4 Aralık 2012 Salı

Eyvaaah!


Gazetedeki, "Rakamlara bakılırsa herkes depresyonda."  diye başlayan haberde, son yıllarda antidepresan ilaç  kullanımında ciddi oranda artış yaşandığını ve artış hızının inanılmaz rakamlara ulaştığını  anlatan yazının devamını okuyunca "Vay canına!" dedim. Nasıl yani memleketimdeki her üç kişiden biri antidepresan ilaç kullanıyordu öyle mi? Bu ilaçları, her canı sıkılan, keyfi kaçan, her gönül yorgunu, üzüntü çeken, uyku sorunu olan kullanmaya başlamış. Bu haberi okuyunca, yakınlarda seyrettiğim Equilibrium adlı film aklıma geldi.  Bilimkurgu filmlerde sürekli kurgulandığı gibi, bu filmde de Üçüncü Dünya savaşı olmuş bitmiş, totoliter bir rejimin hakim olduğu bir dünya ortaya çıkmış. Yaşanan acıların insanların kusurlu düşünce ve duyguları sebebiyle meydana geldiğine karar verilmiş.  Prozium adlı bir ilaç geliştirilmiş. Bu  ilaç sayesinde her yurttaşın duygularından arındırılması, hissetmemesi hedeflenmiş. Sadece yuttaşlara ilaç kullandırmak ve ekranlardan yansıtılan propagandalarla beyin yıkamak yeterli görülmüyor, ayrıca insanların duygulanmalarını kışkırtabilecek her nevi sanat eserleri, kitaplar, müzik aletleri, renkli eşyalar da  yakılıp yok ediliyor. Herkes mutlaka bu ilacı kullanmak zorunda, kullanmayanlar ise  sistemin yetiştirdiği adamlar tarafından öldürülüyor. Renksiz, duygusuz, tepkisiz, acımasız, baş kaldırmayan, kolay yönetilen, onaylayan, robotlaşmış insanların hayatlarını seyrederek filmin konusu ilerliyor. Bencileyin hayatı aklıyla değil, ancak duygularıyla anlamlandırabilen biri için, kurgu bile olsa böyle bir hayatı seyretmek ürkütücüydü ne yalan söyleyeyim. Neyse ki sisteme baş kaldıran, ilaç içmeyi rededen, "duygusal suçlu" olarak kabul edilen insanları yakalamakla görevli olan adamlardan birinin, her sabah içmek zorunda olduğu ilacın yanlışlıkla kırılması neticesinde hissetmeye başlamasıyla asıl film başlıyor. Preston'un karısı da zamanında "duygusal suçlu" bulunmuş ve  kendisinin gözünün önünde öldürülmüştü. Kılı kıpırdaman karısının yakılmasını seyretti.  Bu dünya feci bir dünyadır. Çünkü hissetmek, sevmek, hayal etmek kesinlikle yasaktır.  Preston, ilaç kullanımını bıraktıktan sonra bambaşka biri olmaya başlar. İnsanların kendisi gibi hissetmelerini sağlayıp, özgürlüklerine kavuşmaları için mücadeleye girişir. 


Kafa açıcı filmlerden olduğunu düşündüğüm Equilibrium'u seyrettikten sonra, insanı insan yapan aslında  duyguları mıdır, diye kafa çarklarımı çevirmeye zorlamıştım. Sevgi, aşk, merhamet, öfke, nefret, hırs, hüzün gibi duygularımızı hissetmeye ihtiyacımız mı var? Hayal kurmayan, düşünmeyen, hissetmeyen, tepki vermeyen insan  özgür müdür?  Acaba hiç aşık olmasak, hiç acı duymasak, hiç korku, endişe veya öfke hissetmesek ne olur? Üç kişiden birimiz antidepresan kullanmaya başladıysa,  Nâzım Hikmet'in dizesindeki gibi bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine yaşamaya çalışacağımıza,  sevgi, aşk, heyecan, öfke, üzüntü, hayret hislerimizi uyuşturup, kendimize, dünyaya, evrene bir çocuk gibi şaşarcasına bakmayı unutmaya mı niyetlendik yoksa?  Ne yalan söyleyeyim, korktum. Eyvaaaaah!



  










18 yorum:

  1. bu gün seni keşfettim bana o kadar içten o kadar samimi geldin ki bir oturuşta inanır mısın bilmem ama yaklaşık 15 yazını okudum sen yazdıkça okuyucağım sanırım :D

    YanıtlaSil
  2. insanı insan yapan hissettikleridir...

    YanıtlaSil
  3. problemler o kadar büyüdü ki insanlar düşünmemek için duygularını tepkilerini uyuşturmakta çare buluyorlar.. bazen bana da oluyor ne yalan söyleyeyim ilaç almasam da uyumak ilaç gibi geliyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sequins From Life, "yedi uyurlar" ya da "ashab ı keyf" efsanesini bilirsiniz değil mi? Hani bir mağarada uykuya dalıp 100 yıl sonra uyanan 7 kardeşle, köpeklerinin efsanesini. Hah işte bazan ben de çok canım yandığında, bir sebeple acı hissettiğimde, şööyle bir uyusam, zaman geçsin, acım dinsin, öyle uyansam diye aklımdan geçirmişimdir.

