franz kafka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
franz kafka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2021 Cuma

“Dünya Bir Penceredir, Her Gelen Baktı Geçti”

 

Vay arkadaş! Günler akıp gitmiş. Hayal Kahvem'e tek satır yazmamışım. 

Yazmadım ama yeminle  boş geçirmedim.   Her şeyin vakti zamanı vardır demezler mi? Şimdi  bir şey yazmak için olabilecek en güzel anmış mesela. Olamaz mı?  Eee.  Neler neler yaptım, bir özet geçeyim  öyleyse:)

Bir yıl sonra ilk kez sinemaya gittim.

Contemporary İstanbul Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı'nı gezdim.


Yen açıldığını öğrendiğim  Hasanpaşa- Kadıköy'deki Gazhane Müzesini gezdim. 

Bahçesinde iki küçük kafe var.  Gazhane'nin ilginç binaları gölgesinde kahvaltı yapıp, kahve içmeye gidilebilir.

https://muzegazhane.istanbul/


Ünsal Ünlü'nün "Nazım" başlıklı videosunda işitip merak ettiğim,  
Sibel Oral'ın "İşitiyor musun Memet ?" adlı anlatı kitabını okudum. 
Nazım Hikmet'in oğlu Memet... Ben de seslendim. 
"İşitiyor musun Memet? Seni anlıyorum." dedim.


Sabah 6.30'da Kadıköy'de dolandım.  
Allahım Kadıköy bomboştu. 
Simit, peynir, çay ve  sessizzz, ıssızz  Kadıköy. Bayıldım.
Karaköy motoruna bindiğimde, halen ay vardı gökyüzünde😅

Akşam 6.30'da Karaköy'den döndüm. 
Sana dün  bir gemiden baktım aziz İstanbul. 😊

Galata'ya selam çaktım. Kendisine harbiden aşığım. 




Soldaki Kafka'nın sigorta kurumunda çalışırken hazırladığı, iş kazalarını önlemek için alınacak tedbirler raporuymuş.  Sigortacıyım. Neden? 
Kafka da zamanında sigortacılık yapmış ya, elbette o sebepten:)
Kafka'nın ofis yazılarını bir kitapta toplamışlar. Türkçeleştirilmemiş.  
İngilizce çevirisini sipariş ettim. 
Kim bilir, belki ben Türkçeleştiririm diye hayal ettim.😅


Sabahattin Eyüpoğlu uzun zamandır aklımda. 
 Son günlerde  hakkında yazılanları okuyorum, videoları izliyorum.
Mutlaka yazmalıyım. 
İçimde derin bir minnet hissi var.
Öğrendiklerimi yüreğimde demliyorum. 


-not- 
başlık yunus emre'den

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Sevdim Mİ Tam Severim



İşte bu beş kitap var ya...  Evet bu beş kitaptan Sahilde Kafka ile Yavaş Adam'ı ilk kez okuyacağım.  Dava'yı, Yabancı'yı ve Fransız Teğmenin Kadınını'nı  ise kimbilir kaç kez okumuşumdur. Hiç hilafım yok... Niyetine girdim. Her birini yine yeni yeniden okuyacağım. Sonbaharın ilk haftalarını bu kitaplarla taçlandıracağım. Hep aynı kitapları okumaya meyyal bir bünyem olduğundan kimileri nazarında  itibarım olmayabilir. Lakin kendi nezdimde muteberim. Hem taraftar ruhlu biriyim. Hem  sevdim mi tam severim.  Şeeyy...  Elbette sildim mi bir kalemde:)

Kitapları da öyle!



26 Ocak 2015 Pazartesi

Bu Hafta Seyrettiğim Filmler





Size bir şey söyleyeyim mi, lise öğretmenlerim şimdiki vaziyetimi görseler var ya, iki gözleri iki çeşme olur, şakır şakır yaş akıtırlardı vallahi...  Yooo… Hattızatında biliyorum kendimi. Basbayağı masumum. Sadece  benim dönemimin eğitim sisteminin kurbanıyım o kadar. Okul zamanı eksik kalan her ders, şimdilerde feci halde merakımı cezbediyor  ne yapayım yani? 

Misal, Felsefe derslerimiz  genelde boş geçerdi. Arada derse giren nöbetçi öğretmenler  Felsefe'nin f'sinden anlamadıkları gibi, zaten Felsefe dersini hiiiç mi hiç  ciddiye almaz, lalettayin konulardan muhabbetler ederlerdi. Veya işi iyice tembelliğe sürer "Açın kitaplarınızı, çıt çıkarmadan okuyun" derlerdi. Bu durum elbette hoşuma gitmezdi. Evde anlatmaya kalksam, "Ne işine yarayacak Felsefe? Otur zorlandığın dersleri çalış, daha iyi ya işte!" diye terslerlerdi. 

