14 Temmuz 2013 Pazar

Edebi Bilmeceler



1- ".... deyimleşecek kadar ağır bir acı....  -ölen ne yapmış olursa olsun ve nasıl ölmüş olursa olsun- kayıtsız kalmak zordur.... Başka bir acıyla kıyas edilmez..... kıyıcıdır, sırasız ölümdür, insana bahtsızlık gibi değil de zulûm gibi, haksızlık gibi gelir....  Ölenin kimliği, neden ve niçin öldüğünden bağımsız olarak, karşısında kayıtsız kalınamayacak bir acıdır ve bu kayıtsızlık "başarılabiliyorsa", orada meselelerin insanî yanına bakma yeteneği dumura uğramış demektir."

Yazar hangi acıyı anlatıyor olabilir?





 
2- "O, gerçekte, eşyayı ve insanı, vücudu ve ruhu birden diriltmeye başlar. Onun esas diriltmeye yöneldiği ruhtur. O, hep ruhu diriltmeye çalışır. Ruha atılan diriliş oradan vücuda sıçrar, vücudu da diriltir. Ruh ve vücudun yeni bir diriliş yoluna girişi, insanın dirilişi demektir. İnsanın dirilişi zamanı dirileştirecektir. Zamanın dirilişi de evrenin dirilişine, evren tasarımımızın değişimine yol açacaktır.Sonra, evrenin, eşyanın tazelenmesinden geriye doğru sıçrayan diriliş, vücut canlanışında, sıhhatli bir dalgalanma yapacak, ordan tekrar ruha geçecektir."

Yazar neyi anlatıyor olabilir? 



1- "Pazarları el ele uzun, sessiz yürüyüşler yapıyorlardı. Parklarda hâlâ bir çürük sümbül kokusu, gecikmiş bir koku vardı, ama daha şimdiden yanık yaprak kokusu da peşlerine takılmıştı..."

Anlatılanlar hangi mevsimde geçiyor olabilir?






2- "Soğuktum ve kaskatıydım.... , bir uçurumun üzerindeydim. Bir yakada ayakuçlarım gömülüydü diğer yakada ellerim; dişlerimi çatlatıp dağılan çamurlu toprağa sımsıkı geçirmiştim." 

Yazarın anlattığı  ne olabilir? 

 



5- "İnsan dediğin saçaktaki
      Güvercinin farkında olacak
      Ve bir çiçek açacak kendince
      Bu aşk var ya bu aşk
      Dikkat! 
     ............. ilk kurtarılacak." 

Şair'e göre aşk hangi afette ilk kurtarılması gerekendir?






1. Cevap- Evlat acısı - Tanıl Bora - Medeniyet Kaybı adlı kitabından. Sayfa. 182-183
2. Cevap- Oruç - Sezai Karakoç - Kıyamet Aşısı - Sayfa.90 
3. Cevap-  Kulaklarıyla - Carlos Fuentes - Körlerin Şarkısı - Sayfa.149
4. Cevap-  Köprü - Franz Kafka - Kovalı Süvari - Sayfa.19
5. Cevap- Yangında - Metin Altıok - Bir Acıya Kiracı - Sayfa.91

10 Temmuz 2013 Çarşamba

"Bir De Simit Ağacı Olaydı..."


Babamdan dönüyordum. Arabamı hemen evin önüne değil, bir sokak ilerideki çıkmaz sokağa park etmiştim.  Telaş içindeydim. Bir an once ofise gitmeliydim. Çıkmaz sokağın köşesine baktım. Simitçi  her zamanki yerindeydi.  Simide asla dayanamam.  Kesin akşam simidiydi bunlar… Dumanı tütüyordu çünkü…  Of!.. Buram buram taze gevrek simit kokusuna nasıl içim gitti... 

