6 Kasım 2012 Salı

İsteyen Denize İsteyen Kendine Baksın.




"Ah gideni değil de kalanı boğar ayrılık, 
Yanardağlar kadar,
Yanlızlıktır yoldaşın artık
Mevsim hep sonbahar

Gün geceye kavuşur, yüreğin uyuşur,
El çekersin bütün dünyadan,
Hasretin tutuşur, anılar uçuşur,
Acı bir elvedadır arda kalan,
Yalan ötesi yalan de yalan"


Müzik  - Cahit Berkay - Derya Petek / Ardakalan  
Başlık - Süreyya Berfe'nin dizesidir.

Fotoğraf - Google'dan


5 Kasım 2012 Pazartesi

Dünya Değişiyor Dostlarım.


"Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi."
 Sait Faik Abasıyanık - Son Kuşlar adlı öyküsünden.


Barış Bıçakçı'yı hiç ama hiiç tanımam.  Fotoğrafına hiiç denk gelmedim. Genç yaşta ölen yönetmen Seyfi Teoman'ı, uzun zaman Barış Bıçakçı zannettiğimi tüm mahcubiyetimle itiraf etmeliyim. Yoo, Barış Bıçakçı'nın kitaplarını bilirim.  Özellikle Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı romanını okuduktan sonra, Hayal Kahvem'e o kadar çok yazı yazmıştım ki anlatamam. Tuhaflık bende ya... Bu kez romandan yazılacak onca konu dururken, ben her defasında romanın yemekle ilgili kısımlarıyla ilgilenmiştim iyi mi? Ne yapayım? İştahlı biriyim.  Peki, hem kitaplara hem yemekle iştahlı biri, okuduğu kitapta yemekle ilgili bölümler olunca sevinmez mi? Bırak sevinmeyi, Bizim Büyük Çaresizliğimiz'de, o kadar çok yemekli anlatım vardı ki, tam manasıyla delirmiştim yani öyle söyleyeyim. Şimdi elimde Barış Bıçakçı'nın Sinek Isırıklarının Müellifi adlı kitabı var. İnanmayacaksın ama, bu kitabın içinde acaba yemekle ilgili  neler çıkacak karşıma diye fena halde merak etmekteydim. Du bi... Daha kitabın ilk sayfalarındayım.  Hımm... Romanın kahramanı olduğunu düşündüğüm Cemil, on iki yıl inşaat mühendisi olarak çalıştıktan sonra istifa ettiğini, dokuz yıldır evde olduğunu, bu nedenle yavaş, sakin bir hayat sürdüğünü, yirmili yaşlarında şiir yazmaya uğraştığını, beceremediğini düşünüp bıraktığını söyler. Şimdi  yazdığı romanıyla, yaşadığı Ankara'dan kalkıp İstanbul'a gelmiştir.Bir yayınevinin müdürüyle görüşmektedir. Cemil'in romanıyla ilgilenecek editörle tanışmak için, birlikte üst kata çıkarlar. Cemil, yayınevinin müdürünün konuşmalarından, hele gereksiz ve sevimsiz komiklik çabalarından hiç haz etmez.  Müdür koyu maviye boyanmış bir kapıyı "Burası bizim imalathane" diye açıp, gülünce, Cemil artık müdürün bundan sonraki şakalarına gülmeyeceğine dair söz verir. Ve kendi kendine şöyle bir şey söyler: "Karahindiba tohumu değilsin, kırk beş yaşında bir adamsın." (s11)


