sesli betimleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sesli betimleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2016 Cumartesi

Bilmemek Değil, Öğrenmemek Ayıp Bizim Köyde...

Yüz yüze hiç gelmedik. İlk kez telefonda konuşuyoruz. Sesinin nasıl hoş tınısı var anlatamam. Kelimeler ahizeden kulağıma geldikçe ıpılık esinti geçiriyor. Psikoloji bölümünde okuduğunu, geçen dönem romantik müzik dersi aldığını, derste baleyi de işlediklerini, hocasının baleyi kendisine anlatabildiği kadarını anlattığını, hatta bazı hareketleri gösterdiğini, öyle olunca acaba bale betimlenebilir mi, kör biri olarak tek başına bale seyredebilir miyim diye düşünmeye başladığını çıtır çıtır bi nefeste anlattı. Benim gibi dambur dumbur değil... Nasıl desem? Böyle... Tane tane... Akıcı... Ve isteğine hemen "tamam" dediğime göre, fena halde ikna edici konuşuyor. 

Hocasıyla betimleme yapılabilecek baleyi de seçmişler. Adolphe Adam'ın Giselle adlı balesiymiş. Sesli Betimleme Derneği'ne yazmış. Maalesef işleri yoğunmuş. Bu bireysel bir talep olduğu için, böyle bir talebe ayıracakları vakit de insan da yokmuş. Esra benden bahsetmiş. Esra'yla sinemaya giderdik. Burada anlatmıştım. Kafa kafaya verirdik. Filmleri fısıltıyla betimlerdim. Esra Erasmus bursuyla Almanya'ya gitti. Mektuplaşıyoruz şimdi. Esra, baleyi benim betimleyebileceğimi söylemiş. "Yapar mısınız?" dedi. 

Durur muyum? Hiç ikiletmedim. Heyecanla cevapladım. "Betimlerim tabii. Ne olacak ki? Memnuniyetle yaparım." dedim. Adı Bahar... Kendisini henüz görmedim. Ve fakat adının güzelliğini sesinde taşıdığına kefilim. Hafifçe öksürdü. "Jizel balesinin linkini göndereyim. İsterseniz izleyin fikriniz olsun. Öyle konuşalım." dedi. Ne olacaktı ki? Filmleri nasıl betimleyerek anlatıyorsam, Bahar'ın istediği baleyi de betimleyiverirdim.




Ömrümde bir kez bile sahnede bale seyretmemiş biriydim. Dahası baleden hiç haz etmem, kim çocuğunu baleye gönderse, bu zamanda baleye ne gerek var, judo karateye gönderin derdim. Cahilce konuşuyormuşum. Bahar'ın linkini tıkladım. Önce klasik müzik başladı. Arkama yaslandım. Orkestra şefinin hareketlerini anlatarak betimlemeye başlayacağımı hayal ettim. Sonra... Oyuncuların adları... Yanlarında fotoğrafları...Ne olacak ki? Kolay... Nanananooom! Ve bale başladı. Daha ilk sahnede kalakaldım. Bale bu arkadaşım! Hiç diyalog yok ki! Sinemada diyalog olmayan sahneleri betimliyordum. Yeminle sırtımdan şelale aktığını hissettim. Allahım! Görmeyen birine balede olanları, daha mühimi balenin büyülü atmosferini, oyuncuların şiirsel hareketlerini nasıl anlatacağım diye dertlenmeye başladım. Üstelik bale kültürü olmayan, balenin be'sinden anlamayan benim gibi biri! 


Yooo...  Sakın vazgeçtiğimi sanmayın. Kollarımı sıvadım. Çalışmaya başladım. Bahar'la güçlerimizi birleştireceğiz. Bale betimlemeyi becereceğiz:)


9 Aralık 2014 Salı

İstanbul Modern'de Dokunmatik Müze Gezisi

Ayşegül ve Pınar 
 
 
İtiraf etmeliyim ki, kör arkadaşlarımın gözlerinin görmediğini hep unuturum. Aralarında doğuştan kör olanlar da var sonradan görme duyularını  yitirenler de...  Zaman zaman birlikte oturur, geziniriz. Konuşup, hasbihal ederiz. Patavatsızın tekiyim. Nereye gideceğini düşünmem, dangul dungul  konuşurum. Bazan “Önüne baksana, kör müsün?” derim... Hiiç aldırmazlar. Tüm güzellikleriyle “Evet, körüm, ne olacak?” derler. Güleriz. Verdikleri mücadelelere her daim hayranlık duymuşumdur. Kör olduklarına o kadar dertlendiğimi söyleyemem... Amaa… Körlere sağlanan olanakların yetersizliği ya da ne bileyim görenlerle aralarındaki fırsat eşitsizliği var ya… Of!.. Fena halde canımı sıkar. İşte bu durumlara harbiden dertlenirim.
 