Oruçluydum. Özgürlüğün değerini daha iyi bilmek için, bir süreliğine vücudumun bazı organlarını tutsak etmiştim. Bu durumda bir takım duygularımı da sıkıca mühürlemeye niyetlenmiştim. Akşam ezanının okunmasına üç saat vardı. Bünyem çekti bir kere… Görmezden gelemedim. Simitçi tezgahının önünde  bir süre durup simitleri seyrettim. Yalan söyleyecek değilim. Kendimi alamıyor, imrenerek simitlere bakıyordum.  Onu farkettim. O da durmuş,  benim gibi simitlere bakıyordu.  Gözgöze geldik. Aynı anda birbirimize gülümsedik. Gülünce güneş karası yüzü aydınladı sanki. Sevimli bir yüzü var...  Nasıl zayıf, kuru bir şey anlatamam. Şairin “Çöp gibi bir oğlan ipince” dediği türden… Kafamızı aynı ahenkle simit tablasına çevirdik. Bir süre kıpırdamadan simitleri seyrettik.

Ona döndüm. “Aç mısın?” dedim. 

Öyle başını büküp Küçük Emrah pozu vermedi. Sadece sustu ve tekrar gülümsedi.  Gülümseyince dudağının sağ yanı, yanağına doğru diğerinden daha fazla kıvrılıyor. O kıvrımın hemen bitiminde minik bir gamze beliriyor. Üstündeki giysiler abisinin olmalı… Renkleri solmuş… Üzerinden dökülüyor. Sırtında boyacı kutusu var. Ayakkabı boyacısı belli. En son ne zaman ayakkabılarımı boyattığımı düşündüm… İnan aklıma gelmedi. Marketlerden satın aldığım süngerlerle işimi gördüğümden beri ayakkabı boyacılarını unutmuşum. Tuhaf!  Hiç mi denk gelmedim? İşim olmayınca farketmiyorum demek ki…  

Simitçiden satın  aldığım simidi uzattım.   “Ben yiyemiyorum. Benim yerime sen ye bari.” dedim. 
Hiç tereddüt etmedi. "Teşekkür ederim" dedi. Aldı. Hemen ağzına götürdü. Kocaman ısırdı. Sırtını döndü.  Şehrimin asırlık ağaçları altında seke seke  yürüdü. Arkasından bakakaldım.  Az ilerledi. Durdu. Başını geriye çevirdi. Bana baktı. Gülümsedi. Minik elini salladı.  Elimi kaldırdım.  
"Hoşçakal çocuk" dedim.  

Aklıma Orhon Arıburnu’nun bir şiiri geldi…

“Ne gam kalırdı
 Ne kasavet
 Bir de simit ağacı olaydı
 Bizim sayılırdı saadet.”

Böyle bir ağaç var mı? Yok tabii… Nedense mutlu bir doygunluk hissettim.  Şehrimin asırlık çınar ağaçları altında ben de seke seke  yürüdüm. 

 
2011

Kahve Molası - Elimden Tut Yoksa Düşeceğim.


Bazan tahammül eşiğim düşüyor biliyor musun? Nedense günüm günüme uymuyor. Bakma… Bana yapılan katakullilere adamsendeciyimdir aslında. Hissederim bir şeyler mesela... Ne bileyim...  Epeyce gün yaşamışlığım var ya  şu ölümlü dünyada.  Bilirsin... Başa gelen pek çok durum olabiliyor.… Ne yalan söyleyeyim... Vardır tecrübem muhtelif insanlık hâlleri bâbında… Denk gelince… "Benim yok mu kusurlarım?" diye düşünürüm..  Olmaz mı?  Çokkk. Asıl derdim kendimle ya… “Bu sana ders olsun. Aman ha, sen sen ol, sakın böyle vaziyetlere düşme!” derim kendime...  İnsanların  kötü niyetli  bile olsa dalaverelerine aldırmam o nedenle. Olur böyle haller derim demesine ama… 

Beynimdeki cırcırböceği susmuyor ki… Cır cır da cır cır… Uzatmayayım...  Ne kadar teselli etmeye çalışsam da kendimi...  Gene iyi niyetimin kurbanı olmuştum. Dün fenaydı vaziyetim.  Sonra beni gülümsetiveren bir öykü aklıma geliverince toparlanmıştım.  Çok şükür, okuyup hafızamın çekmecelerine istiflediğim, hayatımı eşsiz kılan öykülerim, şiirlerim vardır benim.  Neyse… Öyle işte...

