2 Nisan 2013 Salı

Dünya Dönüyor Sen Ne Dersen De...



Dünya güneşin etrafında dönmeye devam ediyorken, kendi etrafında gene bir tur atıvermişti. Gene anlayamamıştım nasıl olduğunu... Cüce ay Şubat derken, Mart, Nisan ayına geçivermişti. Pazartesi, kalan işlerini Salı gününe devredivermişti. Radyoda Yüksek Sadakat   "Dünya döner tek bir yana... Doğsun diye bir gün daha..." diye şarkı söylüyordu.  İyice bellemiştim. Dünya hep dönmeye devam edecekti... Yıllar, mevsimleri... Mevsimler ayları... Aylar, haftaları...  Haftalar, günleri izleyecekti... Şu fani ömrümüzde... Felek kimbilir başımıza, akla hayale gelmeyen, ne çoraplar örecekti?  Çevremde ve dünyadaki haberleriyle hâllerden hâllere geçen bünyem, "istediğin kadar plan yap, hayat kendi mecrasında akmaya devam edecektir." düsturunu çooktaan kabullenmişti. 

Barış Bıçakçı'nın romanı Bizim Büyük Çaresizliğimiz ""Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?" diye başlıyordu ya... Hafıza tuhaf bir kutuydu sahiden... Sabah iyice uyanmak için, avucumdaki buz gibi suyu yüzüme çarptığımda, aklıma işte bu cümleler gelivermişti. Kitabın bir başka cümlesi... "Hayatın gücü, tekrarın gücüdür." diyordu. Hayat güçlüydü. İnsan ise acizdi. Ölümlüydü. Hiçtik biz... Aciz yaratıklardık. 
Çoğu zaman kendimizi unutuyorduk... İyi ama hayat şakacıydı üstelik. Ağlamakla gülmek sahiden kardeşti. Felek diplere vurdururken, zirvelere uçurabilmeyi her daim becerivermişti. İnsan olmak ne tuhaf bir şeydi. O kadar duguyla, hisle, akıl ve gönül çaparizleriyle nasıl başa çıkabiliyorduk?

Hayat, tarihi Emek Sineması'nın  yıkım kararına kahrolurken, başka bir sinemada festival seyircisi olabildiğim için sevinebilmeyi  aynı anda becerebilecek bir mekanizmayla işlemekteydi. Böyleydi işte... Hayat kendi mecrasında akıp gitmeye, duygular kendiliğinden hâlden hâle değişmeye devam edecekti.

Dünya dönüyor... İstanbul Film Festivali ise, 32. kez  başladı ve sürüyor.  Henüz siftah yapmadım. Eli kulağında... Az kaldı. Gideceğim. Belki sana yazarım  sevdiğim  o şehirden... Sonra bir gün çıkarım sen artık dönmez derken... Bir şarkı fısıldarım kulağına gün batarken... 

10 yorum:

  1. ömür dediğin çabuk geçiyor vesselam.... arkamıza baktığımızda iyi yaşayabilmişsek ne mutlu bize..
    sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biricik Huzur, canım şimdi hangi şiiri okumak istedi bilin bakalım:)
      Bakınız, Edip Cansever'in o şahane şiiri... Bilirsiniz illa ki...
      Okuyalım mı? Haydi:)

      MENDİLİMDE KAN SESLERİ
      Her yere yetişilir
      Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
      Çocuğum beni bağışla
      Ahmet Abi sen de bağışla