Misal, çok sık müze gezen biriyim. Müze gezerken aklıma gelirler. Bu arkadaşlarım niye görme engelli oldukları için müze gezemiyorlar ki diye düşünürüm. İstanbul Modern’de görme engelli çocuklar için hazırlanan atölye olduğunu duyunca, hemen müzede çalışan Duygu'yla iletişime geçip, arkadaşlarımı anlattım. "Niye bu atölye sadece kör çocuklar için, yetişkinler de gelse olmaz mı?" diye sordum. Duygu "Neden olmasın?" dedi ve atölyenin eğitim görevlisi Ayşegül’le konuştu. Sonra bir araya geldik. Ayşegül "Şahane olur." dedi. Kollarımızı sıvadık. Ve arkadaşlarım için sürpriz bir müze gezisi planladık.

 (Sibel-Mahmut-Ayşegül-Cihan-Pınar)

Hey! Durur muyum? Beş dakika bile dayanamadım tabii... Hemen... Hemen... Pınar ve Mahmut’u heyecanla aradım. Mahmut doğuştan kör, Pınar ise on altı yaşında kör olmuş. Vaziyeti, böyleyken böyle diye anlattım. Konu çok enteresan geldi. Hepimiz nasıl heyecanlandık anlatamam. Nanananooom! Planladığımız pazar sabahı, Pınar, Sibel, Mahmut, Emel, Cihan ve ben… Sibel, Pınar’ın annesi. Sibel de çok gençken kör olmuş. Emel yüzde on görebiliyor. Cihan görüyor. Mahmut’la Cihan’ın, birlikte yürüttükleri körler için bambaşka bir uluslararası proje var. Cihan “Ben de gelirim” dedi. Ben ise şoförleri… Ver elini İstanbul yaptık. Önce Ortaköy’de kahve içmece… Sonraaa… Hep birlikte İstanbul Modern’e gitmece...

Hay canına! Özel olarak kapıda karşılandık iyi mi? Hemen eğitim odasına alındık. Ayşegül, İstanbul Modern’i ve bu projeyi anlattı. Sonra herkesi teker teker dinledi. Veee… Sıra müze gezmeye geldi. Pazar günü ya… Of… Müze nasıl kalabalıktı anlatamam. Ayşegül müzeyi gezdirdi. Tabloları tek tek betimledi. Gören gözlerimle fark edemediğim pek çok ayrıntıyı öğrendim. Şahaneydi. Sonra tekrar eğitim odasına geçtik. Betimlenen tabloların bazıları kabartma olarak hazırlanmış. Betimlenerek hayalde canlandırılan tablolara bu kez dokunabilme imkanı buluyorsunuz. Böylece resim zihinde somutlaşıyor. Müthiş bir şey bu. Kıymetli bir emek!
 
 
Arkadaşlarım bayıldı bu duruma. Daha çok duyulmalı, daha çok kör bu durumu bilmeli ve daha çok insan müzenin bu programından faydalanmalı dediler. Bi baktım ki o ne? Hemen duyurmaya başlamışlar bile…
  

(Mahmut-Sibel-Pınar-Emel)


Hey! Ayrıca İstanbul Modern'de, Türk Sinemasının 100. yılına ithafen "100 Yıllık Aşk" sergisi vardı. Müzenin hazırladığı long playleri pikaba koyduk. Evvel zaman içinde seyrettiğimiz, lezzeti hiç eskimeyen film şarkılarını dinledik. Öyle güzel bir gündü ki anlatamam. Meteoroloji yağmur fırtına olacak dediği halde, felek yüzümüze güldü. Sımsıcak bir gün geçirdik:)