Dün akşam ilk gün orucumu sevinçle açmış, itinayla hazırladığım yemekleri şükrederek yemiştim.  Yemekten sonra balkondaydım. Gece, buğulu maviliğiyle yaşadığım coğrafyaya yayılarak yerleşmişti. Ilık yaz rüzgârı nazlı nazlı esmekteydi. Balkon demirlerine dayanmıştım. Avucumla kavradığım  kız belli bardaktan, koklaya koklaya çay içmekteydim. 

Bir an başımı gökyüzüne çevirdim ki... O ne? Of!  Yıldızlar var ya ah o yıldızlar...  Dün gece dikkat ettin mi bilmem... Yıldızlar olağanüstü güzellikteydiler.  Büyülendim. Sarhoş oldum o tiril tiril görüntüden...  Başım döndü...  Elimi uzattım gökyüzüne... En parlak yıldıza “Elimden tut yoksa düşeceğim.” diye seslendim. 

Dayanamadım sonra… Fırladım sokağa... Yürüdüm… Yürüdüm... Kendimi bizim köyün sahilinde buldum birden... Ayakkabılarımı çıkardım. Elime aldım.  Kumsalda yalınayak yürüdüm. İskeleye çıktım. Tahta iskelenin ucu sıra yürümeyi sürdürdüm. Cırcır böcekleri var ya… Of!.. Cırcır böcekleri  cır cır  ötüyorlardı.  Olur  mu hiç? Ne işleri var deniz kıyısında? Benim bildiğim... Cırcır böcekleri, denize, suya değil; ağaçlara, yapraklara aittirler...  

Hey!.. Yoksa öten beynimin içindeki cırcır böceği miydi? Bilemedim. Deniz… Karanlıkta bulanık göründü gözüme… “Tamam!” dedim. “Acele et! Tam vakti....” Bu kez bir şairin dizelerine dayadım sırtımı şööyle...  Şair sözünü her daim hakikat belledim. Şimdi… “Beynimdeki o yaralı cırcır böceğini… Usulca elime alıyorum… O bulanık sulara atıyorum.” dedim kendi kendime… Attım… Oh! Sustu...  Kurtuldum işte... Bitti.   



NOT: Koyultulmuş olan ilk dize Attila İlhan'ın, diğeri Ahmet Erhan'ın dizeleridir. 

9 Temmuz 2013 Salı

Ben Yoksa Özenti Biri Miyim? Az Bile... Feciyim! -3-


 
 
 

Aylardır bu filmi bekliyordum.
Film nihayet şehrime geldi.
Az sonra sinemaya gireceğim.   
Maskeli Süvari'yi seyredeceğim. 
Ah, benim deli gönlüm! 
Biliyorum, hemen saçlarımı kızıla boyatmaya heves edeceğim!!!

Yoksa ben özenti biri miyim?
Tamam, söyleme... 
Biliyorum... Feciyim!


 
 
 

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Kahve Molası - Ne Yapayım? Çaldımsa Da Mîrî Malı Çaldım.

