11 Temmuz 2011 Pazartesi

Mailleşme Değil Mendilleşme Aşk Dili...

Bu sabah  yeni gelen makineleri sigortalatmak için müşterim beni fabrikasına çağırınca, ne yalan söyleyeyim  koşa koşa  gittim. Sigorta çeşitleri arasında  en çok Makine Kırılması Sigortasını seviyorum.  Çünkü böylelikle hiç bilmediğim makine çeşitlerini tanıma olanağı buluyorum. Galiba insanların yüklerini hafiflettikleri, işlerini kolaylaştırıp daha konforlu yaşamalarını sağladıkları için makinalara sadece büyük bir sempati duymakla kalmıyorum...  Biliyorum abartıyorsun diyeceksin gene bana ama… İnanmalısın… Yüreğimden gelerek söylüyorum...  Resmen her birinin yanında önümü ilikleyip saygı duruşuna geçmek istiyorum. Hele evdeki çamaşır ve bulaşık makinelerinin benden işittikleri iltifatları anlatmaya kalksam var ya şaşırıp kalacağını biliyorum. Makinaların her birinin ruhu olduğuna inanıyorum. Neyse… Benim bu halim başlı başına bir hikaye tabii. Hele sigortaladığım  makinenin bir tarafına bir şey olup kırıldığı bana haber verildiğinde… Makina Kırılması sigorta teminatını devreye soksam bile… Benim o makinenin illa romantik bir sebeple kalbinin kırıldığını filan hayal ettiğimi... Makine Kırılmaları hasarlarında eksperle birlikte benim de kırılan makinanın başına illa gittiğimi… Kimseye belli etmemeye çalışarak,  makinanın kulağına Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesinde dediği gibi usulca “Kırılan kalbin hiç kimseye faydası yok.” diyerek psikolojik destek verdiğimi… Kimi zaman sadece bu kadarlık bir hissi dokunmayla bile makinanın çalışmaya başladığına defalarca  şahit olduğumundan sana bahsetmeyeyim istersen… Biliyorum artık “abartıyorsun” demeyip,  “delirmişsin sen” diyebilirsin bana. Her neyse…


Sabah sabah ofisten fırladığım gibi müşterimin fabrikasına gittim. Gelen makineleri hayranlıkla seyredip, fotoğrafladım. Akabinde detayları bizim ofise göndermek niyetiyle fabrikanın idari bölümüne yollandım.  Masaların arasında hâl hatır sormak için hızla dolanırken Dış Ticaret bölümünün sekreterliğini yapan, hafta sonları arada sırada buluşup hâsbihal ettiğim veya sinemaya gittiğim Selen’le birkaç dakika  oturup muhabbet ettim. Canı çok sıkkındı gene. Camekânlı bölmenin arkasındaki masada oturan çocuğu çaktırmadan başıyla işaret etti. Göz ucuyla çocuğa baktım. Selen daha önce bana bahsetmişti. Bu çocuk üç ay kadar önce, bölüm değiştiren Selen'in müdürünün yerine işe alınmıştı. Pek haz etmediğim "anan soğan baban sarmısak sen nereye gidiyon ıspanak" türü hava atmaya meraklı biriydi. İlk ay Selen'le aralarında duygusal bir yakınlaşma olmuştu. Tam iş çıkışları buluşmaya başlamışlardı ki çocuğun nişanlı olduğu Selen'in kulağına gelmişti. Belli ki nişanlı ya da evli olsa da  gönül eğlendirmeye meyilli hercai  erkek tiplerindendi. Zaten Temmuz başında evlenmişti.  Üstelik başkalarının yanında kızı umursamaz görünüyor, gözünün içine baka baka Selen'e yazdığı maillerde ise unutamadığını yazıyordu. İyice rüzgârına kapılmadan ucuz kurtulduğu için Selen adına seviniyordum. Eğer nişanlı olduğunu tesadüfen öğrenmeyip ilişkisini iyice ilerletseydi  etkisi daha dehşetli olurdu.  Harbi bir kızdı Selen.  Henüz çok gençti. O güzelim kadınlık duygusallığını  kaybetmesini asla istemiyordum. Dünyada güvenilecek ve aşık olunacak erkek çoktu. Buna gönülden inanıyordum. Makinalar  kadar bile ruhu olmayan bu gereksiz adamın Selen'in üzerinde erkekler adına olumsuz etki bırakmasını asla arzu etmiyordum. Şimdi ufak sıyrıklarla atlatmıştı işte. Zaman her şeyin ilacı olacaktı. Selen olanı biteni kulağıma usulca fısfısladı. İş dışında görüşmek istemediğini defalarca anlatmaya çalıştığı halde, gene sabahtan beri  Selen’e  “akşam 7 de buluşalım.” diye mesaj atıyormuş. Malûm günümüzde teklifler artık elektronik mektup yoluyla yapılıyor  ya…  Selen'in suratı sinirden kıpkırmızıydı. Masanın üzerinde duran peçetelikten bir kağıt mendil çekti. Elinin içinde öfkeyle sıkmaya başladı. Onu eğlendirmek istiyordum. Ne dedim bil bakalım Selen’e? “Ne duruyorsun? Sen de gözünün içine baka baka mendili ortasından yırtsana!” dedim. Şaşırarak baktı suratıma. Güldüm. Ne demiştim ben Allah aşkına? Anlamayacaktı tabii beni. O mailleşmeyi biliyordu. Mendilleşmeyi –mendilnameyi- bilmiyordu ki… Bak şimdi…



