30 Temmuz 2010 Cuma

İçinden İstanbul Geçen Şarkılar

Ne yazık ki sesim pek güzel değildir. Güzel şarkı söyleyen insanlara bir bilsen nasıl imrenirim. Kimi zaman araba kullanırken içimden şarkı söylemek gelir. Söylerim. Özellikle yalnızken tabii. Aslında şöyle billur gibi sesim olsa... Ah! Durur muydum acaba? Mütemadiyen şarkı söylerdim. Hem de nasıl abartırdım kim bilir? Abartma sanatında usta olduğum bilinir. O nedenle demek ki bana güzel ses bahşedilmemiş. Araba kullanmayı da severim. Eğer gidiyorsam uzak bir yere... Önce ususl usul başlarım şarkı söylemeye... Sonra... Sonra... Abartırım dedim ya... Kaptırırım kendimi bildiğim şarkıların ezgilerine ve dizelerin büyüsüne.. Şarkıları bir zincir gibi birbirine ekleyerek söylerim. Pek çok şarkı söylerim söylemesine de en çok sevdiklerim, içinde İstanbul geçen şarkılardır. Ve harikulade İstanbul şarkılarımız vardır. Bak dinle...


Önce Münir Nurettin Selçuk'un bestelediği Yahya Kemal'in o güzelim şiiri "Sana bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer." ile başlarım İstanbul şarkılarına. Büyük bir saygıyla... Bu söylediğim işin başında, toptan bir bakıştır İstanbul şarkılarına. Sonra Hicaz makamından Yesari Asım Arsoy'un sözleri ve bestesi olan "Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde, Bülbül sesi var şarkıların nağmelerinde" şakısına geçmek yakışır. Gene bir Münir Nurettin Selçuk şarkısıyla devam ederim ağırdan ağırdan... "Yok başka yerin lütfü ne yazdan ne de kıştan Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamıştan, Ah Kalamıştan , Istanbul'u sevmezse gönül aşkı ne anlar, Düşsün suya yer yer erisin eski zemanlar, Sarsın bizi akşamda şarap rengi dumanlar, Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'tan Ah kalamıştan " Bu şarkıyı söyledikten sonra da "Ah! Münir Nurettin Selçuk'dan dinlemek vardı"diye rahmetle anarım ünlü sanatçıyı arkasından.

Artık günümüze gelinmelidir. Cilveli cilveli "Kız sen İstanbul'un neresindensin?" şarkısı söylemelidir. "Duruşun andırır asil soyunu, Hisar, Kuruçeşme, sahil boylu mu? Arnavutköylü mü Ortaköylü mü? Kız sen İstanbul'un neresindensin? Bilmem sözlü müsün, ya nişanlı mı? Sevgilin yaşlı mı, delikanlı mı?Emirgan, Bebekli, Aşiyanlı mı?Kız sen İstanbul'un neresindensin?" şarkısıyla tüm İstanbul semtlerini dolaşırım bir bir.. Hey! Haydi Ajda Pekkan 45 liklerine geçeyim!... Fecri Ebcioğlu'nun sözleriyle Türk pop müziğinin resmi açılış şarkısı olarak kabul edilen şarkıyı söyleyemeliyim... "Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde, Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi'nde. İşte bir sabah erken, masal böyle başlamış Delikanlı genç kıza, iskelede rastlamış Bakışmışlar göz göze, gören kimse olmamış Fakat denizde dalga, oynamaya başlamış!" Ne şahane şarkılardır! Bu şarkıları söylüyorken, unutulur günlük dertler kasavetler birer birer... Peki şu şarkıya ne diyeceksiniz? "Ay beyaz deniz mavi eylenin kızlar Yarinden ayrılanın yüreği sızlar Sandalimiz sanki ucan bir kuştur Hayat dalgalar gibi bazen yokuştur Emirgan'dan Marmara'ya Kınalı Büyükada'ya, Aşkımızı mavi suya gizleyelim yah yah!"


Şimdi sıra artık köprülü şarkılara gelir. "Boğaz köprüsü, İnci gerdanlık, Altından geçtik, Kahkaha attık. Çek kayıkçı kürekleri Gezdir seven şu kalpleri Mavi deniz martılardan Ayırma sevenleri" diye bağıra bağıra söylerim bu şarkıyı şimdi de. Peki içinde ada geçen İstanbul şarkılarımız yok mu? Olmaz mı? Tabi ki var. Melih Cevdet Anday'ın o şahane şiiri, Sezen Aksu'nun Şinanay adlı şarkısının sözleridir. "Ada vapuru yandan çarklı Bayraklar donanmış cafcaflı Simitçi, kahveci, gazozcu Şinanay da şinanay. Müslümanı, yahudisi, urumu İsporcusu, ihtiyarı, veremi, Kiminin saçı uçar, kiminin eteği, Şinanay da şinanay. Estirir de ada yeli estirir Seni sevindirir beni küstürür Lüküs kamarada kimler oturur Şinanay da şinanay."


