civciv kutusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
civciv kutusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Durma Öyle Hacı... Bi Speyşıl Efekt Yap... Diyceem Bi Aksiyon Olsun.


Bazen içimdeki ses bitince, yani biri “koşmayı bırak” deyince içimden, susunca… İçmelere, kaybolmalara giderdim eskiden. Doğrusu güzel de kaybolurdum hani; kendim de dahil hiç kimse beni beş on gün bulamazdı. Herkesçe bilinir ki, sonra bulduğun gene kendin olursun. Gelgelelim, aradaki kaçma kovalamaca sürecinin gerçekten gizemli ve tehlikeli bir güzelliğinin olduğunu düşünürdüm... 
 


Stefan Hawking'e göre, insanoğlu olarak saldırgan bir ırkız biz mesela.  Hatta bu gezegeni bitirip başka gezegenlere açılmak gibi planlarımız var. Schrödinger'in kedisi'nden İsrafil'in borusuna, yani kuantum fiziğinden dört kitap kırk peygamber indinde kadim bilimlere, iyiliği ve kötülüğü düşünürüm. Hepimiz ölecek miyiz?  Evet öleceğiz.  Gerçi ben gibi arada bir gidip gelenler oluyor ama son tahlilde "kalanlar" olarak biz, kötülükle uzlaştığımız için mi direnip kalabiliyoruz? Sahiden kötü müyüz peki?



Kimsenin hayata dair hiçbir şeyi bilemeyeceğini düşündüm sonra... Bu gezegen var oldu olalı çocukların gördüğü zulmü, kız diye toprağa gömülenlerden başlayıp savaşta kaybolanları, organ ticareti için kaçırılanları, hısım akrabanın eziyetine uğrayanları, yoksulluktan bir harf öğrenemeyenleri, her türden bunca obezitenin gölgesinde aç ölenleri... düşündüm...   O an için kendimi üç ordan, iki de önceden vardı, toplam beş kez yalnız hissettim.   



Sahildeki bankta oturdum. Sanıyorum denizin tek müşterisiydim. Rüzgâr keşişlemeden üç ile beş şiddetinde esiyor, uzaklarda bir salın üzerine üslenmiş kuş korosu aklımdan geçen suzinak şarkıya eşlik ediyordu. Pek efsunlu, insana huzur veren bir görüntüydü. Öyle ki, olur da ölürkene gözümün önünden bi film şeridi geçerse, filmin "mesut dakikalar, haz veren lahzalar" bölümünde bulunsun istedim. Oysa şu lanet olası hayata rozetimi ve silahımı teslim edeli çok oluyordu. Öyle fazla derdim olmazdı yani. Gidene yaban mersinli donut yiyip sert bir kahve içerek bakardım. "Hoop" diye gidiverdi O. Gittiydi işte... Sonra bir süreliğine öldüydüm ben. Her yer hepten sessiz.  Durdum, kuma çekilmiş bir kayığın karına gömdüm kendimi ben, öylece seyrettim. Çok ıssız buralar şimdi, hayat böyle artık; kişi başına bir yalnız düşüyor.



NOT:
1. paragraf Mecnun Kuleleri- Negzel Pembe adlı öykünün bazı cümleleri
2. diğer paragraflar Mecnun Kuleleri- Viran, Civciv Kutusu- Saklambaç ve Kişi Başına Bir Yalnız adlı öykülerinden alıntıladığım bazı Atilla Atalay cümleleriyle, Cennetteki Yabancılar adlı çizgi roman karelerini eşleştirdim. Ortaya böyle bir yazı çıktı. Madem kişi başına bir yalnız düşüyor.  Durma öyle hacı... Bi speyşıl efekt yap... Diyceem bi aksiyon olsun yani... Bilmem anlatabildim mi? 

2011

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Durma Öyle Hacı... Bi Speyşıl Efekt Yap... Diyceem Bi Aksiyon Olsun.

Bazen içimdeki ses bitince, yani biri “koşmayı bırak” deyince içimden, susunca… İçmelere, kaybolmalara giderdim eskiden. Doğrusu güzel de kaybolurdum hani; kendim de dahil hiç kimse beni beş on gün bulamazdı. Herkesçe bilinir ki, sonra bulduğun gene kendin olursun. Gelgelelim, aradaki kaçma kovalamaca sürecinin gerçekten gizemli ve tehlikeli bir güzelliğinin olduğunu düşünürdüm... 
 


