30 Mart 2012 Cuma

Sivriada Geceleri'nden, 31. İstanbul Film Festivali'ne Yolculuk


Sait Faik'in 1952 yılında yayımlanan Son Kuşlar adlı kitabında, Sivriada Geceleri adlı bir öyküsü vardır. Bu öyküde yazar, balıkçı Kalafat ve yamağı Sotori ile birlikte, bir nisan akşamı balığa çıkar. Deniz dümdüzdür. Ebemkuşağı zaman zaman görünüp kaybolmaktadır. Adaya gelirler. Güneş batmaktadır. Martılar haykırmaktadır. Karabataklar sudan çıkmış, ıslak kanatlarını deli gibi çırpmaktadırlar. Sonunda balıkçılar ve yazar artık ateş yakıp, dinlenecekler. Herkes çalı çırp toplamak için koşuştururken, yazar oturduğu yerden arkaüstü yatmış, kırmızı bacakları ile havayı dövmekte olan bir martıyı izlemektedir. Martının yanına gider.  Hayvanın gözleri açıktır.  O sırada Sotori elindekilerle yanına gelir. Martının ölmekte olduğunu söyler. Az sonra gerçekten ölür martı.  Balıkçılar için çok doğal bir durumdur martının ölmesi. Ne olacak, insanlar da ölmüyorlar mı? Yazar ise martının ölmesinden çok etkilenir.  Ağlamaklı gibidir. Canı acı bir türkü söylemek çeker. Diğerleri ateş üzerinde yemek pişirme gayetindeyken, yazar halen martının başındadır.  Hayale dalar.  Sanki dünyanın yaradılışındadır şimdi. Sanki insanların ilk zamanlarını yaşamaktadırlar. Onlar avlıyor ve ateş üstünde yakıyorlar. Yazar ise bir martıya belki türkü yazmış, ateşin karşısında onlara okumak üzeredir. Bütün kabile kızmıştır ona. Çalışmıyor ya!.. Hep kayalara oturup düşünecek mi? Bir martı ölmüş diye üzülecek mi?


Evet, gündüz çalışmadığı için yazara söylenenler, gece olup da çalı çırpı yanınca, rüzgar denizi homur homur söyletirken, martılar deli gibi bağrışırlarken, geceleyin yazardan martının ölümünün türküsünü dinlerler.. Çalışanları bir üzüntü, bir garipseme, bir birbirine sokulma hissi sarar. İşte bu hal belki de işe yaramaz diye düşünülen adamın bir vazifesi olarak kabul edilir. Bir kaç gün yazar gündüz ağ tamir eder, balık tutar, beceremez, bu durumda akşamları balıkçılara sevinme veya üzülme duyguları veren türkülerinden söyleyemez. Hıımm.. Anlaşılır durum. Ertesi gün balığa çıkarken, yazarı uyandırmazlar. Onu kendi haline bırakırlar. Dinelensin isterler. Ama akşam işten dönünce... "Eee!" der Kalafat, anlat bakalım şu martının ölümünü..." Yazar şiirsel bir dille hayalinden bir hikaye anlatmaya başlar.. "Martı, der, üç adım ötemdeydi. Güneş yeni batmıştı. Doğudan bir  mavi  karanlık ağır ağır kayalara, çakıllara, çakıllardan vücuduma sinmeye başlamıştı." İnsanlar birbirlerine bakakalırlar.  Merakla, "Ee, sonra?" derler. Yazar hikayesini anlatır. Balıkçılar hüzünlü öyküyü film izler gibi dinlerler.

 
Sait Faik'in Sivriada Geceleri adlı öyküsü, bir nisan akşamı başlıyor. Tesadüfün böylesi... İstanbul Film Festivali de, nisan ayının ilk onbeş gününü kapsıyor. Önümüzdeki hafta dört gün çok çalışacağım. İlk hafta sadece bir tam günümü festivale ayıracağım. Çok çalışıp yorulsam da, biliyorum ki hayal kuran, farketmediklerimi mesele edinen sanatçıların, bana üzülme veya sevinme duyguları verecek olan filmlerini, festival şenliği içinde seyredeceğim. Sinema hayatımı eşsiz kılacak. İnsan olduğumu hissedeceğim. Biliyorum, sinema emekçilerinin varlığına, gene  çok ama çok sevineceğim.

4 yorum:

  1. Bir aydır turnedeyim.Şimdi Zonguldak'tan
    İstanbula donüyoruz,nasıl sis var anlatamam.
    Ne demek istiyorsun dersen,bu sene festivali
    kaçırmak yok! Bir filmi aynı anda birbirimizden
    habersiz izliyormuşuz.Aman tanrım ne kadar
    romantik.:))

    YanıtlaSil
  2. film festivali zamanları şehre renk geliyor sanki ya. ya da bana mı öyle geliyor, bilemem..

    YanıtlaSil
  3. Zaman! Eriyor, demek festivale gideceksiniz. Çok sevindim:)

    YanıtlaSil
  4. Kızılgın, şehre filmler gelir, mevsim değişir ilkbahar olur, GÜLÜMSE:))

    YanıtlaSil