      Bi de mesela ne gelir aklıma biliyor musunuz? Eskiden manastıra kapanırmışlar ya, hah işte insanlardan sıtkım sıyrıldığında, keşke 18. yüzyılda filan yaşasaydım da bi manastıra kapansaydım diye düşünmüşümdür:)

      Yaaa, böyleyken böyle:)

      Sil
  4. konusu ılgınc geldı. esıme sordum ındır bunu ızleyelım dedım. cok once ızlemıs. ben uyumusum fılmde. ama bak sen anlatınca ne tatlı geldı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zeynep bilimkurgu sevmiyorsanız, uyumuşsunuzdur. Hakısınız aslında, çok seyredilen bir film olduğunu düşünmüyorum. Beni böyle filmler çok rahatsız eder. Acayip çarpar yani öyle söyleyeyim. Mesela Uyumsuz Adam diye bir film seyretmiştim. Of, film korku film filan değildi ama ben korkudan zangır zangır titredim:)

      http://hayalkahvem.blogspot.com/2012/05/en-korktugum-film.html

      Sil
  5. çok iyi filmdir 2 kere izledim, cok severim:))

    YanıtlaSil
  6. ilginç konulu bir film..
    ama her ilaç insanın kendi içindedir bazen insan kendini zehirler bazende var eder...
    sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Reçelim, tatlı yiyelim, tatlı yaşayalım değil mi:)

      Sil
  7. Depresyonla ilgili bir haber miiii? Hemmmen okuyayım :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aşkın, okumanın ve elbette yazmanın tam zamanı:))

      Sil
  8. bu duygularından kaçma, sıkıntılı durumlarla başedememe 80 sonrası dönemde yetişen insanların genel durumu galiba. bakıyorum da yaşça daha büyük olan insanlar aslında ne sıkıntılar yaşamışlar, yokluk, işkenceler, ama bir hayat amaçları varmış, çalışkanlarmış.şimdi bizler bekliyoruz ki çaba harcamayalım ama istediklerimiz olsun ya da bir iki kez deneyip olmadığı zaman umutsuzluğa kapılıyoruz. batsın bu dünya moduna geçiyoruz. galiba sorun biraz burda.ben de o sebepsiz depresif olan tiplereden olduğum için iyi biliyorum yani. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kara Kitap, sanırım tüketim toplumu olmak bizleri yoruyor ve bencilleştiriyor. Şimdilerde küçümsediğimiz basit, ufak şeyerimiz vardı bizim. Yemek pişirdiğinde komşuya vermek, kendine bir şey aldığında bir fakir sevindirmek, yüksek gönüllü olmamak, sadece bana gülümseyene değil esas bana kızana gülümsemek...

      Du bi... Büyükannem gene rahmet istedi.
      Küçükken yaramazlık yaptığımız zaman ne ceza verirdi biliyor musun? Diyelim ki abimle kavga ettik. Kardeşiz. Elbette kavga edeceğiz:) O günkü cezamız mesela herkese gülümsemekti. Okulda arkadaşım kızdırdı, canımı sıktı mesela değil mi? Yooo, eğer cezalıysam kızamaz, kavga edemezdim o gün arkadaşımla... Dişlerimi sıka sıka gülümserdim:)

      Paylaşmayı, gülümsemeyi unuttukça, hep kendimizi düşündükçe, hep bize haksızlık yapılıyormuş gibi düşündükçe mutsuz oluyoruz galiba Kara Kitap:) Oysa kimiz ki biz? Alt tarafı ölümlü:))





      Sil
  9. Aslında herhangi bir ilaca ihtiyaç duymadan da hayat acılara bağışıklık kazandırıyor bünyemize-duygusal bünyemize/ruhumuza... biraz önce bir arkadaşımla bunu konuştuk.. Kötü bir şey yaşadım ben bu hafta ama hiçbir şey hissedemedim. Arkadaşım: "Bağışıklık kazandık," dedi. Oysa ben istemezdim bu bağışıklığı.. Bir de (aklıma geldi de şimdi) bir doktor şöyle demişti: "Çağımızda insanlar artık acıya tahammül edemiyor. O yüzden de ilaçlara sarılıyorlar. Ama en sağlıklısı geçirilen o süreçte o acıyı yaşamak..." İşte bunlar geldi aklıma yazından çıktığımda:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Karoshi, şu o nun üstündeki şapkayı nasıl yapacağım ben:)

      Allah büyük acılar vermesin diyelim. Çünkü sahiden çok büyük acılar var.
      Depremde bir arkadaşımın eşi ve tek evladı öldü. Evi ve arabası göcük altında kaldı. Büyük acılar bunlar. Hiç kolay değil.

      Hani denir ya illa sağlık olsun. Gerisi fasarya. Hayatın içinde tatlı, acı zamanlar yaşanıyor. Ve bazı hislerimizi tanıyoruz, oysa bilmediğimiz ne hisler, ne hazlar var. Sevgi, aşk, öfke, sevinç, endişe, hayret, nefret, acıma, merhamet, şefkat, korku, vesaire vesaire... Hepsinin hakkını vermek lazım diye düşünüyorum. Ne güzel yazmışsınız siz de. Sağolun.




      Sil