16 Haziran 2025 Pazartesi

Makaron Tadında Seramik Vazolarım:)

 

Dostlar, Romalılar, vatandaşlar, 
beni dinleyin: ben buraya kendimi gömmeye değil,  övmeye geldim:)

Uzun zamandır seramik vazo yapıyorum. 
Sanıyorum otuz tane falan olmuştur. 
Sırlayıp renklendirmemiştim. 
Geçen hafta ilk üç tanesini yaptım ve fırından çıktılar. 
Bakar mısınız şunların güzelliklerine. 
Bayıldım:) 


Canım başka bir şey yapmak istemiyor. 
Hep aynı vazo. 
Fakat farklı farklı renklerde olsunlar istiyorum. 
Tıpkı rengarenk makaronlar gibi:) 
Du bakalım. 
Hayal et olur elbet😉



14 Haziran 2025 Cumartesi

mavra zamanı - dünyanın bütün teflon tavalarına.. ve kızlarına

"dünyanın bütün
teflon tavalarına..
ve kızlarına"

"bütün evhamlı evhanımlarına
ve kaleci zubi zaretta'ya"

"sesler, yüzler, sokaklar,
    tıfıl, müzdarip fiskeler"


"bu ayaklar beni yürümüyor..
bu eller beni tutmuyor..
bu yürek beni hissetmiyor..
bu beyin beni anlamıyor..
bu vücut beni yarı yolda bırakıyor..
kendi bedenimdeyim,
fakat kendim nerdeyim..
yâni kime nöbetteyim.. bırrr.."


"hayatın naçizane bir kardeşi olarak, 
hayata naçiz oyalanma, dayanma metinleri sunarak.. 
yazarken ne güzelsin.. 
okurken de güzellerdir değil mi.. 
güzeliz, güzeliz."



NOT -
cümleler- metin üstündağ- mavra zamanı adlı kitabından
fotoğraf kareleri- erin brockovich  adlı filmden
veee.... 26 kasım 2022'den alıntı:)

7 Haziran 2025 Cumartesi

Göz'lü Deyimlerle Deneme Yazısı - Hangi Tarkan?

 

Abim,  haftada beş gün spor salonuna gittiğini söyleyince çok sevindim. Yeminle, mahcubiyet hissetmesem sevinçten göz yaşı dökebilirdim.

 - Harika bir karar vermişsin abim. Bilirsin seni gözüm gibi severim. Hep çalış çalış, nereye kadar, di mi? Bak çalışmaktan gözlerinin feri gitti. Biliyorsun çok üzülüyordum senin için.  Gözünü seveyim, bu kez fikrini değiştirmeyesin, dedim.

Lakırtılarımı duyunca, gözleri dolu dolu oluverdi. Sadece gözlerimin içine değilyüreğimin o mütena semtine en abi tavrıyla bakıverdi. 

- Bir kere daha gözüme girdin kardeş. İyi ki varsın. Nasıl da sever gözetirsin abini, dedi.  Hiiçç merak etmeyesin. Bu kez kararım karar! Yeminle,  gözümden uyku aksa bile, mümkünatı yok vazgeçmiyorum, illa ki spor yapmaya gidiyorum, diye sözlerine devam etti. 

Abim... Ah! Abim...  
Gözüm daldı, geçmiş günlere gittim. Evet abim...  Zaman zaman...  Tıpkı şimdi olduğu gibi...  Hep aynı iştahla spora başlar... Tez sıkılır...  Muntazaman devam etmeyi  gözü yemez... Nafile çaba der...  Bırakıverir. 

Oysa kaç kez konuştuk.  Çoktan elli yaşını deviren bir adamın fabrika ayarlarına dönmesi için ilk kural neydi? Kendisi söylüyor... Spor yapmak tabii. 

Buraya kadar abi-kardeş  muhabbetimiz  pek bi iyiydi.  Lakin mühendistir kendisi. Gözünden bişeycik kaçmaz. Zihnimde horon tepen şüphe tohumlarını şıppadanak fark etti.  

- Yoo,  dert etme kardeşcim, gözüm açıldı. Bu kez Tarkan'ın vücudu gibi olana kadar sporu es geçemeyeceğim. Bak göreceksin, göz yumup açana kadar Tarkan gibi olmayı  becereceğim dedi.

Gözlerim tepsi kadar açıldı. 

- Tarkan mı? Hangi Tarkan, diye inledim. Abimi omuzlarını titreterek  "Oynama şıkıdım şıkıdım" şarkısını söylerken hayal ettim.  Aman Allahım! Yoksa abim erkeklerin girdiği.. Neydi adı... Hah Tamam... Antropoz döneminde miydi?