Stefan Hawking'e göre, insanoğlu olarak saldırgan bir ırkız biz mesela.  Hatta bu gezegeni bitirip başka gezegenlere açılmak gibi planlarımız var. Schrödinger'in kedisi'nden İsrafil'in borusuna, yani kuantum fiziğinden dört kitap kırk peygamber indinde kadim bilimlere, iyiliği ve kötülüğü düşünürüm. Hepimiz ölecek miyiz?  Evet öleceğiz.  Gerçi ben gibi arada bir gidip gelenler oluyor ama son tahlilde "kalanlar" olarak biz, kötülükle uzlaştığımız için mi direnip kalabiliyoruz? Sahiden kötü müyüz peki?



Kimsenin hayata dair hiçbir şeyi bilemeyeceğini düşündüm sonra... Bu gezegen var oldu olalı çocukların gördüğü zulmü, kız diye toprağa gömülenlerden başlayıp savaşta kaybolanları, organ ticareti için kaçırılanları, hısım akrabanın eziyetine uğrayanları, yoksulluktan bir harf öğrenemeyenleri, her türden bunca obezitenin gölgesinde aç ölenleri... düşündüm... O an için kendimi üç ordan, iki de önceden vardı, toplam beş kez yalnız hissettim. 
 


Sahildeki bankta oturdum. Sanıyorum denizin tek müşterisiydim. Rüzgâr keşişlemeden üç ile beş şiddetinde esiyor, uzaklarda bir salın üzerine üslenmiş kuş korosu aklımdan geçen suzinak şarkıya eşlik ediyordu. Pek efsunlu, insana huzur veren bir görüntüydü. Öyle ki, olur da ölürkene gözümün önünden bi film şeridi geçerse, filmin "mesut dakikalar, haz veren lahzalar" bölümünde bulunsun istedim. Oysa şu lanet olası hayata rozetimi ve silahımı teslim edeli çok oluyordu. Öyle fazla derdim olmazdı yani. Gidene yaban mersinli donut yiyip sert bir kahve içerek bakardım. "Hoop" diye gidiverdi O. Gittiydi işte... Sonra bir süreliğine öldüydüm ben. Her yer hepten sessiz.  Durdum, kuma çekilmiş bir kayığın karına gömdüm kendimi ben, öylece seyrettim. Çok ıssız buralar şimdi, hayat böyle artık; kişi başına bir yalnız düşüyor.



NOT:
1. paragraf Mecnun Kuleleri- Negzel Pembe adlı öykünün bazı cümleleri
2. diğer paragraflar Mecnun Kuleleri- Viran, Civciv Kutusu- Saklambaç ve Kişi Başına Bir Yalnız adlı öykülerinden alıntıladığım bazı Atilla Atalay cümleleriyle, Cennetteki Yabancılar çizgi roman karelerini eşleştirdim. Ortaya böyle bir yazı çıktı. Madem kişi başına bir yalnız düşüyor. Şu mübarek cumartesi günü... Maksat aksiyon olsun yani... Bilmem anlatabildim mi? Bi speyşıl efekt artık sen yapıver bari...





17 Ekim 2010 Pazar

Bu Havada Denizle Top Oynayamayacağıma Göre, Oynadım Yazarların Cümleleriyle...


Denizle top oynadın mı hiç?  Şimdi "Bu  mevsimde denizle top oynamak nerden aklına geldi?" diyeceksen lütfen deme... Sabah erken uyanmıştım. Uzaktan denize bakıyordum. Hafıza ne  tuhaf  bir kutudur bilirsin.  Durup dururken şaşırtır insanı... Ne bileyim?  Öylee denize bakarken aklıma geliverdi. Heyy! Denizle top oynanır tabii. Hele patlak, mavi bir topsa eğer... Sahil boyunca yürürken topa vurursun, dalgalara gider... Deniz dalgalarıyla yeniden sana atar topu... Sonra gene paslaşırsınız.. Sonuncusunda biraz hızlı vurursun, top dalgaların uzağına düşer... Deniz şahsi oynamaya başlar... Topu alıp götürür... Bir daha sana vermez...  Dinler misin? Öykü bu ya.........

Yanlız kalmak istiyorsun... Arkadaşından yazlık evinin anahtarını istiyorsun... O da soru sormadan veriyor evinin anahtarını sana... Biraz bozuluyorsun aslında... Neden kaçmak istiyorsun yazlığa diye bir sorsa ya... Sormuyor. Eve gidiyorsun. Evin her tarafı beyaz çarşaflarla örtülü. Perdeler, sıkı sıkıya kapanmış, camlar, kapılar kepengli kitli... Nasıl ihtiyacın var yalnız kalmaya... Kendine, kendi kendine yettiğini ispatlamaya... Bu bir moral kampı... Oh! Kimseye ihtiyacın yok.. Hele  "O"na hiç... Getirdiğin yiyeceklerden yiyiyorsun. Denizle bir kerecik top oynuyorsun.