Sana bir şey söyleyeyim mi, sevdiğim kitapları oturayım da bir solukta bitireyim diye asla gayret sarfetmem. Haz almak için kitap okuyan biriyim. Okuduğum kitapla, kendi usulümce dans etmeyi iyi bilirim. Cümlelerin melodisini yüreğimle dinlerim. Kendi ritmini kendi tayin eden kitapları severim. Elimdeki altı üstü yüz atmışaltı sayfalık bir roman. Ne olacak ki? İstesem bir solukta okuyabilirim. Yooo, bu kitabı aceleyle okuyamam. Yazar haybeye kitabın ismini Sinek Isırıklarının Müellifi koymamış öyle değil mi? Kitabı müellif yani otorite tayin ettim. Kitabı okurken, her sinek ısırışı gibi  acı hissettiğimde durmaya karar verdim. İlk acıyı hissetmiştim işte. Allahım, köyde yaşıyorum güya değil mi? Doğayla iç içe olmam gerekir. Nerdeee? Köyüm bir vakitler fındığı, kirazıyla ünlüydü. Hele o bazı bağlarında yetişen çavuş üzümleri... Hepsi hayal sanki... Çünkü onların yerlerinde koca koca siteler, binalar, toplu konutlar var şimdi. Karahindiba nedir diye sorsam, şimdinin kaç çocuğu bilebilir ki? Oysa ilkbahardan sonbaharın ortalarına kadar açan bu çiçeği nasıl severdim.  Önce sarı papatya gibi olan karahindibalar, bir anda tohumlarını taşıyan beyaz tüysü toplara dönüşüverirlerdi. Nasıl merakla elime alır, dilek tutar, sonuna kadar içime çektiğim havayı heyecanla bir nefeste çiçeğe üfleyiverirdim. Ardından hayranlıkla beyaz tüylerin havada uçuşmalarını seyrederdim. Çocukluk işte... Bir nefeste tüm tüyleri uçurursam dileğimin olacağını farzederdim. Bu benim gibi biri için fena halde hayal kışkırtan bir vaziyetti. Acaba tek bir karahindiba çiçeğinden havalanan onlarca beyaz tüyler nerelere giderlerdi ki? O tüycüklerin tohum olduklarını söylemişti büyükannem.  Hep aynı yerde hep aynı çocuk olmak ne sıkıcı bir şeydi. Oysa karahindiba çiçeğine üfleyip, tüyleri uçurmayı becerdiğimde, benim nefesimle dünyanın rüzgarı adeta birleşirdi. Her bir beyaz tüy, yeryüzünün ayrı bir coğrafyasına düşüverirdi. Benim nefesimle uçuşuyorlardı ya, her birinin gittiği yere sanki ben de gidiverirdim. Yeryüzünün bambaşka diyarlarında büyüyüveren, o anda bana olduğu gibi başkalarına da özgürlük  hisleri veren,  başka başka karahindiba çiçeği olduğumu hayal ederdim. İşte romanın "Karahindiba tohumu değilsin, kırk beş yaşında bir adamsın." cümlesi bana bir sinek ısırığı gibi geldi. Acı hissettim. Kitabı kapattım. Buğulu gözlerimle kitabın kapak fotoğrafına  baktım. Koca koca ruhsuz binalar... Ve binaların çook uzağında salınan son karahindibalar...  Yüreğimdeki ısırığı iyice kaşıdım. Kanattım.


4 Kasım 2012 Pazar

Hatırla, 5 Kasım'ı Hatırla!


Her Kasım ayında mutlaka seyrettiğim filmdir V For Vendetta. V'yi o kadar severim ki hem çizgi romanını okudum hem filmini seyrettim. Kusura bakma ama... Şimdi filmi anlatacak filan değilim. Bilenler bilir zaten. Bilmeyenler ise, bi zahmet niyet edip, ister çizgi romanını okusunlar, ister filmini seyretsinler. Bugün dert edemem.  Kısaca diyeceğim odur ki "fikirlere kurşun işlemez" o kadar... Evet gerçekten böyledir. Ben  her daim bunu bilir bunu söylerim. Tabii film boyunca maskesini çıkarmayan kahramanım V, bu cümleyi söyler  söylemesine ama arkasından şöyle devam eder... "Fikirlere kurşun işlemez ve intikamı hiç bir şey unutturmaz." Bak şimdi... Filmini ve çizgi romanını çok beğeniyorum, V'yi kahraman olarak görüyorum diye illa  V'nin her söylediğine inanmam gerekmez öyle değil mi? Tamam, V'nin ilk cümlesini yürekten kabul ediyorum. İkinci cümlesini ise ne yalan söyleyeyim kabullenemiyorum. Çünkü intikam iyi bir şey değildir. Evet, gerçekten intikam iyi birşey değildir. Neden mi?  Şeyyy..  Çünkü.... Ne bileyim? Bana öyle öğretildi. İyi de, her öğretileni araştırmadan kabul etmemeliydim öyle değil mi? Ne bileyim? Bu yaşıma kadar üzerinde düşünmüşümdür illa ki. Aslında var ya... Aramızda kalsın... İntikam filmlerine nasıl  bayılırım anlatamam. Biliyorum, şimdi bana diyeceksin ki "bu ne yaman çelişki!"  Tamam. Kabul ediyorum. Tuhaf biriyim  ne yapayım yani... Böyleyim işte. Gördüğün gibi, ironiler cimcimesiyim. Resmen ironiler cimcimesi... Hımm... Şimdi bu cümleyi nasıl bitireceğimi bilemedim iyi mi? Hey! Du bi... Aklıma başka bir film repliği geldi. Nasıldı?  Şöyle... "İntikam soğuk yenen bir yemektir."  Yoo... Olmadı. Zeytinyağlılar dışında soğuk yemeği asla sevmem.. Öte yandan bu cümleyi bu konuya misal de gösteremem. Öyle cümleler kurmalyım ki, söylediğimin arkasında durmalıyım. Dur, bir film repliği daha hatırladım. "İhanet kan doğurur.. Bu, Dokuz Klan’ın kanunudur.. Bu, ninjanın yoludur” Olmaaaz... Olmadı! Of, şöyle intikamın kötülüğünü anlatacak bir tek film repliği söyleyemiyecek miyim? Valla nedense intikamın neden kötü olduğunu anlatamayacağım şimdi. İntikamın kötü bir şey olduğunu kabul ediyorum. Kesinlikle kabul ediyorum. Ama içimden gelmiyor anlatamıyorum ne yapayım yani? Allahım yoksa ben intikam almayı seven biri miyim? Olamaz mı?  Olabilirim inan ki. Çünkü yazı yazmaya başladığımdan beri kendimi daha iyi tanımaya başladım  biliyor musun? Sözlü ifade edemediklerim, yazarken parmaklarımdan pıtır pıtır dökülüveriyor.  Kalakalıyorum. "Yarabbim... Ben kimim?" oluyorum... Neyse haybeye uzatarak geyik yapmayayım. Şu güzelim ve ciddi filmi daha fazla sulandırmayayım. Şimdilik intikam konusu kalsın aynen böyle. Bu minvalde  biraz daha devam edersem  iyice  çuvallayacağım kesinle!  Ne diyordum? "Hatırla, 5 Kasımı hatırla..." diyordum.