Zaten oldum bittim hayalcinin tekiydim. Felsefe derslerinde hemen pencereyi  hafifçe aralar, bedenim sınıfın cilası bozulmuş ahşap sırasında oturur görünürken,  ruhumu pııırrrr  diye hayal alemime  azad ederdim. Sonrasında bu halim alışkanlık oldu. Her derste ruhu firar  denemeleri yapmaya başlamıştım. Hocaların gözlerinden kaçmazdı tabii… “Nerelerde dolaşıyorsun gene, dön sınıfa!” diye sinirlenirlerdi. Öyle işte.

Neyse...  Son günlerde, kendi hür irademle Felsefe çalışmaya başladım. İlk dersim Ahlak Felsefesi. İyi/kötü, doğru/yanlış nedir? Bir eylemi doğru veya yanlış yapan nedir? Bir insanı iyi veya kötü yapan nedir? Ahlakın amacı  nedir? Mutluluk mudur? Haz mıdır? Fayda mıdır? Ödev midir? Vicdan nedir? Etik nedir?  Adalet nedir? Ahlak, insan ve toplum tarafından kabul görmüş, insan yaşamına yön veren kurallar ise, insan ahlaki davranışı sergilerken özgür müdür? Yoksa sosyal, psikolojik, hukuki, dini etkenler sebebiyle mi ahlak kurallarına uymaktadır? Ahlak kurallarını kim belirler? Bu kurallar toplumdan topluma değişir mi? 

Du bi… Sakın oturduğum yerden felsefe yaptığımı sanmayın olur mu? Esasında neden yazdım bütün bunları biliyor musunuz? Her hafta sonu, o hafta seyrettiğim filmlerin afişlerini Hayal Kahvem’e koymayı yeni huy edindim de, bu hafta felsefe içerikli filmler seyrettiğimi söylemek içindi aslında… Of!.. Yazıyı ne çok uzatmışım... Affola:)


21 Aralık 2014 Pazar

Neden Sigortacı Oldum?



Bu soruya havalı bir cevap verebilirim. Mesela şöyle söyleyebilirim:

“Kitap seven biriyim. Hele 1883 doğumlu, modern dünya edebiyatının en önemli yazarlarından Franz Kafka’nın kitaplarına deliririm. Kafkaesk bir ruha sahip bencileyin biri, olsa olsa aynen Franz Kafka gibi sigortacı olarak işe başlar diye düşünmüştüm. Sahiden Kafka gibi sigortacı oldum. Laf aramızda, belki ben de Kafka gibi kitap yazabilirim hayali kurmuştum kurmasına amaaa… Yaza yaza ancak blog  yazısı yazabildim:)”

14 Temmuz 2013 Pazar

Edebi Bilmeceler



1- ".... deyimleşecek kadar ağır bir acı....  -ölen ne yapmış olursa olsun ve nasıl ölmüş olursa olsun- kayıtsız kalmak zordur.... Başka bir acıyla kıyas edilmez..... kıyıcıdır, sırasız ölümdür, insana bahtsızlık gibi değil de zulûm gibi, haksızlık gibi gelir....  Ölenin kimliği, neden ve niçin öldüğünden bağımsız olarak, karşısında kayıtsız kalınamayacak bir acıdır ve bu kayıtsızlık "başarılabiliyorsa", orada meselelerin insanî yanına bakma yeteneği dumura uğramış demektir."

Yazar hangi acıyı anlatıyor olabilir?





 
2- "O, gerçekte, eşyayı ve insanı, vücudu ve ruhu birden diriltmeye başlar. Onun esas diriltmeye yöneldiği ruhtur. O, hep ruhu diriltmeye çalışır. Ruha atılan diriliş oradan vücuda sıçrar, vücudu da diriltir. Ruh ve vücudun yeni bir diriliş yoluna girişi, insanın dirilişi demektir. İnsanın dirilişi zamanı dirileştirecektir. Zamanın dirilişi de evrenin dirilişine, evren tasarımımızın değişimine yol açacaktır.Sonra, evrenin, eşyanın tazelenmesinden geriye doğru sıçrayan diriliş, vücut canlanışında, sıhhatli bir dalgalanma yapacak, ordan tekrar ruha geçecektir."

Yazar neyi anlatıyor olabilir? 



1- "Pazarları el ele uzun, sessiz yürüyüşler yapıyorlardı. Parklarda hâlâ bir çürük sümbül kokusu, gecikmiş bir koku vardı, ama daha şimdiden yanık yaprak kokusu da peşlerine takılmıştı..."

Anlatılanlar hangi mevsimde geçiyor olabilir?






