soğuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
soğuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ocak 2016 Pazar

En Güzel Yaz, Yaz Mevsiminde Mi Yaşanır Sizce?


En güzel yaz, yaz mevsiminde mi yaşanır sizce?

Yoo... En güzel yaz,  kış mevsiminin titreten  buz gibi havasında, sıcak yaz günlerini hatırladığımız zamanlarda yaşanır.

Ben, yazı, güneşi, sıcağı değil, dondurucu soğukların kol gezdiği şu kış günlerinde, yazı, güneşi, sıcağı, denizi  hayal etmenin içimde uyandırdığı hisleri seviyorum.

24 Aralık 2013 Salı

Ders: Coğrafya - Konu: Karadeniz İklimi



Ben insanların aptalı... 

Hemencik kandırıverir  beni güzel havalar... Bir ılıman hava esmeye görsün... Düşünmem kara kıştayız  diye... Hoop!.. Vururum kendimi sokağa!

Bu sabah evden çıkmadan önce pencereden gökyüzüne baktım. Aaa!.. Güneş vardı. Şaşkının tekiyim. Kış güneşi bulutların arasından tatlı tatlı göz kırpmaktaydı ya... Aldandım. Bez ayakkabılarımı geçirdiğim gibi ayağıma... Kısa kadife ceketimi giydiğim gibi sırtıma... Ne eldiven... ne atkı... ne şapka! Evden nasıl fırladım biliyor musun? Hey! Sanki güneşle randevum varmış ta...  Canım fedaymış onun yoluna... Abarttım. Asansöre binmedim. Ah! Beş katın merdivenini zıplaya zıplaya indim... Nefes nefese kalmıştım dışarı çıktığımda!

Arabama binmedim. Evle ofisin arası ne kadar ki... Olsun olsun tabanvayla on dakika. Güneş kandırdı beni.  Sokağa ayak bastığımda bulutların arasına gizlendi. Ne fena! Nasıl ayaz vardı anlatamam. Buz buz...  Vazgeçmedim.  Hızlı hızlı yürüdüm. İnan bana... Ofise girdiğimde resmen buz kesmiştim. Tam o anda... Fıkır fıkır bir Karadeniz ezgisi işittim. "Seni kafama taktum... Atma atamayrum... Girdun rüyalaruma... Yatma yatamayirum..." Hey! Hatırladım. Cimilli İbo! 

Kadife ceketimi çıkardığım gibi girişteki sandalyenin üstüne attım. "Dondum kızlar!" diye bas bas bağırdım. "Haydi gelin üç ayak oynamaya!"  Güldüler Özlem ve Berna... Hiç itiraz etmediler. Geldiler yancağızıma... El ele tutuştuk. Ofisin ortasında oynamaya başladık. O anda... Bir müşteri gelse mesela. Yeminle duymazdık. Öyle kendimizden geçtik. Ha bir... Ha iki... Haçan üç...  Bizim ayaklar, kollar, omuzlar... Rivrivri Rivrivri Rivrivri... Ohooo! Coştuk! Coştuk!.. 

Ne hoş kış mevsimi değil mi? Söyler misin, şimdi yaz olsa sözgelimi... Böyle deli horon oynamak mümkün mü? Nerdeeee? Sıcakta parmağımızı oynatacak gücümüz olmuyor vallahi!

Ne düşündüm biliyor musun? Karadeniz ikliminde yazlar serin kışlar soğuk oluyor ya... Karadeniz folklorü, ısınmak için mi böyle kıpır kıpır acaba?




19 Temmuz 2011 Salı

Kara Basma İz Olur Güzellerde Naz Olur!..

  
Geçtiğimiz kıştı. Hiç unutmuyorum. "Haydi kara yatalım!" demiştim arkadaşıma. Sanki ben ona böyle bir lakırtı sarfetmemiştim de " Haydi dilini uzat limon sürecem!" demiştim. Öyle bir ekşitmişti ki suratını anlatamam.  Akabinde  ne dese beğenirsin. Kaşlarını devire devire "Yoo! Aslaaa.. Soğuk olan hiçbir şeyi sevmem!" demişti. Allahım Yarabbim... Kulaklarıma inanamamıştım biliyor musun? Gerçekten. Nasıl yani? Sanki onu ilk kez tanıyormuşum, hatta hayatımda ilk kez görüyormuşum gibi, gözlerimi pörtleterek şaşkın şehla bakışımla bakmıştım. Ne diyordu Allahaşkına? O güzeller güzeli, pamuk gibi tertemiz kar bizi beklemiyor muydu? Bedenimiz ve ağırlığımız olduğunu unutarak... Hatta içimiz tamamen boş varsayarak... Öööylece kollarımızı iki yana açarak... Efendime söyleyeyim... Sanki denize sırt üstü atlarmış gibi...  Kafaya hiçbir şeyi takmazmış gibi... Kendimizi karın tatlı kucağına bırakmayacak mıydık yani? O kadar şaşırmıştım ki anlatamam. İnan bana dilim tutulmuştu da bir süre konuşamamıştım. Diyebilirim ki öylece kalakalmıştım. Hatta donakalmıştım. Etraf ıssııızzz... Ve off nasıl sessizdi. Gözalabildiğine bembeyazdı. Her taraf resmen sütliman...  Mevsim şimdiki gibi yaz değildi ki... Kıştı ya... Kar da yağmıştı tabii...  Ahh! Düşünsene  yüzümüzü ısıran tatlı bir ayaz vardı. Ne şahaneydi yarabbim... Arkadaşımla bizim köyün köyündeki kır evine gelmiştik. O soğukta niye mi? Anlatacağım bak, şöyle:
 