“Keyfim, sen buraya gelir misin, yoksa ben mi geleyim?” Bu  söz Salâh Birsel’in bir sözüdür. Ne yalan söyleyeyim kendisi bayıldığım biridir. İşte Selen’le konuşurken  Salâh Birsel’in “Ey okur, şimdi  seni  sana gösterip, yeniden öğrenim rahlesinin önüne oturtacağız.”  diye başladığı ve Kağıthâne aşk dilini bellettiği yazısı aklıma geldi. Yazar bu yazısında resmen bir öğretmendir. Şimdi sıkı dur. Dersinimizin adı nedir bil bakalım? Kırk yıl düşünsen tahmin edemezsin. Çünkü dersimizin adı Mendilname. Yani mendileşme yoluyla haberleşme metodları… Şimdiii… Mailleşme değil mendilleşme yoluyla yapılacak teklifleri ve cevap verme metodlarını öğreniyoruz:

 

Mendili sağ elinde toplayıp onunla ağzını örtmek –  Hiç merak etme. Söz bir, Allah bir. Aşkımız aramızda sır olarak kalacak.

Elindeki mendili başına götürmek – Her ne buyurursan can ile baş üstüne… Dile benden ne dilersen..

Mendili kalbinin üstüne bastırmak –  Sevgin kalbimde yer etti, canım sana feda olsun..

Mendili kabinin üstüne bastırmanın bir anlamı daha var. – Sensiz dünya bana karanlık. Buluşmaya ne dersin?

Mendili kalbinin üstüne bastırdıktan sonra hemen başını mendille örtmek – Korkma, kimse görmez.

Şimdiii… Bir taraf mendille böyle haber edince,  muhatabın cevapları şöyle olabilir:

Mendili havada sallamak – Dolaş gel. Şimdi buluşamayız.

Sol elindeki mendilin yanında sağ elinin beş parmağını havaya kaldırmak – Şimdi olmaz. Saat 5’de buluşalım. (Eğer gece 5 de buluşulacaksa beş parmağını gösterdiği elini mendilin altına sokmalıdır.)

Mendilin iki ucunu iki elinde tutmak – Sensiz ölüyorum. Saat 5’i bekleyemem.

Mendili dize bırakmak – Zahmetten sakınma.

Nanananoooommmm….

Mendili ortasından iki parça etmek Sen yoksun artık. Benim için bittin.
 

