler oluyor ama son tahlilde "kalanlar" olarak biz, kötülükle uzlaştığımız için mi direnip kalabiliyoruz? Sahiden kötü müyüz peki? Stefan Hawking'e göre mesela, insanoğlu olarak saldırgan bir ırkız biz. Hatta bu gezegeni bitirip başka gezegenlere açılmak gibi planlarımız var. "Doğal seçilim teorisi" mi yani, yeterince yırtıcı olduğumuz için mi dayanıyoruz bu hayata....


Ben işte böyle fenafillah mertebesinde felsefi düşüncelere dalmışken....  Aklımdan patlıcan sıcakları, Habitat sonrası düşülen kentsel iletişim boşluğu, güneşteki kara lekeler, Ebabil Kuşlarının Başkentinin çeşitli yerlerine yuva yapmaya başladığı ve bunun bir kıyamet alameti olduğu gibi anlamsız bir yığın şey geçirdim.  Bir keresinde Oğuz Abi söylediydi, "Her şeyi yazıp çizdikten sonra bir çeki taşı kalır insanın içinde" dediydi. "Çeki taşı" nedir bilmiyorum. Ama kalbimin yarı ölü böceğinin ters dönmüş bacaklarını kırpıştırırken, okuduğum "ciddi ve hisli" öykülerin sırrını çok iyi biliyorum. Kalbimin böcee'ni merak ediyorsun değil mi? Hımmm... Kalbimin böcüü'ne gelince... Benim ki ölmedi. Fıtıl fıtıl dolaşıyor ortalıkta. Bakma sen, bazen "Naapıyosun" diye soran olduğunda "Hiç işte, duruyorum öyle" dediğim oluyor. Dururken bakıyor hatta fena halde gözetliyorum ama....

Şimdilik o çeki taşından güç bela yontabildiklerimden bunlar...
Benim kalbimin böceğinden seninkine; sevgiyle...


NOT: Kaç gündür yazı yazamıyorum.  İçimden bir şey yazmak gelmiyor.  Eski yazılarımı tekrarlıyorum. Baktım olacak gibi değil. Yazar affetsin beni... Atilla Atalay'ın  aşağıda isimlerini sıraladığım öykülerinden ruh halime denk gelen bazı cümlelerini gene çaldım. Benim cümlelerimle ortaya karışık harmanladım. Ne yapayım yani? Çaldımsa da mîrî malı çaldım.

-Kalbin Böcüü
-Negzel Pembe
-Deliler Denizi
-Kırılan

NOT: Cennetteki Yabancılar çizgi roman karelerini kullandım.


9 Mayıs 2012 Çarşamba

Durma Öyle Hacı... Bi Speyşıl Efekt Yap... Diyceem Bi Aksiyon Olsun.


Bazen içimdeki ses bitince, yani biri “koşmayı bırak” deyince içimden, susunca… İçmelere, kaybolmalara giderdim eskiden. Doğrusu güzel de kaybolurdum hani; kendim de dahil hiç kimse beni beş on gün bulamazdı. Herkesçe bilinir ki, sonra bulduğun gene kendin olursun. Gelgelelim, aradaki kaçma kovalamaca sürecinin gerçekten gizemli ve tehlikeli bir güzelliğinin olduğunu düşünürdüm... 
 


Stefan Hawking'e göre, insanoğlu olarak saldırgan bir ırkız biz mesela.  Hatta bu gezegeni bitirip başka gezegenlere açılmak gibi planlarımız var. Schrödinger'in kedisi'nden İsrafil'in borusuna, yani kuantum fiziğinden dört kitap kırk peygamber indinde kadim bilimlere, iyiliği ve kötülüğü düşünürüm. Hepimiz ölecek miyiz?  Evet öleceğiz.  Gerçi ben gibi arada bir gidip gelenler oluyor ama son tahlilde "kalanlar" olarak biz, kötülükle uzlaştığımız için mi direnip kalabiliyoruz? Sahiden kötü müyüz peki?



Kimsenin hayata dair hiçbir şeyi bilemeyeceğini düşündüm sonra... Bu gezegen var oldu olalı çocukların gördüğü zulmü, kız diye toprağa gömülenlerden başlayıp savaşta kaybolanları, organ ticareti için kaçırılanları, hısım akrabanın eziyetine uğrayanları, yoksulluktan bir harf öğrenemeyenleri, her türden bunca obezitenin gölgesinde aç ölenleri... düşündüm...   O an için kendimi üç ordan, iki de önceden vardı, toplam beş kez yalnız hissettim.   



Sahildeki bankta oturdum. Sanıyorum denizin tek müşterisiydim. Rüzgâr keşişlemeden üç ile beş şiddetinde esiyor, uzaklarda bir salın üzerine üslenmiş kuş korosu aklımdan geçen suzinak şarkıya eşlik ediyordu. Pek efsunlu, insana huzur veren bir görüntüydü. Öyle ki, olur da ölürkene gözümün önünden bi film şeridi geçerse, filmin "mesut dakikalar, haz veren lahzalar" bölümünde bulunsun istedim. Oysa şu lanet olası hayata rozetimi ve silahımı teslim edeli çok oluyordu. Öyle fazla derdim olmazdı yani. Gidene yaban mersinli donut yiyip sert bir kahve içerek bakardım. "Hoop" diye gidiverdi O. Gittiydi işte... Sonra bir süreliğine öldüydüm ben. Her yer hepten sessiz.  Durdum, kuma çekilmiş bir kayığın karına gömdüm kendimi ben, öylece seyrettim. Çok ıssız buralar şimdi, hayat böyle artık; kişi başına bir yalnız düşüyor.



