8 Mart 2013 Cuma

Kahve Molası - Pembe Ve Mavi



Az önce kahve molası verdim.  Bir yandan kahvemi hüpletirken, diğer yandan cinsiyet nedir, diye biraz araştırmaya yöneldim. Sanal asiklopedide, aşağıya  alıntıladığım, geleneksel cinsiyet rollerini okuyunca... Eee... Günün mana ve önemine yakışır bir yazıya girişivereyim dedim.

Öncelikle şunu sormalıyım. Cinsiyetimizi biz mi seçtik? Hayır. Kadın ve erkek olarak doğmaya kendimiz karar vermedik. Ben erkek doğmuş olabilirdim, erkek doğan biri de kadın... Peki, cinsiyetlerimizle ilgili rolleri nasıl benimsedik? Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü adlı kitabında Senin Cinsiyetin Ne? başlıklı  bir bölüm vardır. Yazar, bu bölümdeki yazısına giysileri ele almakla başlar. Tüm kültürlerde, erkekle kadınların ne giyeceğine ilişkin beklentiler olduğunu söyler. Cinsel rolümüz ve kimliğimiz öncelikle giysilerimize yansır, der. İster çok eski devirlerde, ister günümüzde olsun, bütün giyim tarzları kendimizi ve karşı cinsi algılama biçimimizi etkiler. Kadim zamanlardan gelen bir kültürün öğütlediği ilkelere uymak zorunda kalırız. Erkeklerler ve kadınlar kendi cinslerinin standartlarına göre davranırlar, oturur kalkarlar, yürürler, konuşurlar ne bileyim bacak bacak üstüne atar,  giyinirler. Kendi cinsiyetimizin rolünü ezberleriz. Niye kız bebeklere pembe, erkek bebeklere mavi giydirilir mesela? Eyvah!.. Gündüz Vassaf'ın dediği gibi, bu giysilerimiz  ilk üniformalarımızdır da, bize hangi rollerin talimatları öğretiliyorsa, o rollerin kalıbına mı giriyoruz yoksa? Düşünsene... Gebelik gibi önemli bir istisna dışında, biyolojik açıdan baktığımızda, kadın ve erkek,  hepimiz, erkeklik hormonu androjen ile kadınlık hormonu östrejenin bileşiminden oluşuyoruz. Demek ki, diğer cinsle aramızda psikolojik duvarlar örülmese, farklı roller benimsetilmese, belki çok daha fazla ortak yönümüzü keşfedeceğiz. Çünkü birbirimize taban tabana zıt cinsler değiliz ki biz... Öyleyse kadın ve erkek neden birbirinin rollerini dışlar? Acaba tüm yaşantımız boyunca, kendimizi ve birbirimizi cinsiyetlerimize dair şartlandığımız rollerin içine mi hapsediyoruz? Kurulu düzeni memnun etme çabası, beynimize işlenen roller içinde, bir kadının kadın gibi, bir erkeğin de erkek gibi  davranması, her iki cinsi de tek yönlülüğe mi mahkum ediyor? İki cins bu sebeplerle mi  birbirine yabancılaşıyor ve erkek ezen, kadın ezilen rolü içinde buluyor kendini? Feminizmin, erkek ve kadın kimliklerinin yeniden tanımlamasını istemesi, cinsel kimliklerin sonsuz bir zenginlik içerdiğinin altını çizmesi, kadını ve erkeği birbirine karşı bağlamlarda ele alması, kadınları ezilmekten kurtarmak için bir çözüm olabilir mi? 

Yoksa kadının ve erkeğin birbirini dışlayan iki şıktan biri olmadığını bilmesi ve dayatılanların dışında, birbirlerinin insani müştereklerini keşfedip benimsemesi mi bizi doğru çıkışa ulaştıracak? Kahve molam bitti. İşe dönmeliyim şimdi...



"Geleneksel roller, “erkek” ve “kadın” olarak birbirinden kati bir şekilde ayrılan 
ve her iki cinsiyete de doğuştan verilen cinsiyet rollerinin var olduğu iddiasındadır. 
Bu roller: 
Erkek:
  • Aile reisi ve evin geçiminden sorumlu,
  • Dışarıyla olan bağı kurmada sorumlu,
  • Güçlü, mantıkla hareket eden, cesur, cinsel açıdan aktif,
  • Kadınlara, yani “besleyicilere” hemen hemen hiç bağlı olmayan “avcılar” olarak erkekler.
Kadın:
Erkeğe bağlı ve onun korumasına muhtaç,
Eşiyle ve ailesiyle olan ilişki de sosyalliği sağlayan,
Güçsüz, duygusal, mantıkla hareket etmeyen, her zaman kendinden ödün veren, cinsel açıdan pasif
“Avcılara” muhtaç “Kuluçka sağlayıcısı” olarak kadınlar"        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder