3 Ağustos 2012 Cuma

Hortumla Su Sıkmak Ve Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Yaz mevsiminin tam hakkını vererek yaz'lığını yaptığı şu sıcak günlerde, hep soğuğu, ayazı, kışı, sonbaharı, yağmuru, rüzgârı, denizi, dereyi, suyu hatırlatan anıları sakladığım çekmecelerinden çıkarıp hafızamın beyaz perdesinde oynatmaya çabalıyorum. Bak, ne anlatacağım...  Babamın memuriyeti sebebiyle Antalya'nın Serik ilçesinde ilkokula başlamıştım. Allahım, hava ne sıcak olurdu anlatamam... Denize gitmediğimiz vakitlerde, bahçede abimle birbirimize hortumla su sıktığımız günler aklıma geldi şimdi... Kimi zaman hortumdan fışkıran su öyle tazyikli gelirdi ki, o vakitler çok ufaktım, ne kadar canım vardı tabii, olduğum yerde bir o yana bir bu yana devrildiğimi bilirim. Canım yansa da bu hâlim çok eğlendirirdi beni, çılgınca kahkahalar atar  oyuna devam etmek isterdim. Tam bunları düşünürken az önce... Birdenbire olduğum yerde donakaldım biliyor musun? Çünkü hafızamın beyaz perdesinde başka bir görüntü belirdi. Okuduğum ve beni çok etkileyen bir yazının hayali görüntüsüydü bu... İlyas Başsoy'un gülmeyle ilgili bir yazısıydı...  Hani o gülmeceyle acıtan yazılardan... 
 

İlyas Başsoy'un ilk mizah yazısı 1983 yılında Fırt dergisinde yayınlanmış. Sonra diğer mizah dergilerinde yazıları devam etmiş.  Hani Milan Kundera "İyi roman anlatılamaz" demiş ya.. Milan Kundera, İlyas Başsoy'un sık sık lanet okuduğu bir insanmış. 16 yaşlarındayken girmiş hayatına.. Akranları artistlere, şarkıcılara filan hayranken, onları model olarak seçerken, İlyas Başsoy kimi model seçmiş kendisine biliyor musun? Milan Kundera'nın o efsanevi kitabı Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'ndeki Tomas'ı.. Vay canına sayın seyirciler.. Büyüyünce tam Tomas gibi bir insan olmaya karar vermiş: “İdealleri uğruna terketmesini bilen; ihaneti karşılığında onu kucaklamaya hazır alçaklar tarafından lanetlenme pahasına herşeyden vazgeçebilen bir modern zaman şövalyesi.” Hımm.. Köşe yazısında aynen bunları yazıyordu.. "Varolmanın korkunç ağırlığını hissettiğim her anda, bu nedenle küfrettim Kundera’ya; bana böyle zor bir model sunduğu için. “Keşke hiç okumasaydım bu kitabı, keşke avanak ve mutlu bir insan olarak devam etseydim hayata” dediğim oldu bazen." Yazısının devamı iyi romanların illa ki iyi şeyler anlatmak zorunda olmadığını konu alıyordu.

Abimle hortumla birbirmize tazyikli su sıktığımız o sıcak çocukluk yaz günlerini hafızamın derinliklerinden çekip önüme getirdikçe, bir kaç ay önce İlyas Başsoy'un okuduğum Gülme başlıklı yazısını düşündüm. Eğlenceli bir yazı olmalıydı aslında değil mi? Başlık konusu "Gülme" ya.. Değildi işte.. Yazısını okurken varolmanın korkunç ağırlığını üzerimde hissetmiştim.  Çünkü 12 Eylül sonrası tutukevinde işkence gören bir tanıdığının anlattıklarını konu etmişti. İlyas Başsoy'un tanıdığını ve iki arkadaşını gene işkenceye alınmışlar... Hava buz gibiymiş.. Gözleri bağlıymış.. Bugün ne yapacaklar bakalım, diye beklemektelermiş.. Üzerlerine o gün tazyikli su sıkmaya başlamışlar. Su o kadar güçlüymüş ki, bir o yana bir bu yana oyuncak bebek gibi yuvarlanıyorlarmış.. İçler acısı bir durummuş anlayacağın.. Anlatıcının bir an gözünün bağı açılır gibi olmuş. Arkadaşlarına bakmış. Halleri perişanmış. Yanındakine "Ne lann bu pipinin hali?" demiş. Bunun üzerine kahkahalarla gülmeye başlamışlar. Onlar güldükçe işkenceciler üzerlerine daha çok su basmaya başlamışlar. Onlar bir yandan sağa sola savruluyorlarmış.. Bir yandan da kahkalar atıyorlarmış.. Arkadaşlarından biri sabaha çıkamamış. Ama son ana kadar hep gülmüş. "Gülmek cehennem kaçkını bir sözcük" diyordu İlyas Başsoy.. "Dante'nin cehenneminde bile çığlıklardan çok kahkahalar duyulur. Gülmek ahenk değil kaos, huzur değil şüphe, uymak ve uzlaşmak değil; itiraz etmek, aykırı olmak, alay etmek demek."


Mizah dergilerinin, mizah yazarlarının önemine inanmak lazım.. Her türlü haksızlığa, öfkeye, susmadan gülen ve güldürmeye uğraşanlar önemsenmeli.. Yaşarken kimi zaman varolmanın dayanılmaz zorluğunu hissediyor ya insan, İlyas Başsoy'un dediği gibi, bitmeyen öfkeler karşısında susmayan kahkalarımız olmalı.  Sabah sabah  hortumla su sıkma anılarını düşündükçe... Görüyor musun? Hafıza ne tuhaf bir kutu... Neler hatırlattı gene.. Nereden nereye? Böyle işte.


2011

4 yorum:

  1. Çocukluğum taşra kentine götürdü beni yazının girişi. Akşamüstleri sulanan bahçelere, ufak çaplı su savaşlarına, sonra serin bahçedeki yer yaygısına uzanıp okuduğum kitaplara :)

    YanıtlaSil
  2. Edip Cansever'in ruhuna rahmet diyelim Vladimir.

    "Gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk
    Hiçbir yere gitmiyor."

    YanıtlaSil
  3. Bir benzer su sıkma hikayesi de benim çocukluğumda var. Dayanamazdık Didim'in sıcaklarına... Ve varolmanın dayanılmaz hafifliğini alıp da okuyamadığım şu günlerde, daha bir heveslendirici oldu bu yazı.

    YanıtlaSil
  4. Francesca, çocukluğumun hortumla su sıkma oyunu, işkenceye alet olunca,
    oyundan çıktı biliyor musunuz? Oyun bozuldu.

    YanıtlaSil