NOT:
1. paragraf Mecnun Kuleleri- Negzel Pembe adlı öykünün bazı cümleleri
2. diğer paragraflar Mecnun Kuleleri- Viran, Civciv Kutusu- Saklambaç ve Kişi Başına Bir Yalnız adlı öykülerinden alıntıladığım bazı Atilla Atalay cümleleriyle, Cennetteki Yabancılar adlı çizgi roman karelerini eşleştirdim. Ortaya böyle bir yazı çıktı. Madem kişi başına bir yalnız düşüyor.  Durma öyle hacı... Bi speyşıl efekt yap... Diyceem bi aksiyon olsun yani... Bilmem anlatabildim mi? 

2011

26 Ocak 2011 Çarşamba

İlaç Niyetine Okunan Öyküler - Negzel Pembe


Televizyonda bir intihar haberi...  Babasını öldüren genç karakolda kendini asmış.  Seyrettim bu haberi... Öylece... Ne seyrettiğimi idrak etmek istemeksizin...  Boş  gözlerle... Hani haberlerde hava durumu anlatılıyormuş da durum  mevsim normallerinden biraz sapmış gibi...  O kadarcık. Alışılagelmiş, sıradan  bir durummuş gibi... Tepkisiz.   Evet aynen bu haldeyken ben... Yanımdaki kadın "nedir bu, niye böyle saçma haberleri gösteriyorlar?" dedi. Ansızın kafamın içinde dünyanın çanları çaldı biliyor musun? İşittim.. İşittim inan ki! Döndüm kadının yüzüne baktım. Korktum biliyor musun? Korktum yemin ederim.  Ya bu lafları ben söyleyeydim? Şimdi ben bu habere böyle boş gözlerle bakıyorsam. Sonrasında gün gelecek bu kadının tepskisini mi vereceğim? Dağıldım biliyor musun?  O kadar korktum ki yüzümdeki tüm kanın çekildiğini hissettim. Kuafördeydim zaten. Aynada yüzümü gördüm. Bembeyaz kesilmiştim.  Saçıma fön çeken kız "abla iyi misiniz?" diye sordu.  İyi değildim. Hem de hiç iyi değildim. Şimdi sorarım sana kendimi böyle dağınık hissettiğimde beni toparlayacak ne var? Ne beni kendime getirecek? Tekrar insan olduğumu hissettirecek.  Ne bana ümit verecek? En güzel ilaç edebiyat... Çantamdan Atilla Atalay'ın son kitabı Mecnun Kuleleri'ni çıkardım. Negzel Pembe adlı öyküsünü açtım. Niye bu öyküsünü açtım biliyor  musun? Bu öyküde yazar'ın arkadaşı Ali intihar eder çünkü. Ve yazar karamizah cümleleriyle okuyucuya iyiliği kötülüğü düşündürür. Hepimiz öleceğiz. Bundan kaçış yok. Ama her intihar arkasında pek çok soru bırakır. Belki de her intihardan tüm insanlık sorumludur. Bizler, yaşayanlar kötü müyüz yoksa? Ölümlerden nemalananlar, haberciler, gazeteciler... Bir dolu insan intihar haberlerinin üzerine atlarken, reklam dünyası hiç birşeyden etkilenmemize izin vermez ya hani... Böyle bir haber mi var? İki reklam arasında verilir hani misal... Ve sanki hayat sadece bir bebeğin ağzından çıkan iki cümledir: "Negzel pembe" Sonra işte bir kuaför salonunda televizyonda benzeri bir intihar haberine denk gelinir. Önce tepkisiz izlenmeye başlanır. Sonra "nedir bu, niye böyle saçma haberleri gösteriyorlar" denir. Of, Allah saklasın... Aman ha!


Dün bir arkadaşımla  benim ofiste kahve içip hasbihal ediyorduk. Atilla Atalay'ın son kitabı Mecnun Kuleleri masamın üzerindeydi. Bilmiyormuş Atilla Atalay'ın öykülerini. Anlattım biraz. Dedi ki: "Acıklı gibi sanki. İçini karartmıyor mu?"  Şaşırdım bu tepkisine... Güldüm. Oysa  yazarın "ciddi ve hisli" öyküleri her daim içimi açar. Tamam. İnkar edemem. Öykülerini okudukca içime ağır ve kıpırdamaz bir şey oturur oturmasına... Tamam... Hep söylerim... Oğuz Aral'ın dediği gibi, Atilla Atalay'ın  öykülerini okuyunca sanki gülecek gibi olacakken içimde gözyaşı dahil herhangi bir sıvıyla akıtılıp temizlenmeyecek bir tortu birikir. Ve geriye koskocaman bir çeki taşı kalır. Zaten öykülerinin sırrı burdadır. Kimi zaman efil efil arıyorum ya onun öykülerini... Bulamazsam... Okuyamazsam... Nefessiz kalacakmışım gibi hissediyorum.. Hani bünyemdeki tiryakilik hallerim... Hep bu sebepledir. Yüreğime dokunur. Yüreğimde bir yerleri acıtır. Galiba bu duygular bana insan olduğumu tekrar hatırlatır. Bu acı çok güzel bir şeydir. Dimağımda tadı kalır.  "Negzel pembe!"