2- "Soğuktum ve kaskatıydım.... , bir uçurumun üzerindeydim. Bir yakada ayakuçlarım gömülüydü diğer yakada ellerim; dişlerimi çatlatıp dağılan çamurlu toprağa sımsıkı geçirmiştim." 

Yazarın anlattığı  ne olabilir? 

 



5- "İnsan dediğin saçaktaki
      Güvercinin farkında olacak
      Ve bir çiçek açacak kendince
      Bu aşk var ya bu aşk
      Dikkat! 
     ............. ilk kurtarılacak." 

Şair'e göre aşk hangi afette ilk kurtarılması gerekendir?






1. Cevap- Evlat acısı - Tanıl Bora - Medeniyet Kaybı adlı kitabından. Sayfa. 182-183
2. Cevap- Oruç - Sezai Karakoç - Kıyamet Aşısı - Sayfa.90 
3. Cevap-  Kulaklarıyla - Carlos Fuentes - Körlerin Şarkısı - Sayfa.149
4. Cevap-  Köprü - Franz Kafka - Kovalı Süvari - Sayfa.19
5. Cevap- Yangında - Metin Altıok - Bir Acıya Kiracı - Sayfa.91

7 Mart 2011 Pazartesi

Gece Yarısı Modernleşmeyi Sorgulamak da Neyin Nesi?


"20. yüzyıl dünya romanının kurucuları James Joyce, Franz Kafka, Marcel Proust'la birlikte Robert Musil diye kabul ediliyor madem" dedim, Robert Musil'in Niteliksiz Adam adlı kitabını okumaya karar verdim. Hep söylerim. Ben öykü seven biriyim. Ama şöyle lezzetli  yerinde, nefaseti fevkaladenin fevkinde bir roman yakalasam var ya... 500 sayfaymış demem...  Of! Gıdım gıdım, tadına vara vara  okurum. İnan bana doyamam. Niteliksiz Adam  korkuttu gözümü ne yalan söyleyeyim. Maşallah resmen tuğla gibi. Ahmet Cemal çevirisiyle bu gece okumaya başladım. Yandın... Bak peşin peşin söylüyorum. Yandın ki ne yandın. Bayıldım  bu kitaba. Ben dayanamam... Bu kitapta ne okursam... Sürekli hayal kahveme yazarım. Baksana kitap ilk bölümden sardı beni. Cümlelerinin altını çiziyorum sürekli.  Sonra paragrafları döne döne okuyorum. Şu cümleye bak şimdi... "Kentler de insanlar gibi yürüyüşlerinden tanınırlar." Çok ilginç!  Ben böyle bir şeyi hiç düşünmemiştim.  Senin aklından geçmiş miydi? Ben... Neredeyse doğduğumdan beri yaşadığım sehrimden, yıllarca uzak düşseydim sözgelimi.. Acaba döndüğümde gözlerim kapalı yürüyüşünden tanır mıydım şehrimi? Tam benim gibi hayalperest birinin aklını, sezgilerini, içgüdülerini, merakını kışkırtan bir soru bu... Ben artık bu durumu kurarım da kurarım. Hele daha önce hiç düşünmediğim bir şey ya.. Eyvah! Şimdi ben bir başlarım acaba benim şehrim kadın mı erkek mi diye mesela... Niye mi? Kentler insanlar gibi  yürüyüşlerinden tanınırmış ya... Eee... Acaba benim şehrim yürürken nasıl ses çıkarıyordu? Topuklu ayakkabı sesi mi, iskarpin sesi mi? Yoksa spor ayakkabı giyen biri gibi mi? Acaba yaşadığım şehrin kendine has bir yürüyüşü var mıydı ki? Düşünmeli.  Peki insanın nerede yaşadığı  önemli mi? Önemliymiş. Daha doğrusu kitaba göre, insanın nerede yaşadığı sorusunu aşırı önemsemesi, insanların henüz sürüler halinde yaşadıkları ve yiyecek bulabilecek yerleri ezberlemek zorunda oldukları zamanlardan kalmaymış biliyor musun? Bu kitap bir roman. Aralardaki cümlelerde ben böyle takılır hayal alemine dalarsam, sorarım sana bu 500 sayfalık romanı nasıl tamamlayacağım? Ama bu kitabı çok sevdim.  Hiiç acelem yok. Karar verdim. Yavaş yavaş, üzerinde hayal kura kura okuyacağım. Şimdi aklıma ne geldi biliyor musun?  Bir şehri şehir yapan şeylerden biri bir kedinin saçak üzerinde kayarcasına yürüyüşüdür der İtalo Calvino...  Şehrimi koca koca apartmanlar sardığından beri, kediler çatıya tırmanıp saçaklar üzerinde kayarcasına yürüyemiyorlar. Belki şehrimin yürüyüşü  çatılardaki kedinin saçak üzerinde yürüyüşüydü... Ne bileyim? Her yer okadar paldır küldür yıkılıp yenileniyor ki,  düşünüyorum düşünüyorum... Şehrimi kişişselleştirecek hiç bir anı düşmüyor belleğime... Ay!İçim fena oldu... Çünkü unuttum gitti geçmişe ait o sesleri... Of! Dur bir dakika... Kitabın adı Niteliksiz Adam değil miydi? Ve konusu bambaşka bir şey.  Allahım! Kitabın daha ilk bölümünde yazan "Kentler de insanlar gibi yürüyüşlerinden tanınırlar." cümlesine nerden takıldım şimdi? Bakar mısın Robert Musil'e... Kitabın ilk bölümünden modernleşmeyi sorgulatmaya başladı bana iyi mi? Yooo...  Gidiyorum... Uyku.. Uykum... Çok uykum geldi. Aaa! Bak ne diyeceğim... Uyku var ya insanlığın oluşundan beri hiç değişmedi. Neyse. Değişmeyen bir şey buldum. İyi bari...