  
Çok eski arkadaşız biz. Komşuyuz. Acı ve tatlı paylaştığımız okadar çok şey var ki!. Yılların dostluğu. Yılların emeği. Evet, doğru. Arkadaşlık emek ister. Bu emek neticesinde biriktirdiğimiz ne çok anılarımız var. Yıllanan anılarımızın her biri naftalinlendi. Naftalinlenen anılarımız hafızalarımızın kuytu çekmecelerine itinayla istiflendi. Kimi zaman havalanmaları gerekir. Çıkartırız ilgili çekmecelerinden. Sallar  silkeleriz şööyle...  Sonraa hatırladıklarımıza kimi ağlar, kimi güleriz. Ama en güzeli var ya, acayip güleriz biz Dilek'le. Gerçekten. Kimi zaman gülme krizine tutulmuşluğumuz vardır,biliyor musun? Hani katılmak vardır ya gülmekten. Aynen öyle. Gülmekten sahiden katılırız. Ne güldürür ki bizi böyle? Küçük, tatlı şeyler işte. Öyle durup dururken, son anda tesadüfen denk gelinen... Ne bileyim, belki bir kelime... Başkasına söylense anlayamaz. Biz bile kimi zaman, bizi kendimizden geçirecek kadar güldüren şeye, sonra konuştuğumuzda şaşarız. Hani makaraların koyuverildiği anlar vardır ya... Sonradan anlaşılmayan. Anlık şeyler. O an içinde yaşanan. Öyle işte. Kimi zaman da içimizı acıtan anıları deşeriz. Tekinsiz gecerimiz vardır birlikte geçirdiğimiz. Hazin olaylar... Kalp hoplatan, yürek yıpratan, ömür törpüsü, yürek süprüntüsü, yıkık dökük anılar. Onlar da arada havalanmak ister. Havalandırırız korkmadan. Zamanında tüm bu anılar içinde kendimizi zavallı hissetmiş olsak da, Çanakkale geçilmemiştir arkadaşım, bak ayakta, burdayız işte! Zafer bizim demektir. Topyekün tatlıya bağlarız muhabbetimizi nihayetinde. Arkadaşlık hoş şeydir.

  
Bakar mısın simdi? Bu kadar yıl sonra arkadaşımın soğuğu ve karı hiç sevmediğini öğrenmiştim  iyi mi? Hiç mi denk gelmemiştik biz kış günü Allahaşkına? Hiç mi kar yağdığında kar topu oynamamıştık, kardan adam yapmamıştık bizim sokakta? Şöyle bir düşünmüştüm. Hafızamı yoklamıştım. Gerçekten Dilek ve kar'la ilgili tek bir fotoğrafı gözümün önüne getirememiştim. Evet... Evet... Dilek benim tersime sıcak sever. Kedi gibidir zaten. Soba bulsa mesela, kıvrılır usulca uyur. Ah, canım ya! Ne yapmıştım ben sana? İş görüşmem akşam üzeri erken bitince, telefon etmiştim Dilek'e. "Hazırlan bebek, 10 dakika sonra yanındayım. Kaçırayım seni. Birlikte biraz anıları havandıralım." demiştim. Epeydir görüşmemiştik. Biliyordum hem kafası hem bedeni yorgundu. Anlatmayayım şimdi uzun hikaye... Bir değişiklik olsun, kafasını dağıtsın istemiştim. Gittiğimde hazırdı zaten. Demiştim ki Dilek'e: "İki saat vaktim var. Gidelim bizim kır evine. Yakalım köy ocağımızı. Ayaklarımızı uzatalım. Yandan çarklı bir kahve yapalım... Gönül muhabbet istiyor aslında... Kahve bahane tabii. Ne dersin?" demiştim. Tam teslimiyet halinde: "Nasıl istersen!" demişti. Oh ya. Ne özlemiştim arkadaşımı. Başlamıştık tatlı tatlı  dedikodunun dizini belini kırmaya.. Çıtır da çıtır... Çıtır da çıtır...  İşte arabada konuşa konuşa bizim kır evine gelmiştik. Kır evi biraz tepede kalıyor ya, karlar erimemişti henüz. Hatta inan bana  ayak basılmamıştı. Öyle şahane!  Tertemiz.  Düşünebiliyor musun, göz alabildiğine kar. Eee!  Sorarım şimdi sana... Yatılmaz mı kuzum, şimdi bu kara? Nasıl yatılır hemde... Şaşırmıştım ya Dilek'in söylediklerine. O kadar şaşırmıştım ki... Dünyam dönmüştü de bayılacak gibi olmuştum inan ki. Kollarımı açmıştım iki yana. Kendi ağırlığımı unutmuştum. Sırt üstü atmıştım kendimi yereee. Sonra mı? Hiiiç! Tabii uyandığımda kendimi karın kollarında bulmuştum. Heyy! Ne güzeldi!.. Bumbuzdu... Buzzz! Of! Bak gördün mü, kışı özledim gene!