Onu bunu bilmem. Sana bir şey söyleyeyim mi, V var ya acayip romantik biridir. V'nin maskesi bilindiği gibi hep gülümser. Film boyunca, V maskesini bir kez çıkartır. Ben bu sahneyi çok önemserim. Çünkü sürekli gülümseyen bu maskenin  altında, esasında acı çeken ve ağlayan bir devrimci gizlidir. Ve bu sahnede  V, aşık kahraman vaziyetini çok etkili sergilenmiştir. İnan  şimdi düşündüğümde bile tüylerim diken diken oldu. Müthiştir.

 
 

Şimdi  ben var ya, V'nin Evey'le dans ettiği sahneyi anlatmaya kalkarsam ağlayabilirim. Ve ben bu filmi böyle romantik filimmiş gibi anlatmaya devam edersem, fena halde düşman kazanabilirim. İş intikam almaya kadar gidebilir. İyisi mi ben yazıma  V For Vendetta'nın şu  meşhur sözleri ile  nihayet vereyim:
   
” Bu maskenin altında bir yüz var, ancak benim değil.
Ne altındaki kaslardan daha ‘ben’dir o yüz…
Ne de altındaki kemiklerden.
Bu maskenin altında etten daha fazlası var.
Bu maskenin altında bir fikir var!
Ve fikirler kurşun geçirmez. ”
(V)

Hayır!.. Ben asıl sevdiğim repliğe geçeceğim. Hani V ile Evey'in... Devrimden önceki muhabbetlerine...

- Benimle dans eder misin?
- Şimdi mi? Devrim öncesinde mi?
- Dans edilmeyen bir devrim olacaksa hiç olmasın daha iyi!
-Memnuniyetle.

Kim kızarsa kızsın, söyleyeceğim işte... V tanıdığım en romantik kahramanlardan biridir... Ne yapayım yani? Böyle biline!


3 Kasım 2012 Cumartesi

Halbuki Korkulacak Hiç Bir Şey Yoktu Ortalıkta, Her Şey Naylondandı O Kadar.


"Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar"





"Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı"





"Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda"



  "Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz"


 
 Video ve Kareler - İstihdam (El Empleo) adlı, illa seyredilesi 6 dakikalık animasyon filmden.
Şiir - Turgut Uyar'ın illa okunası  Geyikli Gece adlı şiirinden.


2 Kasım 2012 Cuma

Kasım Akşamında, Eylül Akşamı'nı Dinleyesim Geldi.


 
 hiçbir neden yokken,
ya da biz bilmezken tepemiz atmış
ve konuşmuşuzdur..
.
 



 onca neden varken
ve tam sırası gelmişken
hiçbirşey yapmamış
ve susmuşuzdur...
aynı anda aynı sessiz geceye doğru
içim sıkılıyor demişizdir

  



aynı sabaha uyanırken
kimbilir
aynı düşü görmüşüzdür
olamaz mı?
olabilir. 





onca yıl sen burada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında



 

  

belki benim kağıt param,
bir şekilde, döne dolaşa
senin cebine girmiştir
belki aynı posta kutusuna,
değişik zamanlarda da olsa,
birkaç mektup atmışızdır





 ayın karpuz dilimi gibi 
batışını izlemişizdir deniz kıyısında
 






  aynı köşeye oturmuşuzdur köhnede
belki de birkaç gün arayla
olamaz mı?
olabilir.





  bostancı dolmuş kuyruğunda
sen başta ben en sonda
öylece beklemişizdir...
 





  sabah 7:30 vapuruna
sen koşa koşa yetişirken,
ben yürüdüğümden kaçırmışımdır
 




aynı anda başka insanlara,
seni seviyorum demişizdir....
mutlak güven duygusuyla,
başımızı başka omuzlara dayamışızdır
olamaz mı?
olabilir.

 





 onca yıl sen burada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş
şu eylül akşamı dışında


Video ve Şarkı - Bülent Ortaçgil
Fotoğraf - Sil Baştan (Enternal Sunshine Of The Spotless Mind)