24 Şubat 2011 Perşembe

Metin Üstündağ'la Kahve Molası.. Düş Kavuğuna Kaçanlar


ne tuhaf.. sanki daha çocukmuşuz, top oynayıp acıkmışız, aç karnına üç kilo kiraz yemişiz, rehavet çökmüş, şöyle bir kestirmişiz, uyumuşuz, uyanmışız, büyümüşüz, ölmüşüz.. kahkaha kelimesinin harfleri kadar gülmüşüz.. yeryüzü hayatı, ışık hızı'na göre, az ve daha ağır çekim miymiş, neymiş.. tortunun, tortusu kadar düşünmüşüz.. tuhaf ne

ne tuhaf, adolf hitler.. gençliğinde en çok ressam olmak istiyormuş.. iki kere güzel sanatlar akademisi sınavlarına girmiş, kazanamamış.. öpülmüş hayatın davası olmaz amma adolf hitler, dünyaya, tarihe, insanlığa düştüğü, o kara, o zifir süreyi ve macerayı resim olarak yapsaydı.. 'vışş, ne baba bir ressam', demiyecek miydik acaba.. tuhaf ne


ne tuhaf, yukio mişima.. bir nevi suret olarak hisli, duyarlı, japon cüneyt arkın'ı sanki.. batılı bir hayatı pek sevmesine ve benimsemesine rağmen, japon halkının batılaşmasına ve sonra silahsızlanmasına uyuz kaparak, kendini hara-kiri marifetiyle intihar etmiş.. fırsatı, umarı, olanağı olsaydı.. yani yazar, sanatçı olmasaydı.. yukio mişima acaba, adolf hitler'i bile mumla aratır mıydı.. tuhaf ne


ne tuhaf, franz kafka.. hayatına esas olarak üç kadın girmiş galiba.. bunlardan felice ve milana'ya acılı mektuplar yazmış.. ömrünün son demlerinde ise kendinden çok yaş küçük dora diamant isimli bir kızla mutlu mu, çok mutlu olmuş.. dora diamant, felice ve milana kadar bilinmez mi ne olmuş sonra.. veya, veya.. kafka ve mutluluk, yan yana, yakışık almaz mı ne sayılmış.. ve dora diamant unutulmuş.. tuhaf ne


ne tuhaf, orson welles.. yirmi beş yaşında çektiği, yurttaş kane isimli filmiyle, bütün zamanların en iyi filmleri sıralamasında hep başı tutmuş.. ve fakat sonra da kafasındaki nice güzel filmi çekmeye de yapımcı bulamamış.. "o vakit ben de berbat filmlerde oynarım, topladığım paralarla da istediğim gibi şahane filmler çekerim." diye düşünmüş.. lakin evdeki orson, çarşıdaki welles'e uymamış.. ne çok para toparlayabilmiş, ne de o eski enerjisi kalmış.. mutsuzlukla beraber, fazlasıyla yemeye-içmeye meyletmiş.. tıpkı marlon brando gibi olmuş ve en sonra birgünde şişko patates, yarım kilo domates bir deha olarak dünyadan çekip gitmiş.. "ömrümün yüzde doksan dokuzu'nu dangalaklara laf anlatmaya, yüzde birini sinemaya harcıyarak geçirdim," ve "sinemaya en tepede başladım, çalışarak en aşağılara indim" gibi can eriği burukluğunda çivi sözler bırakmış ardında.. tuhaf ne

Metin Üstündağ'ın Denemeyenler adlı kitabından - sayfa 131