“Esrarımı Mesnevî’den aldım
Çaldımsa da mîrî malı çaldım.”
Şeyh Galip


O demişti bana ilk önce. "Senin kalbinin böcüü ölmüş," diye. Ben o zaman anlamadıydım o lafı. İşin içinde böcek haşarat olunca bişeylere fena kızmış herhalde diye soramadıydım da. Sonradan bir gün "Peki de demek "senin kalbinin böceği ölmüş" diye sordum.  Çukurova yöresinde bir deyimmiş. Hani hayattan bıkmışlara, olup bitenle başedemeyip vazgeçenlere derlermiş bu lafı. Kalbinin böceği ölürmüş onların... Peki sonra... Hiiiç... Sonra dururlarmış işte öyle...  Düşündüm. Kimi zaman, akla ziyan TV programları izleyip, gazeteleri okuyor, "Orta Zekalılar Cenneti"nin türlü çeşitli meleğiyle fitbolundan cep telefonuna milyon türlü geyiğe dalıyor, bar taburesinden, meyhane sandalyesine, ordan sinema koltuğuna, tirübünlerde, hipodromda, metrobüslerin cam kenarında dört gezdirip kulak kabartıyorum. "Bin ilmekli halife halısı" çiğnediğim de oluyor, göz göre göre moka bastığımda...  İçimdeki ses bitince, yani biri "koşmayı bırak" deyince içimden, susunca... İçmelere, kaybolmalara giderdim eskiden. Doğrusu güzel de kaybolurdum hani; kendim dahil hiç kimse beni beş on gün bulamazdı...  Herkesçe bilinir ki, sonra bulduğun yine kendin olursun.  Reset Ya Resûlallah...  Aslında işte, olup bitenden, gittiğin küçük ölümden gelmek, dirilmektir biraz. Çoğumuz bazen "duruyorduk" hakkaten. Yani öyle "hayata karşı" felan değil. "Hayat bak hiçbir şey yapmadan duruyorum şuracıkta... Duruyorum... Hadi ne yapacaksan yap, bitsin" der gibi...


Az önce Schrödinger'in kedisi'nden  İsrafil'in borusuna, yani kuantum fiziğinden dört kitap dört peygamber indinde kadim bilimlere, iyiliği  ve kötülüğü düşündüm. Hepimiz ölecek miyiz? Evet öleceğiz. Gerçi ben gibi arada gidip gelenler oluyor ama son tahlilde "kalanlar" olarak biz, kötülükle uzlaştığımız için mi direnip kalabiliyoruz? Sahiden kötü müyüz peki? Stefan Hawking'e göre mesela, insanoğlu olarak saldırgan bir ırkız biz. Hatta bu gezegeni bitirip başka gezegenlere açılmak gibi planlarımız var. "Doğal seçilim teorisi" mi yani, yeterince yırtıcı olduğumuz için mi dayanıyoruz bu hayata....


Ben işte böyle fenafillah mertebesinde felsefi düşüncelere dalmışken....  Aklımdan patlıcan sıcakları, Habitat sonrası düşülen kentsel iletişim boşluğu, güneşteki kara lekeler, Ebabil Kuşlarının Başkentinin çeşitli yerlerine yuva yapmaya başladığı ve bunun bir kıyamet alameti olduğu gibi anlamsız bir yığın şey geçirdim.  Bir keresinde Oğuz Abi söylediydi, "Her şeyi yazıp çizdikten sonra bir çeki taşı kalır insanın içinde" dediydi. "

Çeki taşı" nedir bilmiyorum. Ama kalbimin yarı ölü böceğinin ters dönmüş bacaklarını kırpıştırırken, okuduğum "ciddi ve hisli" öykülerin sırrını çok iyi biliyorum. Kalbimin böcee'ni merak ediyorsun değil mi? Hımmm... Kalbimin böcüü'ne gelince... Benim ki ölmedi. Fıtıl fıtıl dolaşıyor ortalıkta. Bakma sen, bazen "Naapıyosun" diye soran olduğunda "Hiç işte, duruyorum öyle" dediğim oluyor. Dururken bakıyor hatta fena halde gözetliyorum ama....

Şimdilik o çeki taşından güç bela yontabildiklerimden bunlar...
Benim kalbimin böceğinden seninkine; sevgiyle...


NOT: Kaç gündür yazı yazamıyorum.  İçimden bir şey yazmak gelmiyor.  Eski yazılarımı tekrarlıyorum.  Yazar affetsin beni... Atilla Atalay'ın  aşağıda isimlerini sıraladığım öykülerinden ruh halime denk gelen bazı cümlelerini gene çaldım. Benim cümlelerimle ortaya karışık harmanladım. Ne yapayım yani? Çaldımsa da mîrî malı çaldım.

-Kalbin Böcüü
-Negzel Pembe
-Deliler Denizi
-Kırılan

NOT: Cennetteki Yabancılar çizgi roman karelerini kullandım.
2012

7 Temmuz 2013 Pazar

Bazan Sebebini Bilmeden, İnsan Dayak Yemiş Gibi Hisseder Ya Kendini Hani...