Endişemi anladı. Sol kaşını kaldırdı. Gözünü gözüme dikti. Vee... Gözümü kaçırmayayım diye, beni resmen göz hapsine aldı. 

- Şarkıcı Tarkan olmaya niyetim yok  matmazel.  Elbette Sezgin Burak'ın Tarkan'ı,  dedi. 

 

20 Eylül 2019 tarihli yazım

4 Haziran 2025 Çarşamba

Hayatın Muayyen Günleri

Kalem çekerdi gözlerine. Hiç görmediğim, bilmediğim bir renkte kalem. 
"Gidiyor musun?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdı beni. 
Eğilir, kasetlere bakar ve aynı şarkıya uzanırdı: It's Now or Never." 
Gitmenin Şimdi'si ile Asla'sı arasında ben bir menekşe iskeleti gibi kalırdım. 
Anahtarını almadan çıkardı evden.


Cila sürerdi tırnaklarına. Hiç görmediğim, bir marka cila. 
"Ayrılıyor muyuz?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdı beni. 
Eğilir, kasetlere bakar ve hep aynı şarkıya uzanırdı: Rape Me. 
Ayrılıkta Taciz'le O'nun arasında ben güneş yanığından sıyrılıp alınan ölü deri gibi kalırdım. "Yenmek mi basit, yenilmek mi?" diye düşünen bir asker gibi kalırdım. 
Hoşçakal demeden çıkardı evden.



Jölelerdi saçlarını. Hiç görmediğim, bilmediğim parlaklıkta bir jöle. 
"Başka biri mi var?" diye sorardım usulca.  Cevaplamazdı beni. 
Eğilir, kasatlere bakar ve hep aynı şarkıya uzanırdı: Industrial Disease.  
Başkalarının gözlerinde Tüketmek'le Tutku arasında beni Leyla'ya Mecnun, 
Mecnun'a Leyla olan joker bir aşık gibi kalırdım. 
"Boşalmak mı güzel, dolmak mı?" diye düşünen bir bardak su gibi kalırdım. 
Kapıyı çarpmadan çıkardı evden. 


-PARAGRAFLAR- 
Küçük İskender - Balık Burcu Hikayeleri  
Hayatın Muayyen Günleri(S.11)

-KARELER- 
Ölesiye 1992 (Damage)
Juliette Binoche - Jeremy Irons


13 Aralık 2019 

26 Mayıs 2025 Pazartesi

Kendimi Eylediğim Zamanlar...

Sinema gittim... 



Berna Gençalp'in Kim Mihri adlı belgeselini seyretmeyi çok istiyordum. 

Hem belgeseli seyrettim hem söyleşiyi dinledim. 




Mozaik ve seramik  yapımını öğrenmeye devam ediyorum.


Trabzon'da gün batımını seyrettim.

Batum'da Ali ve Nino'nun hikayesini dinledim.


Nice şehirler gezdim. Senin gibi güzelini görmedim İstanbul'um...


Okudum... Okuyorum...



12 Mayıs 2025 Pazartesi

İlkbaharda Sonbaharı Hissetmek...

 


Bazan durup kendime soruyorum.

Ben mi fazla alınıyorum, yoksa insanlar mı fazla hoyrat davranıyor? 

İçimde bir yer var.

Hırpalanmış ve kırgın hissediyorum.

Aslında sadece şunu istiyorum: 

Ne olursa olsun,  asla kırılmamak.

Gerçekten… 

Nasıl yapılır bu? 

Kırgın  hissetmemeyi nasıl becerebilirim?



NOT: Fotoğraf Sonbahar adlı filmin bir karesi.

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Black Mirror'dan Yeni Seyrettiğim Etkileyici Bir Film Daha - Common People


Bazı hikâyeler vardır, insanın içine işler. 

Hele ki her şey sıradan bir aşk hikayesi gibi başlayıp, bir anda modern çağın kabusuna dönüşüyorsa... 

Amanda ve Mike tam da böyle bir çift. Amanda bir öğretmen, Mike inşaat işçisi. Sade, sevgi dolu hayatları var... Ta ki Amanda’nın beyninde  tümör çıkana kadar.

Mike, şaşırmış, çaresizlik içinde çırpınırken devreye Rivermind adında bir şirket giriyor. Bilim kurgu gibi ama değil... Beyni tarıyorlar, kopyalıyorlar, tümörü alıyorlar, yerine sentetik bir beyin yerleştirip hafızayı yüklüyorlar. Hem de ücretsiz... Sadece aylık 300 dolar abonelik ücretiyle Amanda yaşamaya devam ediyor. Ne büyük nimet di mi?