      Boynu bükük duruyorsam eğer
      İçimden öyle geldiği için değil
      Ama hiç değil
      Ah güzel Ahmet abim benim
      İnsan yaşadığı yere benzer
      O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
      Suyunda yüzen balığa
      Toprağını iten çiçeğe
      Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
      Konyanın beyaz
      Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
      Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
      Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
      Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
      Öylesine benzer ki
      Ve avlularına
      (Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
      Ve sözlerine
      (Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
      Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
      Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
      Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
      Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
      Minibüslerine, gecekondularına
      Hasretine, yalanına benzer
      Anısı işsizliktir
      Acısı bilincidir
      Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
      Gülemiyorsun ya, gülmek
      Bir halk gülüyorsa gülmektir
      Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
      Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
      Dirseğin iskemleye dayalı
      -- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
      Cıgara paketinde yazılar resimler
      Resimler: cezaevleri
      Resimler: özlem
      Resimler: eskidenberi
      Ve bir kaşın yukarı kalkık
      Sevmen acele
      Dostluğun çabuk
      Bakıyorum da simdi
      O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
      Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
      Biz eskiden seninle
      İstasyonları dolaşırdık bir bir
      O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
      Nazilli kokardı
      Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
      Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
      Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
      Kadının ütülü patiskalardan bir teni
      Upuzun boynu
      Kirpikleri
      Ve sana Ahmet Abi
      uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
      Sofranı kurardı
      Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
      Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
      Çocuklar doğururdu
      Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
      O çocuklar büyüyecek
      O çocuklar büyüyecek
      O çocuklar...
      Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
      Umudu dürt
      Umutsuzluğu yatıştır
      Diyeceğim şu ki
      Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
      Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
      Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
      Çocuklar, kadınlar, erkekler
      Trenler tıklım tıklım
      Trenler cepheye giden trenler gibi
      İşçiler
      Almanya yolcusu işçiler
      Kadınlar
      Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
      Ellerinde bavullar, fileler
      Kolonyalar, su şişeleri, paketler
      Onlar ki, hepsi
      Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
      Ah güzel Ahmet Abim benim
      Gördün mü bak
      Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
      Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
      Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
      Gelse de
      Öyle sürekli değil
      Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
      O kadar çabuk
      O kadar kısa
      İşte o kadar.

      Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
      Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
      Mendilimde kan sesleri.

      Edip CANSEVER

      Sil
  2. istanbulu öpün benim yerime hayal kahvem...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Delal, şimdi bir istanbul şarkısına geçelim o halde... Şöyle söyleyelim mi ne dersiniz:)

      Levent Yüksel – İstanbul

      Saçlarını dağıtır rüzgar
      Yeditepe üzerinden
      Hatıralar tarihin küllerini savurur
      Kadın gibi, kısrak gibi
      sarılayım gel ince beline
      Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından
      Tüketilmiş yaşanmamış
      Hediyelik hayatlar, ah bu evler,
      Pencereler bu kapılar, sokaklar
      Hüzün gibi, sevinç gibi,
      Eskitilmiş zamanlar
      Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından
      Minareler uzanmış gökyüzüne bağırır
      Kara sevdan nerelerden
      Yüreğimi çağırır?
      Dua gibi, büyü gibi ezberledim hasretini
      Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından.

      Sil
  3. Yazılarınızı çok beğenen ve o samimiyetinizden etkilenen biri olarak size bir ödül vermek istiyorum kabul ederseniz... http://nonethelessh.blogspot.com/2013/04/liebster-odulu-bahar-ve-blog.html

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nonethelessh, çok teşekkür ederim. Ama galiba yanlış seçim.
      Çünkü dersten anlamam:) O nedenle, ödül haketmeyen biriyim.
      Bakın, Sunay Akın'dan geliyor sizin için:)

      "Tıpkı sevilmeyen bir öğretmen gibiydi kalbim...
      Parmak kaldıranlara inat, hep dersten anlamayanları seçti."

      Sil
  4. izle tabiiii.
    :)
    emek maalesef.
    :)
    hayat geçer geçeni de unutmak lazım.
    hep ileriye yaa.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Deeptone, hemen Selvi Boylum Al Yazmalım'a geçiş yapıyorum.
      Ve filmin o şahane repliklerini yazıyorum...

      "Sevgi neydi? sevgi iyilikti, dostluktu. sevgi EMEK'ti!!!

      Sil
  5. :)
    öyleydi evet o zaman.
    :)
    bu arada, edip abi en sevdiğim şiördür.
    :)

    YanıtlaSil
  6. eyvallah hayal kahvem olmamı hiç :)

    YanıtlaSil