9 Mayıs 2013 Perşembe

Benim Şehrimde Kitap Şenliği Başlıyor!




Genelde canıtez, aceleci, sabırsız  biriyim. Ayrıca hevesler konusunda fazlaca iştahlı ve meraklı bir bünyem olduğunu söyleyebilirim. Duygularımı ve akabinde tabiyatıyla davranışlarımı abarttığım konusunda şöhret sahibi olduğumu da açıkca itiraf edebilirim. 

Doğru.  Bazı işlerimi aceleye getirebilirim. Sabırsız hâllerim çoktur. Lakin, şu  ahir ömrümde bana haz verecek hiçbir şeyi geçiştirmek istemem. Asla aceleye getirmem. Sevdiğim hiç bir şeyi hızla tüketmeyi sevmem. 

Niye yazıyorum bunları biliyor musun? Bu hafta sonu 5. Kocaeli Kitap Fuarı başlayacak. Tüm etkinlikler işte burada yazıyor. Onlarca konferanslar, paneller, söyleşiler, imza programları var. Her yıl bir öncesinden daha güzel ve daha kalabalık oluyor.  Şehrin semalarında buram buram kitap kokusu dolanıyor. Harikulade bir his yüreğime doluyor! 

Şimdi sen benim o konferans senin bu panel benim, o söyleşi senin  bu imza programı benim aceleyle koşuşturacağımı sanıyorsun  öyle değil mi? Yanılıyorsun.  Hiç acele etmeye niyetim yok.  Ben şehrimi çok seviyorum. Sadece kitabı okumayı değil, kitabın bizatihi kendisine, kokusuna, bitiyorum. Keyif benim değil mi? Şehrimde yılda bir kez olan kitap fuarının keyfini hiç aceleye getirmeden, tadına vara vara  takip edeceğim. Şimdi hangi yazarlar geliyor bakacağım. Programımı ayarlayacağım. Hey! İçim içime sığmıyor!  

Kavafis, yüreğinde hep "gitmek" hissi taşıyan  benim gibiler için o şiirini söylemiş... Biliyorum... Yeni bir ülke bulamam... Başka bir deniz bulamam... Ben gene aynı sokaklarda dolaşacağım. Aynı mahallede kocayacağım. Aynı evlerde kır düşecek saçlarıma... Dönüp dolaşıp aynı şehre geleceğim sonunda... Ömrümü nasıl tükettiysem burada, bu köşecikte... Öyle tükettim demektir bütün yeryüzünde de...

Eee... Ruhumu hazır etmeliyim... Bu hafta sonu ver elini 5. Kocaeli Kitap Fuarı elbette:)

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Aklımı Başımdan Alan Vaziyetler...




Epey önce satın almıştım. Kutusuyla duruyordu. Akşam yemekten sonra, taaam koltuğa serilecektim ki... Birden gözüme değdi. Elime aldım. İçinde beş adet film vardı. Hepsi Alain Delon filmleriydi. İlk film Bir Aynasızın Postu İçin'di. Hiç düşünmeden filmi kabından çıkardım. Oynatıcıya koydum. Battal koltuğa  oturdum. 

Filmle birlikte bir müzik başladı. İşte yukarıya videosunu koyduğum müzik. Allahım!  Bu müzik var ya, gene anında aklımı başımdan aldı. Uzaktan kumandayla müziğin sesini sonuna kadar açtım. İnan bana... Duramadım. Hemen yerimden fırladım. Mutfağa geçtim. Buzdolabından aklımdaki şişeyi çıkardım. Raftan en renkli kadehi seçtim. 

Bu arada  aynı şarkı çalmaya devam etmekteydi.Tencereyi çekmeceden kaptım. Hoop! Kendi etrafımda üçyüz atmış derece döndüm.  Tencereyi ocağın üstüne usulca bıraktım. Kavanozdaki sarı taneleri az yağ ve tuz koyduğum tencereye boşalttım.  Tencerenin kapağını şaak diye kapattım. Şişedeki gazozu yüksekten lıkır lıkır kadehe boşalttım. Fooooşşşş! Köpürdü... Bardaktan taştı. 