Ama işte olay tam da burada başlıyor...  Amanda, hayatta kalabilmek için artık daha fazla uyumak zorunda. Çünkü beyni, aynı zamanda bir server gibi çalışıyor. Uyudukça veri taşıyor, , hizmet ediyor... Kadın hem hayatta kalıyor hem de bir şirketin dijital altyapısı oluyor.

Derken ek paketler devreye giriyor. Kapsama alanı dışına çıkmak mı istiyorsun? Ayda 750 dolar daha ödemeleri gerekiyor... Daha iyi bağlantı, daha az uyku, daha fazla bilinç...  Ekstra ücret. Her yeni özellik, bir uygulama güncellemesi gibi hayatlarına çörekleniyor. Bu  resmen bir abonelik sistemi...

Mike parasızlıktan online karanlık işlere bulaşmak zorunda kalıyor. Amanda, öğretmenliğini neredeyse kaybediyor çünkü sürekli uyuma halinde...  Yaşamak için para ödüyorlar, bedel sadece para değil. Kontrol ellerinden kayıyor, ilişkileri paramparça oluyor, ruhlarını aylık üyeliğe kiraya veriyorlar.

İronik değil mi? Birini yaşatmak için kendi hayatından vazgeçiyorsun. Rivermind’ın sunduğu teknoloji, belki tıp tarihinin devrimi ama aynı zamanda kapitalizmin elinde başka bir pranga. Yaşamak artık bir hak değil, bir lüks. Kredi kartına taksit taksit umut. 

Kısacası Common People, bize şu soruyu soruyor: Yaşamaya devam etmek, gerçekten yaşamak mı? Yoksa bir sistemin aboneliğine dönüşmek mi?

Aaa! Durun bi... Üstelik çile bununla da bitmiyor. Premium pakete geçemedikleri için Amanda’nın beyni, artık bir canlı yayın  reklam panosuna dönüşüyor. Kadıncağız yarı bilinçli haldeyken  bir anda, yüzde 50 indirim sadece bugün,  diye bağırmaya başlıyor. Resmen bilinçaltına giren influencer gibi. Yayıncılık sektörü sevinsin; ekran yetmedi, sıra zihinlerde, demek ki!!

Bu hikaye, teknolojinin değil, sistemin insanlar üzerindeki egemenliğini sorguluyor. Teknoloji hayat kurtardı, evet. Ama hayat dediğin şey sürekli güncellenmesi gereken bir uygulamaya dönüştüyse, biz hala yaşıyor muyuz, yoksa sadece sistem açık kalsın diye mi varız? 

Hay canına sayın seyirciler... Ne diyeyim? Allah yazdıysa bozsun.😅



4 Mayıs 2025 Pazar

Bu Hissin Adı Ne?

 


Hiç aklında yokken bir şey olur ya…
Hiç beklemediğin bir anda, hayat sana usulca bir hediye uzatır.

Sıradan, telaşsız bir gündü. Yoldan geçerken gözüm bir afişe takıldı.



Pulp Fiction.


Tarantino’nun efsane filmi. Hastasıyım:)

Benim çok sevdiğim… ama sinemada hiç izleyemediğim filmi...

Önce bir duraksadım.
Afişe biraz daha yaklaştım.
Yok canım, dedim içimden.
Ama evet… gerçekten oradaydı.
30 yıllık film, bizim şehrin sinemasında oynuyordu.
O kadar şaşırdım ki… inanamayıp içeriye girip sordum.
Ve cevap netti: Evet, gösterimde.

Bir şey oldu o an.
İçimde hafif bir titreme, bir heyecan, bir tuhaflık…
Sanki evren bana küçük, tatlı bir sürpriz hazırlamış gibiydi.
Bir armağan gibi.
Bir ikram gibi.
Durup dururken.
Hiç aklımda yokken.

Bir filmi bu kadar çok sevmiş, ama asla sinemada izleme şansı bulamamıştım.
Şimdi, tam karşımdaydı.
İşte bu his…

Hiç aklımda yokken denk geldiğim,
Bu tuhaf, sıcak, içimi hafif ürperten, için için neşe veren bir sürpriz... 
Bunun bir adı var mı?
Veya başka dillerde karşılığı?

Belki saudade derler buna — geçmişte olup bitmiş ama hala derinlerde hissettiğim bir şey.                Sanırım bu kelime tam uymadı...  Saudade aşk üzerine derin duygusal durumu anlatıyor olmalı. 

Belki Japonların natsukashii'si gibi — tatlı bir nostalji.
Belki de  hayatın, küçük bir tebessümle bana, benden sana hediye, demesidir. Olabilir mi?

Türkçe'de karşılığı var mı peki?

 Biletimi aldım. Kırmızı koltuklardan birine oturdum. Sinemanın ışıkları karardı. Film başladı. Hayatın gelmişini geçmişini unuttum. Beyaz perdenin o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına aktım.