Nasıl ama? Şahane haberleşme yolu değil mi bu? Güldürmek maksadıyla oturduğum yerden bunları Selen’e anlatınca… Kağıtlıktan bir peçete çekti. Ayağa kalktı. Camlı bölmeye döndü.  Ben çocuğa sırtım dönük oturuyordum. Ama karşımdaki camekana yansıyan görüntüden çocuğun her hareketini ayna gibi görüyordum. Tam göz göze geldiklerinde Selen iki eliyle iki ucundan tuttuğu kâğıt peçeteyi ortadan ikiyi böldü. Çocuk umursamaz bir tavırla ayağa kalktı. Cebinden bir tomar para çıkardı. Kalbinin üstüne bastırdıktan sonra başına örttü.  Şaşırma sırası bana gelmişti. Çünkü Selen beni olduğum yerde bıraktı. Bir hışımla odadan çıkıp çocuğun yanına gitti. İnan rüzgarından çıkan çizgi romanlardaki  "Whooossh!" efektini işittim.  Ne fesatsın! Hemen  “Parayı görünce Selen çocukla çıkmaya karar verdi demek ki” diye geçirdin aklından değil mi? Hayır canım.  “Sen beni sen mi sanıyorsun?” dedi. Çocuğun masasındaki peçetelikten bir kağıt mendil çekti. Ortasından ikiye böldü. Çocuğun yüzüne fırlattı. Bunu sanırım yedi defa tekrarladı. İdari bölümdeki herkes onlara baktı. Zaten neler olup bittiğini merak edenler tarafından durum öğrenilecek ve çocuk bir daha dönmemek üzere işten ayrılacaktı. Selen olduğu yerde topukları üzerinde gerisin geri döndü. Bana gülümsedi. Elindeki son mendili kalbinin üstüne bastırdı.  Güldüm.  Kendimi tutamadım. Kahkalarla güldüm.  Salâh Birsel'in ruhuna rahmet gönderdim. 


7 yorum:

  1. selamlar gülümseyerek okumaya başladığım yazının sonunda kahkaha atıyordum, yaşasın selen diyorum :)) Bu erkek tipine hiç geçmeden teyit geçiyorum, makinalar bölümünde çamaşır ve bulaşık makinasına ne kadar iltifat etsek onları icat edene fatihalar göndersek yetmez gibi.

    YanıtlaSil
  2. KAlemine kurban.. Ne güzel öyküdür bu. İkidir Salah Birsel diyorsun; bu gidişle Boğaziçi şıngır mıngır ile başlayacağım sanırım külliyata el atmaya.:)) Epey de oldu okumayalı. Bak, mendil-leşmeyi de unutmuştum, her tanımda aa ben bunu biliyorum çığlığı atmama ramak kalmışken tuttum kendimi. Nasıl kaptırdıysam kendimi, çocuğun paraları başına götürmesi ile ayıldım.:))

    YanıtlaSil
  3. Hikayen gerçek mi bilmiyorum ama o kadar uygun ki varolan ilişkilere, erkek tipine. korkuyorum artık kızım adına, bir on yıl sonrasını hiç düşünemiyorum. makinelere beslediğin duygular da da haksız değilsin..

    YanıtlaSil
  4. böyle ofis mi olur? milletin eli işte gözü oynaşta :)

    YanıtlaSil
  5. @ haklısınız ry, olur mu böyle? olmuyordur inşallah:)

    @ hakverdiğin için teşekkürler buket:)

    @ sağol avram.. salâh birsel kitapları okunasıdır sahiden.. çok severim.. bu alıntılar istanbul paris adlı kitabından:)

    @ dürr i yekta.. düşüncelerimiz bir:) sağolun.

    YanıtlaSil
  6. Bu hasta halimle yazını okumak bana şifa verdi.
    Allah razı olsun :) Bayılırım böyle ofis dedikodularına. Biz de bir seferinde birbirlerine açılmaya çekinen iki aşık için bir oyun hazırlamıştık. Ben fısıltıyla oğlana buluşalımmı demiştim..bir erkek arkadaş da kıza fısıltıyla buluşalım deyip saat ve yer vermişti. Şimdi evliler. Yaaa!!! :))

    YanıtlaSil
  7. Geçmiş olsun Dilek. Yanında olsaydım da şifa niyetine çorba yapsaydım keşke:) Demek böyle hikayaler var sende. Yazsan bloğuna da okusak keşke:))

    YanıtlaSil