Kimi zaman hayat üstüme üstüme geliyor gibi hissettiğimde, beni rahatlatan filmlerim vardır. Mesela, biri öfkelendirdirmişse  beni. Haksızlık yapmışsa üstelik. Hak etmediğim sözler söylemişse. İyice öfkelenip küplere binmişsem sözgelimi. Sinirlerim çelikten değil ki. Benim de canım var.  İnsanım elbette yaradılışım gereği…  Peki… Bu durumda argo konuşmak, bırak argoyu, gelmişine geçmişine sövmek istemişsem. Ama tutmuşsam öfkemi içimde, püstürtmemişsem karşımdakine.. Of!...  Uzatmayayım işte... Öfke! Öfke!


Mahcup biriyim anlatabiliyor muyum? Böyle durumlarda öfkemi içimde tutuyorum. Kim demiş "Öfke baldan tatlıdır " diye... Nerdeee? Resmen karnıma yumruk yemiş gibi oluyorum. Karşımdakine belli etmiyorum ama içimin acısını bir ben biliyorum. Bööle... Dipten giden ipince  bir sızı hissediyorum. Tamam. Uygar insan olmak niyetiyle, öfkemi kontrol ediyor, sözlü bir şey söylemiyorum. Amaa... Öfkem bilinçaltıma bir volkan gibi saklanıyor... Bir süre sonra katılaşmış öfkem, hararetten sıvıya dönüşüyor. En uygun çıkış noktası her zamanki gibi gözpınarlarım oluyor. Önce birikiyor sıvı haline gelmiş öfkem gözlerime… Kirpiklerim içeri içeri süpürse de dayanamıyor...  Gözlerimden yaş olup taşıyor. Yanaklarımdan pıtır pıtır  dökülüyor.



Keskin sirkenin küpüne zarar verdiğini atalarımdan duyduğum için biliyorum. Öfkemin içimde kalıp bana zarar vermesini hiç mi hiç istemiyorum. İşte... Böyle gizlenmiş öfke vaziyetlerimde derhal Snatch (Kapışma)’yı seyrediyorum. Kaç kere tecrübe ettim. Yeminle ilaç gibi geliyor.  Bu filmi seyretmediysen eğer, konusunu sakın sorma, valla tam olarak ben de  bilmiyorum. Guy Ritchie’nin yönettiği tuhaf bir İngiliz filmi.  Tatlı bir Tarantino havası estiriyor sözgelimi. Sonra oyuncuları şahane… Bol hareket, eğlenceli, soygunlu bir film.  Asıl mühim tarafı ise... Dinle... Fena halde küfür, fena halde dövüş var bu filmde. Feci... Of, bastırdığım öfkeme inanılmaz iyi geliyor ne yapabilirim yani... Bileklerimi keserim doğru söylüyorum... Dene istersen... Öfke vaziyetlerine Snatch (Kapışma) birebirdir.


Yok, ben bu filmi seyretmeye gerçekten doyamıyorum. Filmde hangi sahnede ne öfkeli cümle varsa... Filmi durdurup aynısını, aynı rolde canlandırmaya çalışıyorum. Ne bileyim, ya bağıra bağıra... Ya da gözlerimi kısıp elimde silah varmışcasına parmağımı sallaya sallaya... Karşımda o öfkelendiğim kişi varmış da onu domuzlara yem yapacağımı söylüyormuşum gibi mesela... Anlatabiliyor muyum? Ve tüm öfkemle filmin gereğini yerine getiriyorum. 

Tahmin edilmeyecek kadar çok küfür var bu filmde... Dövüş, kavga, vahşet... Ama aynı zamanda eğlenceli bile demem az kaçabilir. Resmen komik ötesi bir film. Felaket... Tam içim kaldırmayacak nedir bu olan biten derkeeennn... Hooop yeni bir sahne.... Veeee... Ver elini gülmek... Çok şeker bir film... Çookk! Dehşet...