8 Aralık 2011 Perşembe

Dedemin İnsanları Ve Şehrimin İnsanları


4 Aralık gecesi, Altınokta Körler Derneği Kocaeli Şubesi ile Kocaeli Üniversitesi Dans Kulübü ve şehrimin dans okullarının işbirliğiyle düzenlenen  Tango Gecesi'ne gitmiştim. Altınokta Körler Derneği Başkanı Pınar sahnede dans ediyordu. Görme engelli birinin nasıl şahane tango yapabileceğini gözler önüne seriyordu. Pınar'ın danslarından sonra, diğer dans gruplarının gösterileri başladı. Her bir çift muhteşemdi. Bir ara hemen sağ çaprazımdaki masada oturan iki genç kızı farkettim. Sahneye hiç bakmıyorlar, aralarında fısıldaşıyorlardı. İyice  dikkat edince görme engelli olduklarını anladım. Bir süre daha dans edenleri seyrettim. Sonra gene iki kıza döndüm. Yerimden kalktım. Yanlarına gittim. Kendimi tanıttım. İsimlerini öğrendim. Bangır bangır tango müziği çalıyordu. İçimden gelen şeyi söyleyip söylememekte önce bir süre tereddüt ettim. Sonra cesaretimi toplayıp eğildim... "İsterseniz size sahnede neler olup bittiğini anlatabilirim." dedim.  Gülümsediler.  "Çok seviniriz." dediler.  Hemen bir sandalyeyi kaptığım gibi aralarına çöktüm. Ballandıra ballandıra anlatmaya başladım. "Şimmmdiii... Sahnede yaklaşık on tane kadar çift var. Size bir şey söyleyeyim mi kızlar var ya inanılmaz fıstıklar... Kimisi sarısın, kimi kızıl, kimi kuzguni siyah saçlı... Of, çoğunun bellerine kadar saçları var. Arada morlu, pembeli kıyafetli kızlar olsa da genelde kızların üzerlerinde siyah elbiseri var." dedim. Durdum. Söylediklerine göre ikisi de bebeklikten beri görmüyordu. Ben renkleri söylüyordum ya acaba yaptığım doğru muydu? Ürkekliği attım üzerimden. "Bakın ilk olarak böyle anlatıyorum. Hata yaparsam diye çekingenlik hissetmek istemiyorum. Mesela siz renkleri biliyor musunuz? Nasıl anlatmalıyım?" diye sordum. Renklerle anlatmamı istediler. Bıraktım kendimi dansın akışına... Kimi kızların tül gibi şeffaf blûz giydiğini, kimlerinin elbisesinin sırta kadar açık olduğunu, kimi erkeğin dans ettiği kızdan çok  kısa olduğunu, gene de komik değil hoş göründüklerini, bir süre sonra tüm kızların gözlerine bant takarak görmeden dans ettiklerini, dans eden kızlardan birinin harikulade bacakları olduğunu, salondaki renkleri, çoşku içinde anlattım... Anlattım. Arada merak ettiklerini sordular. Cevapladım.

  

Gösteriden sonra biraz daha muhabbet ettik. Konu sinemaya ve kitap okumaya geldi. Kitap okuyabiliyorlardı ama filim nasıl seyrediyorlardı? Kızlardan birinin adı Esra diğerinin adı Berrak idi. Esra Kocaeli Üniversitesi'nde ikinci sınıfta okuyormuş. Sinemayı çok seviyormuş. Boğaziçi Üniversitesi'nin kütüphanesi memleketin her yerindeki görmeyenler için bir sistem kurmuş. "Sesli betimleme" denilen bir yöntem varmış. Yani filmin konuşma olmayan, sessiz ya da müzikli anlarında perdede olup bitenler bir anlatıcı tarafından tarif ediliyormuş. Görme engelliler bir şifre alıp Boğaziçi Üniversite'sinin hazır ettiği bu filmlere erişebiliyor ve izleyebiliyorlarmış. Ne hoş! Bayıldım. "Ben de sesli betimleme yaparak bir filmi anlatmayı deneyebilirim." dedim. Veee... Bugün Esra ile İzmit'te buluştuk. Dedemin İnsanları'na gittik. Esra ile kafa kafaya verdik. Fısıl fısıl bir sesle "sesli betimleme" yaptım ben... Filmi seyrederken, konuşma olmayan sahnelerde Esra'ya perdede gördüklerimi anlattım. Tamam. Sinema görsel bir sanat olabilir. Ama demek ki görmeyen biri de dinleyerek filmi seyredebilir. Belki evde seyretmek daha kolay olabilir. Ama sinema salonun atmosferinde film izlemek büyüler insanı öyle değil mi? Galiba ben sesli betimleme işini becerdim. Biz Esra ile "sesli betimleme" yaparak film seyretmeyi sevdik. Birbirimize belli etmeden azıcık gözyaşı bile döktük. Bugün biraz acemiydim ama fazlasıyla anlatmaya hevesliydim. Esra beğendi galiba beni. "Gene gidelim olur mu?" dedi. Heyy! Çoook sevindim. "Elbette. Hep gideriz. "dedim.