Ahh! Ya Mazhar Fuat Özkan'ın o en güzel İstanbul'lu şarkısı.. Ah! Hem de şarkının sözleri içinde yağmur varsa... Ağlatmaz mı bu şarkı insanı... "Bu sabah yağmur var İstanbul’da, Gözlerim dolu dolu oluyor bilinmezliğe, Anne sözü dinler gibi masum, Ağladım bu sabah" Peki gene bir hüzünlü şarkı ile devam etmelidir. Demelidir ki: "Uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bi taşa, Gözümün yaşını yüzdürdüm Hisar’a doğru, Yapacak hiçbir şey yok gitmek istedi gitti, Hem anlıyorum hem çok acı tek taraflı bitti, Bi lodos lazım şimdi bana, bi kürek, bi kayık, Zulada birkaç şişe yakut yer gök kırmızı, Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp, Düşer üstüme akşamdan kalma sabah yıldızı, Ah İstanbul İstanbul olalı, Hiç görmedi böyle keder, Geberiyorum aşkından, Kalmadı bende gururdan eser"


Şimdi bir Edip Akbayram şarkısına geçmek "Salkım salkım tan yelleri estiğinde, Mavi patiskaları yırtan gemilerinle uzaktan seni düşünür düşünürüm İstanbul "demek lazım... Bir Levet Yüksel şarkısıyla sonuna gelmeliyiz artık İstanbul seyahatimizin... Demeliyim ki : "Saçlarını dağıtır rüzgar, Yeditepe üzerinden, Hatıralar tarihin küllerini savurur, Kadın gibi, kısrak gibi sarılayım gel ince beline, Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından" Heyy! Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından!" Yollar biter, içinde İstanbul olan şarkılar bitmez! Hele bir de Türkülerimiz vardır İstanbul'a ilişkin. Başlamayayım... Bu yazı uzar da uzar.. Bitmek bilmez! Böyle işte. Bugün de durumlar bu merkezde! Aaa! Ben mehtaba çıkmaz mıydım Heybeli'de?! Yok yok, Heybelide değil! Bizim köyde... Değirmendere'de... Ama... Bekle beni İstanbul!.. Sana geleyim hele!

2 yorum:

  1. Kendisi bir şarkıdır İstanbul'un zaten. Ben de Aşk-ı Muamma'da (eski Aykolik) şöyle demiştim:

    Bu saatlerde hep yaptığı gibi, kül rengi bir kartpostala dönüşüyordu İstanbul usulca. Tarih şehirden eski, ama aşktan değil, yazılıyordu arkasına. Ak bir zarfa konuyordu. Kaldırımların kalbini delen tüm kadınlar hüzünleniyordu o zaman. Martılar susuyordu. Solgun yüzlü adamlar izmarit fiskelediği boşluğun kendi yüreği olduğunu anlıyordu sarsılarak. Koca hayat çalakalem bir öyküye dönüşüyordu. (...)

    İstanbul unutulmaya yüz tutmuş bir şiir gibi uyukluyor. Evsizler barındırıyor uyaklarının gölgesinde. Kıskanç âşığınca yüzüne kezzap atılan bir kadın gibi çirkinleşerek ödüyor sevilmenin bedelini. Sevgi kıskançlığa, tutku sahiplenmeye dönüştükçe bayağılaşıyor her şey. Koca şehri kendine ait sanarak hor kullananlar şimdi onu kurtarmaya çalışmak, daha fazla yıpranmasını önlemek kahramanlığına soyunuyor. Oysa gerçek kahramanlık yıkıp yeniden yapmak değil, var olanı korumak. (...)

    Çıkmayı planladığım tüm yolları kendi içimde katetmek üzere kaldım geride. Deride süzülen yağmur tanesinin ömrüne denk cesaretle baktım ardından. Garından ağlayan trenlerin kalktığı İstanbul’un berduşlarından duydum aşkın yürek ağrıttığını. Aktığını anladım ruhun yâr gözleriyle açılan onulmaz yaralardan. Oralardan bir haber getirir diye göz attığım bulutlar da susunca, usulca anladım, gönüllü giden sevgili dönmez aşkın ömrü boyunca. (...)

    YanıtlaSil
  2. Aşkın Güngör'ün hemen hemen bütün kitaplarını okuduğumu söyleyebilirim.. Birini henüz bitirmedim:) Ama Aykolik neden bende yok anlayamadım.. Niye okumadım acaba? Hele içinde İstanbul anlatılıyorsa.. Off.. Nasıl okumamışım..
    Hemen bulmalıyım hemen:))

    YanıtlaSil