Filmi anlatıp yazımı uzatmak istemiyorum. Diyeceğim odur ki bu film ilaç gibi geliyor öfkeli bünyeme...  Hele  filmde hoş bir aksanla çingene rolünde olan Brad Pitt'in yumruk indirdiği sahneler var ki... Of!.. Aynı çingene gibi kaldırıyorum yumruğumu hayalimdeki öfkelendiğim kişiye… Bir yumruktaa... Küttt! Yerdeee! Oh, ne yalan söyleyeyim, içimin yağları eriyor. Eee, melek değilim ya... Böyle zamanlar için, ben de bir siyah kuğu yaşatıyorum içimde... Amaa... Film sebebiyle öfkemi boşaltınca, gerçek hayatta öfkelendiğim kişiye bir şey yapmama gerek kalmıyor tabii. Her zaman olduğu gibi hayallerim imdadıma yetişiyor böyle.  Filmin sonunda öfkem geçmiş oluyor. Sinema hayatımı eşsiz kılıyor gene. 

İnanamayacaksın ama filmden sonra beni kızdıran kişiye acıyorum biliyor musun? Çünkü o da insan... O da bir kalp taşıyor neticede... Sadece bana yapmıyordur ki herkese böyle kaba davranıyordur diye düşünüyorum. Öfkelendirdiği insanların hayallerinde  dayak yediği için vicdanı şişiyordur eminim. Çünkü bence sevgi gibi öfke de hissedilen bir enerjdir. Dün akşam filmi seyrederken onu hayal edip  bir yumrukta yere serdiğim için... O sebebini anlamıyordur ama... Bugün kendini dayak yemiş gibi hissediyordur eminim.  

Bazan sebebini bilmeden, dayak yemiş gibi hisseder ya insan kendini hani...  Bana kalırsa o gün kimi kırdığını  enine boyuna düşünmeli... Yaaa!..  Böyleyken böyle işte.




2011

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Ve Bir Fim Ve Bir Şarkı Ve Yalnızlık


Senle beraber olsak da sevgilim
Ayrılsakta, ölsek de bu yolda



 
Ömür boyu bağlansak da
Sevinsekte üzülsek de




Yalnızlık ömür boyu




Senle beraber olsakta sevgilim
Hiç görmesek birbirimizi, özlesek




Hep yalnızlık yavrum
Yalnızlık ömür boyu


 

Birden sen gelsen aklıma
Seni unutsam bazı bazı




Meraklansam gizlice,
Delice kıskansam seni


 

Hep yalnızlık var sonunda
Yalnızlık ömür boyu,

 


Hep yalnızlık var sonunda
Yalnızlık ömür boyu...
 
 



5 Temmuz 2013 Cuma

Kahve Molası - Uzak Fısıltılar...


ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir




ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
hayır sanmayın ki beni unuttular
hala ara sıra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir




 
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kim bilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir



 




şiir / attila ilhan / böyle bir sevmek
film kareleri / varolmanın dayanılmaz hafifliği 
şarkı / ahmet kaya

2 Temmuz 2013 Salı

Ve Metin Altıok Ve Tarzan Ve Ormanların Gümbürtüsü


Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden.. Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden.. Bir yüzük yaptım belli belirsiz.. Eski bir gramafon sesinden.. Bir yüzük serçe parmağın için.. Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden.. Bir yüzük yaptım terli bir yüzük.. Avucumdan geçen ince hayat çizgisinden.. Yanmasını bilen bakır bir yüzük.. Evime akım taşıyan elektrik telinden.. Bir yüzük yaptım, bir yüzük ki..  Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden.


Onunla iki kişiydik.. Daha doğrusu bana öyle gelirdi.. Tam olarak bilmiyorum.. İlk ne zaman seslendi.. Sanırım bir akşam durup dururken.. Apansız çağıdı beni..... Bazen karıştırırdım.. Onunla kendi sesimi.. Susar yeniden başlardım söze.. Çünkü yüzüme uygun değildi.. Ama o kurnaz ve çocukça biraz da.. Hep benim sesime gizlenirdi.... Onunla bir kişiydik, iki kişi gibi.. Benden ona, ondan bana.. İnce bir kanal gibi geçirildi.. Biledi paslı direncimi  Umutsuzlukla.. Ve beni hiç terk etmedi.



