Kadıköy'den vapura bindim. Karaköy'de indim.
Aklımın
dümeni, midemin komutlarıyla çalıştığı için olmalı... Vapurdan atladığım
gibi... Marş marş... İskelenin yanıbaşındaki balıkçılar çarşısına gittim.
Derhal ekmek arası balık, kuru soğan söyledim. Of!.. Nasıl anlatsam bilmiyorum.
Hastasıyım!.. Karaköy'e ayak bastım mı, midem ayaklarıma hükmeder. Ayaklarım
cızbızcı balıkçının tezgahının önüne tıpış tıpış gider. Yemeden duramam ne
yalan söyleyeyim. Zaten beş liradır. Otobüse binecek param kalmasa bile... İcabında
İstanbul'u baştan sona yürürüm... Beş liramı her daim cebimde hazır ederim. Mutlaka
yemeliyim. Laf aramızda, bu benim Karaköy törenim. Alırım elime balık
ekmeğimi... İnsanların arasındayım diye çekinmem... Hem yürürüm hem yerim.
İşte
o'na balıkçıların arasında rastladım. Tam elime ekmek arası balığımı almıştım.
Denize doğru döndüm. Zaten kış mış dememiş, vapurun balkonunda
oturmuştum. Oturmuş da efkârlı efkârlı "Ey sen ne güzelsin ey
kavgamızın şehri..." diyerek İstanbul'a bir türkü tutturmuştum. Rüzgâr
çooktaan bünyemi sarhoş etmiş. Balık kokusu nasıl anlatsam sana... Mis... Mis... Ekmeği tam ısırıyordum ki o'nu gördüm. Orada...
Dalgakıranın tam yancağızında... Tahta parçacıklarıyla alevlenen, eski
usul semaverden bozma soba. Üstünde fokur fokur çay kaynamakta... Ah,
delirdim, delirdim. "Sen nesin ya, sen nesin?" diye seslendim.
"Sen hep mi buradaydın yoksa? Seni neden daha önce hiç görmedim."
Acaba
o'nu görünce büyükannemin semaveri mi aklıma geliverdi? Hani Sait Faik'in
öyküsündeki gibi... Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Acaba
o'nu içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya mı benzettim?
Onda yalnız koku, buhar ve o eski günlerin mutluluğunu mu hissettim? Bir gün
büyükannem öldü. Ve o evde, o, bir daha kaynamadı. Bunları düşündüm ya,
gözlerim buğulandı.
Balıkçılardan
biri vaziyetimdeki tuhaflığı sezdi. "Çay ister misin ablacım? Ihlamur
bu... Soğukta iyi gider." dedi. Burnumu çektim. Gülümsedim. "İsterim
ya... İsterim tabi." dedim. Başımı İstanbul manzarasına çevirdim.
Galata Köprüsü bir köprü gibi değil, bir mahalle gibi görünüyordu.
Baktıkça... Baktıkça... Şehir içli bir bir şiire dönüşüyordu. Eski semaverin
içindeki tahtalar çıtırdadı. Yüreğime ılık, hazin bir şeyler akmaya başladı. Büyükannem'in "Ortalık yerde yeme. Fakir fukaranın gözü kalır." sözü aklıma
geliverdi. Elimdeki ekmeği, balığı öptüm. Çoktandır unutmuşum. Nimet
olduklarını hatırıma getirdim. Sobanın yanına çöktüm. Çayımı üfleye üfleye içtim. Balık
ekmeğimi gizli gizli yedim bitirdim.
not-başlığı vedat türkali'nin "dudaklarını yakan bir çift sözün vardır" dizesinden esinlenerek yazdım.
not-başlığı vedat türkali'nin "dudaklarını yakan bir çift sözün vardır" dizesinden esinlenerek yazdım.