 


Radyoda "Yeşil ayna takıldın mı beline?" türküsü çalıyor. "Gelin kurban olam tatlı diline"...  Şakir Öner Gülhan söylüyor, tuhaf oluyorsun. Evi yavaş yavaş incelemeye ve karıştırmaya başlıyorsun. Bir plak kutusu buluyorsun. İçinde "naylon muhafaza yapraklara" dizilmiş 45'likler. Pikap çalışmıyor. Sen plaklara bakıp anımsadıklarını söylemeye başlıyorsun. Ömür Göksel'den "Satmışım anasını ben bu dünyanın"... Erdem Alkın, Fatoş Balkır, Rezzan Yücel... Ve Gökben'den... "Şiribim şiribom şiribinbimbim borobom, dabaday daba dayday, dabadaba day day ay ay"... Hahaha... Çok saçma... Sanki zaman bu dolaba saklanmış, açınca çıkıverdi.  Sanki bir kapak daha var. Açınca içinden Kemalettin Tuğcu'nun çocuk kitapları çıkacak.
 

Aslında şeytan ne diyor biliyor musun? Dolabın içine gir ve zaman dursun.  Gerçekten dolabın içine girmekten korktuğundan mıdır ne kendini deniz kenarına atıyorsun. Deniz gene pas veriyor sana. İki gün önce alıp götürdüğü patlak topu dalgalarıyla önüne atıyor. Oynamak istemiyorsun. Topu alıp denizin erişemeyeceği bir yere koyuyorsun. Biraz önce karıştırdığın plaklardaki şarkılardan bağıra bağıra söylemeye başlıyorsun... "Onda bunda şundadır, şunda bundaa ondadııır, mavi boncuk kimdeysee, benim gönlüm ondadır."... Asu Maralman... "Olur olur bal gibi oluuur... Kim demiş ki olmas diyeee, yeter ki seen"... Rüçhan Çamay "Parra parra parra"... Rezzan Yücel... "Sen iyisi mi çaal sööle"... Cem Karaca, "İlyas Temel Süreyya".... Erkin Baba "Sen yoksun aramızda, şüphe var kanımızdaa"... Timur Selçuk "Beni köör kuyuulardaağğ"... Son olarak Tanju Okan'dan bir parça... "Çocukluğum, çocukluğuum, bir boşluk vaar, dolduramıyorum. O zamanlardan yasaklamışalar, ağlayamıyoruuumm"... Hıçkırmakla böğürme arası tuhaf sesler çıkarıyorsun ama sen de ağlayamıyorsun... Aklına bir kaç dize geliyor...  "Ahmakıslatan değilim dedi... İnandım o yağmura... Ve ıslandım tam bir ahmak gibi"... Eve dönüyorsun. TRT1 hava ve yol durumunu verirken radyoda... "Mazıdağı mevkiindeki heyelan durumu nedeniyle......." Uyuyorsun.  "Ve bugün sabah... Herşeyden habersiz yanımda yatan... Ölü bedenimle uyandım."

BİTTİ

 
Hımm.. Şimdi ben  ne yaptım biliyor musun? Atilla Atalay'ın dünyalar güzeli bir öyküsü vardır. Saklambaç...  Öykü bu kadar değildir tabii ve böyle hiç değildir.. Ne ego savaşları vardır aslında bu öykünün içinde...  Okuyunca nasıl çeki taşı bırakır insanın yüreğine gene... Ve öykünün asıl oyunu, adı üstünde Saklambaç'tır. Yok, ben oralara girmek istemedim. Zaten öyküyü anlatmak değildi ki benim niyetim. Öykünün şarkı yoğun bölümlerini  ve bir de denizle top oynama hikayesini aldım... Çok severim bu bölümlerdeki halleri... Ayrıca öykü bahanesiyle eski şarkı ve şarkıcıları da hatırlamak istedim. Yazdığım yazının içine Numan Serteli'nin sevdiğim iki naikusunu kattım. Ve sonu farklı bambaşka bir öykü yarattım. Yazarlar affetsin beni...  Orijinalini okumak isteyen ki illa okunmalıdır. Atilla Atalay'ın Civciv Kutusu adlı kitabını edinsin. 169. sayfadadır bu öykü... İçine gömülsün... Numan Serteli  haiku ve naikuları için de sevdiğim bloglardaki mümkünmertebe'yi bir zahmet ziyaret ediversin. Eee... Adres gösterdim işte... Bu yaptığım suç olabilir mi? Şeyy...  Sabah sabah canım oynamak istemişti de... Bu havada denizle top oynayamayacağıma göre, oynadım yazarların cümleleriyle... Yaa... Böyleyken böyle işte.