Bilmemem gereken Şeyler öğrendim.. Sorular sordum Sormamam gereken.. Gördüm apaçık Görmemem gerekeni.. Söylenmezi söyledim. Suçum büyük.. Ve taamüden.



NOT: 

Yukarıdaki yazıları, şair affetsin beni,  Metin Altıok'un
1- Ormanların Gümbürtüsünden adlı şiiri
2-İki Kişi Gibi adlı şiirinden bazı dizeler
3-Sürgün  adlı şiirinden bazı dizeleri düz yazı haline getirilerek hazırladım.  

20 yıl önce bugün meydana gelen Sivas Katliamı'nda  ağır yaralanan ve komadan çıkamayarak ölen Metin Altıok'un ve vefat eden  insanlarımızın ruhlarına rahmet gönderirken,  gerçekleştiren vicdansızları  kınamak gerekmek.
 

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Nefsî Duygularımı Şımartma Saatine Denk Geldim Gene...


Gece yarısını geçmişti. Yatacaktım. Tavan ışığını söndürdüm. Müziği açtım... Yatak başındaki gövdesinden hareketli  lambanın düğmesine bastım. Odada  loş bir aydınlık doğdu. Hoşuma gitti. Kendi kendime kıkırdadım. Elimdeki kitapla  yatağa uzandım. Niyetim kitap okuyarak uykuya dalmak. Sabah işe gideceğim ya... Amacım vakitlice uyuyup, erkence kalkmak... Elimdeki kitabın hayali ağırlığına güveniyordum... Tüm hevesimle okumaya başladım. Kitabın içindeki kelimeler yoluyla  uyku diyarına hemencik ulaşacağıma inanıyordum. Uykuyla uyanıklık arasındaydım. 

Müzik başladı. Norah Jones,  Sinkin' Soon'u söylüyordu.  O anda büyü bozuldu. Kitaba yüz çevirdim. Ruhumu müziğin ezgisine yönlendirdim. Tüm merakımla parçayı dinlemeye giriştim. Şarkının akışına düşüncesiz bıraktım kendimi. Melodiyi ruhumda işitiyordum sanki. Müziğin orta yerinde o kelimeyi işittiğim anda... Odaya kendiliğinden... Yapay... Tatlı... Hoş bir koku yayılmaya başladı. Kokuya karşı ani bir arzu hissettim. Şarkıda geçen bir kelime, esintili nefsimi zehirliyordu da melodiyi  zihnimde uyanan bir hayalle mi karıştırıyordum, bilemedim.  Kitaptaki bir kelimenin değil, bu kez şarkıdaki bir kelimenin açıklanamaz gücünün etkisindeydim. Etrafımdaki eşyalar halime alayla  gülen canlılar gibi göründüler gözüme. Hiç umursamadım. Bilakis kendimi dışardan seyrediyor, yüreğimde kaynaşan duyguların sönmesinden fena halde korkuyordum. 

Sergilediğim zayıflıktan hiç utanmadım. Ayağa kalktım. Aynı şarkıyı başa aldım. Müziğin sesini biraz daha açtım. Şıpıdık terliklerimi ayaklarıma geçirdim. Melodinin ritminde iki ileri bir geri dans ederek mutfağa geçtim. Apple pie..  Bu kelime başımı döndürmüştü gene... Bütün gün yemekten uzak tuttuğum bünyemi şımartmaya karar verdim. Üşenmedim. Nefsi duygularımı şımartma saatleri içerisindeydim çünkü... Yemek yeme vaktiydi sözgelimi... Müziği başa döndüre döndüre... Tarçın kokusu tüte tüte... Hani nasıl denir... Gecenin köründe... Ne yapsaydım yani? Nefis bir elmalı pay yapıp, hapur hupur yedim.

Tamam söyleme biliyorum. Oburun tekiyim:)