Tencereye baktım. Tam zamanıydı. İşaret parmağımı sihir yapar gibi tencerenin kapağına bastırdım. Tencerenin kulağına "Okus pokus!" diye seslendim. Anında sihir etkisini gösterdi. Pata pata pata... Patırdadı... Tencereden taştı. Aldırmadım. Ocağı kapattım. Tencerenin kapağını açtım. Abraka dabram işe yaramıştı. Sarı, sert taneleri yumuşak kar tanelerine çevirebilmiştim işte. Muzipçe gülümsedim. Becerikli işaret parmağıma hedefi on ikiden vurmuş tabanca namlusu niyetiyle üfledim. Tencereki mucizevi yiyeceği  derin kaseye boşattım. Bir elimde kadeh, bir elimde kase, parmaklarımın ucunda iki ileri bir geri dans ederek salona geçtim. 

Elimdekileri ön sehpaya bıraktım. Koltuğa bağdaş kurup yerleştim. Kumandayı elime aldım. Filmi başlattım. Heey! Alain Delon... Paris... İkisinin de 1970'li halleri... Çok şeker. Ya filmin müzikleri... Ya kadehteki gazoz... Ya kasedeki patlamış mısır... Ah! Şahane!... Allahım... Yüreğimi dinledim.  Başka ne olabilir ki? Mutluluk buydu işte. 

Önce kadehteki gazozumu yudumladım. Oh, nefis! Sonra kasedeki patlamış mısırdan bir kaç tane ağzıma attım. Ah! Mucizevi bir yiyecek bu... Tek kelimeyle... Harikulade... Enfes! Arkama yaslandım.  Filmin mecrasına daldım.

Heyy! Düşünebiliyor musun?  Paris'teydim... Ya bu müzik... Bu gazoz... Ya bu mısır... Aklımı başımdan aldı. Aklımın iplerini iyiceeee saldım. Filmle birlikte gene hayallere daldım. 


  

7 Mayıs 2013 Salı

Kahve Molası - Su'ya Güzelleme



Bugün hava şahane. Sevinçliyim. İçimden geldi. "Teşekkür ederim Tanrım!" demek istedim.  Sabahtan beri çalış babam çalış. Yoruldum. Mola verdim. Kahvemi içeceğim. Karşımda bir fincan kahve ve bir bardak su var. Önce bir yudum su içeceğim. Sonra keyfine vara vara kahvemi hüpleteceğim. Her gün kahve molamı bir şölen haline getirmeyi adet edindim. Mümkün mertebe her gün işime kısa bir ara veriyorum.  Koklaya koklaya kahvemi içiyorum. İyi ama bir fincan kahvenin yanında bir bardak su da içmiyor muyum peki? İçiyorum. Eee!.. Niye her defasında kahveye iltifat ediyorum? Ya su? Allahım!.. Ben ne yapmışım? Suyu bugüne kadar nasıl atlamışım? Du bi... Şimdi suyun hakkını vereceğim. Bugünkü yazımda kahveyi değil suyu başrole geçireceğim. Hımm... Nerden başlamalıyım? Su bardağını elime aldım. İçindeki suya derin derin baktım. Hey! Buldum. Yeni Türkü'nün o güzelim şarkısı İnatçı'daki gibi  kendimi subaşında yapayalnız bir küçük kızmışım gibi varsaydım. İçli içli.. Ağlamaklı... Ah! Söğüt ağaçları da anlarmış gibi döküvermiş saçlarını durgun suya... Mesela... İnatçının tekiyim ya... Aslında ne hoşum bu huyumla... Kendim gibi olmak istiyorum... Söğütler de benim gibi... Ah!  Girip... Usulca dalıp gönlümce yüzsem... İncitilmiş gülüşlerim yenilense o billur sularda... Heyy! Bayıldım ben suyla oynamaya!

Şimdi... Su'yla ilgili başka bir durum hayal edeceğim. Şöyle... Güya yerimden kalkıyormuşum. Bizim ofisin verandası varmış da ben  usulca verandaya geçiyormuşum. Bak şimdi... Elimde bir kabak varmış güya da ben elimdeki o  kabağı kovaya daldırıyormuşum. Allahım, su içmek kahve içmekten de keyifliymiş! Bak şimdi... Sedir ağacından bir kovayı gözünde canlandırsana... Sedir ağacından kovada bekletilen suyun ne denli güzel bir tadı olduğunu ben epeyce evvel öğrenmiştim. Aslında seninle bir ormanda olsak şimdi. O ormanda binbir ağaç çeşidi olsa sözgelimi. Sen "hagisi sedir ağacı?" diye sorsan bana. Ben sedir ağacını sana gösterebilir miyim sanıyorsun? Betonların kuleleştiği dünyada yaşıyorken öyle mi? Yooo... Nerdeee? Bilemem valla. Asla!  Fakat kitap okuyorum ya... Ben bunu bir kitaptan öğrenmiştim.  William Faulkner'in Döşeğimde Ölürken adlı kitabını okumuş muydun bilmiyorum?  İşte bu anlattıklarımı o kitapta okumuştum. Nasılmış biliyor musun? Sedir ağacında bekletilen suyun, "ılığımsı-serin, tıpkı sıcak temmuz yelinin sedir ağaçları arasında eserkenki kokusunu andıran hafif bir tadı" olurmuş. Ne hoş değil mi? Bırak sedir  ağacından yapılmış kovadan su içmeyi, bu cümleleri okurken bile sudan sarhoş olur insan inan ki!.. Ama böyle su içmenin incelikleri var tabii. Su sedir ağacından kovada en az altı saat durmalıymış... Bu biiirr!..  Sonra kabakla içilmeliymiş. Bu da ikiii!.. Çok şeker vallahi. Madeni kaptan asla su içilmemeliymiş. (Hele plastik bidonlarda bekletilen suları hiç bahis konusu etmeyeyim şimdi.) İşte o kitaptan bütün bunları öğrendim ben. Bu açıklamaları yaptım ya, hayalime devam edeceğim kaldığım yerden.. Güya geceymiş tamam mı? (ofisin panjurlarını kapattım.) Hımm... Bir zaman avludaki ot mindere uzanıp herkesin uyumasını usulca beklemişim.  Efendime söyleyeyim, sonra gizlice verandaya çıkıp sedir ağacından kovanın başına gelmişim. (Su bardağını tam önüme koydum.) Karanlıkta suya bakıyormuşum. (bardağın içindeki suya baktım) Suyun duru yüzünü kepçeyle karıştırarak uyandırmadan kovada belki bir iki yıldız... İçmeden önce belki kabaktan kepçede de bir iki yıldız görüyormuşum.  Bardağı elime aldım. İçindeki suda iki yıldız gördüğümü varsaydım. Elimdeki bardak değil kabaktı sanki. Suyu yudum yudum içtip bitirdim. Aaa!.. İnan bana suyun tadı her zamankinden farklıydı. İçeriye seslendim: "Hey! Siz sucuyu mu değiştirdiniz, kuzum? Bu suda ılığımsı-serin, tıpkı sıcak temmuz yelinin sedir ağaçları arasında eserkenki kokusunu andıran hafif bir tadı var sanki!"  dedim.

Hey! Telefonum çaldı. İşe dönmeliyim. Bakar mısın, kahvemi içmeden kahve molam bitti. Seni bilmem ama... Ben bu su molasını sevdim:)

          2.  sağdaki fotoğraf sedir ağacı link        
          3. Yeni Türkü-İnatçı